ŞPO: PLANSIZLIĞA, DOĞA DÜŞMANLIĞINA, KAMU KAYNAKLARININ İSRAFINA VE İNŞAATA DAYALI EKONOMİK MODELİN ÇILGIN PROJELERİNE, KANAL İSTANBUL’A HAYIR!

30.12.2019

TMMOB Şehir Plancıları Odası, Kanal İstanbul Projesine ilişkin 30 Aralık 2019 tarihinde bir basın açıklaması yaptı.

Plansızlığa, Doğa Düşmanlığına, Kamu Kaynaklarının İsrafına ve İnşaata Dayalı Ekonomik Modelin Çılgın Projelerine, KANAL İSTANBUL`a Hayır!

21. yüzyılın üçüncü on yılına girilirken gelişmişlik artık fiziki büyüklük üzerinden yani nicelik değil, nitelik/kalite üzerinden ölçülüp, değerlendirilmektedir. Yaşam kalitesi, ekolojik sürdürülebilirlik, kamu yararı, toplumsal yarar, katılım süreçleri, demokratik karar üretme mekanizmaları, sosyal adalet gibi kavramlar sıklıkla tartışılmakta, bu kavramlara dayalı yeni ve yüzü geleceğe dönük hem ekonomik hem kentsel modeller üretilmektedir.

Ancak, iktidara geldiği günden bugüne kadar inşaat sektörünü ekonomik kalkınma modelinin başat sektörü olarak seçen,  toplumun geniş kesimlerini ilgilendiren, yaşamsal seviyede önemli olan tarım ve hayvancılık gibi üretici sektörler güç kaybederken müdahalede bulunmaktan imtina eden mevcut iktidar, her fırsatta ekonomide büyük payı inşaat sermayesine aktarma yönünde politikalar yürütmeye devam etmektedir.

Merkezi yönetimin  sermaye ile olan ilişkisi süreç içerisinde sürekli biçim ve ölçek değiştirmiştir. İnşaat sektörünü beslemek ve oluşan ranttan belirli çevrelere pay aktarmak arzusu AKP`nin inşaat sektörüne yönelik hamlelerinin ölçeğini büyütürken aynı oranda akıl ve bilimden uzaklaştırmıştır.

Gelinen noktada inşaat harici bir kalkınma modeli düşünülemez hale gelmiş; ülke ekonomisi adeta betona bağımlı hale getirilmiştir. Rasyonel akıl ve bilimden uzaklaşmış bu bağımlılık hali neticesinde ülkemiz sadece arazi rantından pay elde etmek amacıyla ardı arkası kesilmeyen büyük projelere mahkum edilmiştir. Hayata geçirilen büyük projelerin birçoğu günümüzde ya atıl halde durmakta ya da zararına işletilmeye devam edilmektedir. Netice itibariyle dar gelirli geniş kesimlerin sınırlı bütçelerinden aktarılan paylarla bir avuç inşaat sermayedarı semirmeye devam etmektedir.

Önceki dönemlerde mega-çılgın projeleri, genellikle Yap-İşlet-Devret modeliyle belirli bir sermaye grubuna yaptıran hükümet, bu durumu vatandaşın cebinden para çıkmadan yaptığını savunmuş ancak ülkenin dört bir yanında 49 yıla varan taahhütlerle, gelecek nesiller dahi hiç bir toplumsal katma değer üretmeyen inşaat şirketlerine borçlandırılmış, Türkiye`nin geleceği ipotek altına alınmıştır. Ne yazık ki bu doğrultuda inşa edilen rant projelerine çok sayıda örnek sıralamak mümkündür. En öne çıkanları;

*   Yaklaşık 290 Milyon dolar (1,8 milyar TL) bedelle, İstanbul`un en önemli içme suyu havzalarından olan Ömerli Baraj Havzası içerisinde inşa edilen Formula 1 Pisti, yapım maliyetinin %1`i bedelle kiralanmıştır. Ülkenin geleceğine, eğitimine, sağlığına yapılabilecek yatırımlara mal olan bu akıl dışı proje (pist), uzmanların tüm karşı çıkışlarına rağmen yapılmış, ülkenin kamburu, hız tutkunlarının mekanı haline gelmiş durumdadır. Ülkenin çok sayıda yatırım bekleyen öncelikli sorunu dururken yapımında ısrar edilen projede, planlama ilke ve esasları da  sürece dahil edilmemiş,  meslek odaları ve bilim insanları tarafından sunulan raporlar dikkate alınmamış ve halkın vergileri bugün büyük oranda atıl hale gelmiş olan, yer seçimi nedeniyle de ekolojik tahribatlar yaratan bu projeye aktarılmıştır. .

