ŞPO: KENTLE, PLANLAMAYLA, TARİHLE, KÜLTÜRLE, MEMLEKETLE, DOĞAYLA, YAŞAMLA, EMEKLE, ADALETLE, TOPLUMUN GELECEĞİYLE SAVAŞ: İMAR BARIŞI

15.11.2018

Şehir Plancıları Odası 15 Kasım 2018 tarihinde imar affına ilişkin bir basın açıklaması yaptı.

"Herkes, sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkına sahiptir."

Türkiye Cumhuriyeti Anayasası, Madde 56

Geçtiğimiz günlerde 31 Ekim 2018`de sona eren "İmar Affı" başvuru süresi 257 sayılı Cumhurbaşkanı Kararı ile 31 Aralık 2018`e kadar uzatıldı. Bu durum halihazırda beklenen bir durum olup, imar affı kadar, uzatılması da olağan karşılandı. Ülkemiz şehircilik tarihinde "bu son olacak" savıyla kaçak yapıların yasallaştırılması bir gelenek, bunlara cezai işlem uygulayan otorite bir istisna, büyükşehir belediye başkanlarının bir gecede yerinden edilerek, hesap sorulmadan kalındığı yerden devam edilmesi ve benzeri durumlar ise -artık- alışıldıktı

Öncesinde yasalarda kullanılmayan ancak şehircilik hukukuna girmiş bir uygulama terimi olarak imar affı, başta kentsel ajanda olmak üzere "fırsat mı tehdit mi" ikileminde ülke gündeminin önemli bir parçası haline gelmiştir. 18.05.2018`de yürürlüğe giren 7143 sayılı Kanun`un 16. Maddesi ve 3194 sayılı İmar Kanunu`nun Geçici 16. Maddesi`nde ifade edildiği şekliyle imar affı ile afet risklerine hazırlık kapsamında ruhsatsız veya ruhsat ve eklerine aykırı yapıların kayıt altına alınması ve imar barışının sağlanması amaçlanmaktadır. Anlaşıldığı üzere, tapu yerine geçmeyen ve tapu tahsis belgesi vb. gibi bir belge anlamına da gelmeyen Yapı Kayıt Belgesi ile kaçak yapı veya yapı eklentileri yasal hale getirilmektedir. 06.06.2018 tarihinde yürürlüğe giren 30443 sayılı "Yapı Kayıt Belgesi Verilmesine İlişkin Usul ve Esaslar" tebliği ise söz konusu belgenin içeriğini düzenlemekte olup, düzenleme 31.12.2017 tarihinden önce yapılmış yapıları kapsamaktadır. Tapu işlemleri için yayımlanan 06.07.2018 tarih ve 1787 sayılı Genelge`ye 12.10.2018 tarihli Olur ile yeni maddeler eklenmiş olup, bunlardan en önemlisi yeşil alana ve yola tecavüzlü yapıların da Yapı Kayıt Belgesi alabileceği ve sonrasında kat mülkiyetine geçiş işlemlerinde kolaylık sağlanabileceği hakkındadır. 

E-devlet üzerinden oluşturulan imar affı uygulamasına genel hatlarıyla bakıldığında, başvuru işlemi vatandaşın kendi e-devleti ile yapılmakta olup, varsa eğer tapu sahipliği, bina fotoğrafı, ilgi belediyesinden alınacak emlak vergi birim değeri (rayiç bedel) belgesi gibi belgeler istenilmektedir. Ayrıca kişinin beyanda bulunduğu yapının teknik özelliklerinden bir kısmını (toplam yapı alanı, bağımsız bölüm alanı ve yapının sahip olduğu/olmadığı ruhsatlar gibi) bilmesi beklenmektedir. Başvuru sahibinin kendi kendine gerçekleştirebileceği düşünülen imar affı başvurusu kişinin beyanını esas almaktadır. Yapı Kayıt Belgesi alınması durumunda kaçak yapı veya yapı eklentileri için devam eden idari davaların, belediyesince kesilmiş nakdi cezaların ortadan kalkacağı, elektrik, su vb. bulunmayan yapılarda söz konusu hizmetlerin sağlanabileceği belirtilmektedir.

İlgililerince vatandaşa yönelik bir avantaj ve kentler için de bir fırsat olduğu iddia edilen imar affı, kaçak yapıları yasallaştırmayı, meşru olmayan durumları meşrulaştırmayı, fiili durumu hukukileştirmeyi dolayısıyla mevcut (çarpık) durumu imar durumu haline getirmeyi amaç edinmektedir. Geride bıraktığımız beş aylık süreç göstermiştir ki konu pratikte ve ilkesel olarak pek çok sorun içermektedir. Bununla birlikte pratikte yaşanan hiçbir sorun da üst ölçekli, kökensel problemlerden bağımsız değildir. Örneğin başvuru sahibinin konuya ilişkin (yapının toplam inşaat alanı hakkında bilgi, yapı kullanım izninin bulunup bulunmadığı, arsa tapusu olduğu için binanın kaçak olmadığı fikri, vb.) yeterli bilgisinin olmaması başvurularda yaşanan başlıca sorundur. Bunlara miras, bulunamama, vb. nedenlerle mülkiyet hanesi açık yapıların durumundaki ya da kentsel dönüşüm kapsamındaki yapı ve alanlardaki belirsizlikleri de eklemek mümkündür. Dolayısıyla teknik eleman desteği olmadan kişilerin kendi kendine sisteme giriş yapmasının mümkün olmadığı anlaşılmış olup, bu kişinin kendi beyanına ilişkindir` denilerek geçiştirilecek bir sorun değildir. Yapının ve söz konusu kentsel alanın sağlıklı ve güvenli oluşu bilimsel bir ölçüt olmadan ve/veya güvenilirlik sağlanmadan kişinin beyanı ile tesis edilebilecek bir durum olmayıp, bizzat o yapıda ve çevrede yaşayanların güvenliği riske edilmektedir. Yanlış veya hatalı beyan çoğu durumda niyetten bağımsız da gelişebilmekte olup, yanlış beyan veren yandı` tarzı ifadeler ile kamu otoritesi, üzerine düşen denetim görevini gerçekleştirmiş sayılamaz. Dahası "olmayan konuta belge aldılar" şeklindeki "photoshop" ile manipüle edilmiş yapı kayıt belgesi girişlerine gönderme yapan yanlış beyan haberleri de bu süreçte medyada yer alan geleneksel haberlerden birine dönüşmüşken, belge alım sürecinde sistemde herhangi bir kontrol mekanizmasının bulunmaması, yanlış yatırılan başvuru/belge ücretleri de yine önemli sorunlardandır. Buradaki keyfilik ve rastgelelik konunun ne kadar aceleye getirildiğini de bir kez daha örneklemektedir. Dolayısıyla kamu idaresi "Yapı Kayıt Belgesi" ile sorumluluğunu vatandaşa ikame etmekte, kendisini konuya ilişkin risklerden azade kıldığını sanmaktadır.  

İmar affı düzenlemesinde bir başka önemli sorun ise başvuru kapsamının gecekondu, konut, turizm tesis alanı ve benzerine yönelik kısıtlı bir çerçeve ya da sınırlılık içermemesidir. Mevcut düzenlemede alışveriş merkezleri, tek katlı konutlar, büyük sanayi alanları ya da enerji üretim tesisleri farketmeksizin affa dahildir. Buradaki hakkaniyet oldukça tartışmalıdır. Barınma amaçlı yapılmış tek katlı ya da benzeri yapılar ile büyük ölçekli projeleri ayıran şey yalnızca Yapı Kayıt Belgesi bedeli olmaktadır. Toplumsal eşitsizlik ve adalet yoksunluğu bu sayede mekânsal olarak yeniden üretilmekte, sosyo-mekânsal ayrışma kamu eliyle derinleştirilmektedir. Aynı şekilde imar affı başvurusunda beş değişken (arsa emlak vergi birim değeri, toplam yapı alanı, parsel büyüklüğü, kaç katlı olduğu/yapı sınıfı, konut-ticaret fonksiyonlarının varlığı)  üzerinden hesap yapılmakta olup, görüldüğü üzere söz konusu yapının memleketin hangi bölgesinde, nasıl bir coğrafi koşulda olduğu, herhangi bir imar planına dahil olup olmadığı gibi etmenler hesap dışıdır. Bilgi ve uzmanlık gerektirmeyen, kabaca bir ölçüme dayanan sistemi, söz konusu bedelin en çabuk, en kolay nasıl tahsis edileceği şekillendirmektedir.

Diğer yandan sınırlılık içermeme hali yapılaşmanın gerçekleştiği arazi türü için de geçerlidir. Meralar, kültür ve tabiat alanları, tarım alanları, sit alanları, kıyı alanları konusunda hiçbir istisna bulunmamakta olup, hazinenin özel ve genel mülklerinden oluşan kamu malları işgalcilerine teslim edilmektedir. Dolayısıyla Doğu Karadeniz yaylaları, Bursa-Mudanya`da yer alan Myrleia Antik Kenti, Kapadokya`nın muhtelif yerleri, İstanbul Tarihi Yarımada`nın bir kısmı gibi pek çok özel ve önemli alan talan edilmekte, yağmaya açılmakta, hukuk dışı yapılaşma teşvik edilmekte ve kentlerimiz giderek afet riskine karşı daha da kırılgan hale gelmektedir.