*  Kütahya, Afyonkarahisar ve Uşak illerine hizmet etme amacıyla yaklaşık 50 milyon Euro`ya inşa edilen Zafer Havalimanı, planlamada karar alma süreçlerine, bilimsel gerekliliklere ve teknik ölçütlere uyulmadan yapılan yer seçimleri nedeniyle, ihalede belirlenen garanti yolcu sayısında %95.8 yanılma payı ile işletmeye alınmıştır. Böylesine irrasyonel ve zorlama bir projenin maliyeti olarak da ilgili firmalara ilk 6 yılda 20 milyon 855 Bin Euro Garanti Yolcu ücreti ödenmiştir. Söz konusu üç ilin toplam nüfusu 1.652.920 iken, 2017 yılı için 1.137.364 yolcu garantisi verilen havalimanı için 29 yıllık işletme süresi boyunca  yaklaşık 205 Milyon Euro`nun halkın cebinden ilgili firmaya aktarılacağı tahmin edilmektedir.  

* Osmangazi Köprüsü`nde günlük 40.000 araç garantisi ile 3 yılda, 43.800.000 araç geçişi garanti edilirken, bu sayının yaklaşık yarısı olan 22.306.468 otomobil eşdeğer araç geçişi yapılmıştır. 11.5 Milyar TL bedelle vatandaşın cebinden para çıkmadan mal edildiği açıklanan köprü ile ilgili olarak, geçmeyen her araç için 35 Dolar+KDV hazineden ilgili firmaya verilmektedir. Bu durumda sadece 3 yılda, yaklaşık 4.5 milyar TL, tüm yurttaşların vergilerinden ilgili firmalara aktarılmıştır. Buna ek olarak köprüden geçen yurttaşların 3 yılda ödediği toplam ücret ise yaklaşık 2.1 Milyar TL`dir. Köprü güzergahları boyunca binlerce hektar verimli tarım arazisini ortadan kaldıran, sulak alanları tahrip eden ve ekosistem bütünlüğüne ciddi ölçüde zarar veren söz konusu projenin ilk 3 yılında, ilgili sermayedarlar 6.6 milyar TL kazanç elde etmiştir ve bu tutar toplam maliyetin yarısına denk gelmektedir. Ekolojik değerlere verilen ve geri dönüşü olmayan zararlar yanında, köprüden geçmeyen her araç için, kalan 8 yıl boyunca her gün tüm yurttaşların cebinden yerli ve yabancı firmalara para aktarılmaya devam edilecektir. 

*  Dönemin Ankara BŞB Başkanı tarafından yılda 10 Milyon turist çekeceği öne sürülerek, 750 milyon dolara (Yaklaşık 4.5 Milyar TL) mal edildiği belirtilen ANKAPARK, 29 yıllığına 765 Milyon TL`ye devredilmiştir. Başkent Ankara`nın yıllık ortalama 500 Bin, İstanbul`un 12 Milyon turist ağırladığı mevcut ortamda, bir temaparkın 10 milyon turist ağırlayacağı öngörüsüyle yapılan proje, plan iptal kararları ve ilgili meslek çevrelerinin tüm itirazlarına rağmen Atatürk Orman Çiftliği`nde inşa edilmiş ve batık bir proje olarak tüm maliyeti halkın omuzlarına yüklenmiştir.  

*    Avrupa`nın en büyük havalimanı olacağı iddiasıyla, İstanbul`un ekolojik açıdan önem taşıyan bölgesine yapılan ve Mart ayı itibariyle kullanılmaya başlanan İstanbul Havalimanı, 2019 yılı Nisan-Kasım ayları arasında 39.252.058 adet yolcu tarafından kullanılmışken;  kapasitesi yetmediği iddiasıyla kapatılan ve üçüncü havalimanının yapımına gerekçe olarak gösterilen Atatürk Havalimanı 2018 yılının aynı döneminde 47.621.521 yolcu tarafından kullanılmıştır. Diğer bir deyişle, yerine yapılan Üçüncü Havalimanından yaklaşık yüzde 20 daha fazla yolcu ağırlamıştır. 22 Milyar 150 milyon Euro bedelle 25 yıllığına ihale edilen proje, kamu bankalarından yine ülkenin ortak kaynakları kullanılarak verilen düşük faizli kredi desteklerine rağmen yıllık yolcu garantilerinin hazine tarafından karşılanması sebebiyle yurttaşların vergileri ile finanse edilmeye devam etmektedir.   

Vatandaşların cebinden para çıkmadan mega projeler yapıldığı savıyla desteklenen, şehir hastanelerinden limanlara, otoyol projelerinden tüp geçişlere kadar her alanda uygulanan Yap-İşlet-Devret modeliyle,  hükümete yakın sermayedarlara on yıllara yayılan hazine garantili kazanç sağlanmışken; geleceğimiz ipotek altına alınmış, nesilleri kapsayacak bir yoksullaşma sürecinin temelleri atılmış, katma değer yaratmayan çılgın projeler, yıllardır yaşanan ve giderek derinleşen ekonomik krizi de beraberinde getirmiştir. 