İmar affı ile elde edilen gelirlerin kentsel dönüşüm uygulamalarında kullanılacak olması ise meselenin ironi içeren yanlarından biridir. Denetim görevinin ve yapı güvenliğinin vatandaşa devredildiği, beyanda bulunmayanın yapısının kaçak olmaya devam ettiği, beyanda bulunanın da neye göre bir işlem gerçekleştirdiğinin bilinemez olduğu ve arazi durumunun da depremsellik bakımından değerlendirilmediği bir ortamda "afet risklerine yönelik hazırlık yapıldığı" ya da "şehirlerin imarının yeniden düzenleneceği" ifadeleri gerçeği yansıtmamaktadır. Şehirleşmenin bu şekilde yönetildiği bir uygulama ve perspektifin yeryüzünde örneği bulunmamaktadır.

Ekonomik ve siyasi kriz ortamında iktidarın kapsamı neredeyse yerden göğe uzanan imar affına bir can simidi gibi sarılması boşuna değildir. 31 Ekim 2018 tarihine kadar olan süreçte 7 milyon 920 bin kişinin imar affına başvurduğu ve 5 milyar lira ödemenin gerçekleştiği ifade edilmektedir. Oysaki yaz aylarında yapılan açıklamalardan beklentinin 14-15 milyon vatandaş olduğu ve beklenen gelirin ise 40-50 milyar olduğu anlaşılmaktadır. Dolayısıyla "bundan sonra kaçak yapan yandı" şeklindeki açıklamalar da gerçeği yansıtmamaktadır. Bu kadar geniş kapsamlı ve kolay başvurunun yapılabildiği bir imar affı uygulamasında bile başvurunun yetersiz kalmasının bir nedeni de paranın nakit olarak tek seferde talep edilmesidir; çünkü bütçenin durumu ortadadır ve ne pahasına olursa olsun bütçeye kaynak lazımdır.

İmar affı düzenlemesi Anayasa`nın, Tarih, Kültür ve Tabiat Varlıklarının Korunması başlıklı 63. Maddesine; Ormanların Korunması ve Geliştirilmesi başlıklı 169. Maddesine; Kıyılardan Yararlanma başlıklı 43. Maddesine; Devletin, tarım arazileri ile çayır ve meraların amaç dışı kullanılmasını ve tahribini önlemek ile görevli olduğunu belirten Tarım, Hayvancılık ve Bu Üretim Dallarında Çalışanların Korunması başlıklı 45. Maddesine; Sağlık Hizmetleri ve Çevrenin Korunması başlıklı 56. Maddesine ve tüm bunlara uyulmasına gönderme yapan temel esaslara ilişkin 11. Maddesine aykırıdır. Söz konusu tebliğ ve dayanağı olan yasal düzenlemenin Anayasa`nın bağlayıcılığı ve üstünlüğü ilkesi ve alıntılanan diğer Anayasa hükümlerini ihlal etmesi nedeniyle, ilgili tebliğin tamamının iptal edilmesi talebiyle, Danıştay Başkanlığı tarafından konunun değerlendirilerek Anayasa Mahkemesi`ne iletilmesi için tarafımızca dava açılmıştır. 

İmar affı ekonomik boyutuyla olduğu kadar siyasi gücü de yeniden üretmenin bir aracı olarak kurgulanmıştır. Büyük sermayeye, büyük ölçekli projelere verilmiş bir imtiyaz olup, alt ve orta sınıflar için ise "rıza inşası" işlevi görmektedir. Mekânsal yeniden bölüşüm ve rantın asimetrik dağıtımı ile iktidar, varlığını ve sürdürülebilirliğini güvence altına almaya çalışmaktadır. İmar affı ile ciddi bir sermaye hareketi gerçekleşmekte, toplumsal rantın söz konusu yeniden dağıtımı yeni bir mekânsal biçem oluşturmaktadır.

Sonuç olarak, hangi ilin imar affına en çok başvuruda bulunduğunun takdir edildiği, toplam kaçak yapı stokunun ve beklenen gelirin adeta alkışlandığı bu trajik süreçten anlaşıldığı üzere mevcut iktidar kentlerin yağma edilmesinin, ortak kamu mallarının talan edilmesinin, planlama değil piyasa odaklı şehircilik politikası ve uygulamasının yine başat uygulayıcısı olacaktır.

Bu bakımdan imar barışı ifadesiyle manipüle edilen imar affı düzenlemesi Anayasa`ya ve mevcut mevzuata, toplumsal meşruiyet alanına, doğal, tarihi ve kültürel değerlere, kentlere, yaşama,   emeğe, geçmişe, bugüne ve geleceğe ihanettir.

TMMOB Şehir Plancıları Odası olarak, seçim öncesinde popülist bir tavırla, halk sağlığını ve kent güvenliğini tehlikeye atan, doğal alanları tahrip eden, kaçak yapılaşmayı yasallaştıran ve açıkça bir seçim yatırımı ve ekonomik gelir kaynağı olarak planlanan bu ihanet sürecinin takipçisi olacağımızı, adil ve eşit bir yaşamın ve mekânın değerine inanarak, bunun imkânı için mücadele ederek halkın, toplumun kentlerini, barınma ve yaşam hakkını savunmaya devam edeceğimizi kamuoyuna saygı ile duyururuz.

 

TMMOB Şehir Plancıları Odası