Nesnel gerçekliklerden, gereksinimlerden ve ülke önceliklerinden uzak, katılım süreçleri işletilmeden ve meslek odaları tarafından dile getirilen itirazlar göz ardı edilerek inşa edilmiş bu tür mega projelerle, ekolojik denge tahrip edilirken,  topluma olduğu kadar doğaya da büyük maliyetler bindirilmiştir.

İnşaat sektörü üzerinden sermaye gruplarına gelir aktarmaktan başka bir hedefi olmayan bu ekonomi modelini, üretici sektörlerin büyük  oranda güç kaybettiği, işsizliğin tarihin en yüksek oranlarda seyrettiği mevcut ekonomik koşullarda dahi sürdürmek iktidar açısından bir zorunluluktur çünkü AKP`nin mevcut ekonomi modeli çok büyük oranda inşaat ve kentsel rant üzerine kurgulanmıştır. 

Bu anlamda Kanal İstanbul, plansızlığın, irrasyonelliğin, israfın, inşaata dayalı ekonomi modelinin girdiği krizdeki en son ve en yıkıcı  hamlesidir. 

Belirli aralıklarla ülke gündemine getirilen Kanal İstanbul projesi; 

- Sazlıdere, Terkos, Küçükçekmece Gölü gibi önemli su kaynaklarının tuzlanmasına,  deniz ve tatlı su havzalarının tuzluluk oranlarının ve su rejimi hidrolojisinin bozulması ile bu alanlardaki karasal ve denizel ekosistemlerin kalıcı olarak zarar görmesine,

- Milyonlarca metrekare orman alanı, mera alanı ve verimli tarım arazisi ile birlikte iki antik şehirin ile doğal ve arkeolojik sit alanlarının  yok olmasına, 

- Proje güzergahındaki aktif fay hatları üzerine 2-3 milyon ek nüfus yerleştirilmesi nedeniyle olası bir depremde risklerin artmasına,, 

- Boğazdaki iki yönlü akıntı sisteminin  ortadan kalkmasına böylelikle Karadeniz`deki kirliliğin Marmara`ya akmasına ve hem Karadeniz hem Marmara`daki ekosistemin onarılmaz bir derecede bozulmasına, 

- Geçimini tarım ve hayvancılıktan sağlayan yöre halkının hem yaşam alanlarını hem de geçim kaynaklarını kaybetmesine, 

- Bilimin, tekniğin ve aklın tamamen devre dışı bırakıldığı bir karar alma süreci sonunda, yüzbinlerce insanın yaşayacağı "akıllı" şehirlerin inşası ile,  kentteki nüfus, istihdam ve kentsel hizmet sunumu dengelerinin tamamen değişmesine,

- Yukarıda örnekleri sıralanan ve tüm yükü halkın vergilerinden karşılanan projeler gibi kanalın yapımı, işletim maliyeti ve geri ödeme süreçleriyle geleceğimizin ipotek altına alınmasına,

sebep olacaktır. 

Üst ölçek plan kararlarında yer almayan,  projenin olası ekolojik ve bölgesel etkilerini göz ardı eden eksiklik ve çelişkilerle dolu bir ÇED raporuna dayanan*, merkezi iktidar tarafından yerel idare olan İstanbul BŞB ve ilgili meslek odalarının itirazları dikkate alınmadan, katılım süreçleri işletilmeden, "çatlasanız da patlasanız da yapacağız" mantığıyla dayatmacı bir yöntemle savunulan Kanal İstanbul projesi, yukarıda bir kısmı özet olarak sunulan projeler gibi bilimsellikten uzaktır ve herhangi bir teknik gerekçeye dayanmamaktadır. Proje süreçleri hukuki normlar hiyerarşisiyle uyumsuzdur. Kalkınma projesi olamayacağı açık olan bu "çılgın" proje, Anayasa`nın, herkesin sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkına sahip olduğunu garanti altına alan 56. Maddesine aykırıdır.  

Kanal İstanbul, son 20 yıllık  dönemin kentsel ranta dayalı, doğal değerleri tahrip eden, toplumun geleceğini ipotek altına alan, sermaye çevrelerinin yararlarını önceleyen,  ekonomik paradigmanın geldiği son noktadır. Akıldışılığın, plansızlığın, bilim ve teknik karşıtlığının, doğa düşmanlığının, kamu kaynaklarının heba edilmesinin son aşamasıdır.

Mevcut durumda merkezi iktidar, inşaat rantı oluşturma ve bu rantı belirli kesimlere dağıtmaya dayalı bu ekonomik modele bağımlı hale gelmiştir, fakat bizler bu dayatmaya, akıldışılığa mahkum değiliz. 

Bilim ve tekniği halkın yararına kullanmayı şiar edinen TMMOB Şehir Plancıları Odası olarak, bu tüketici ve geleceği olmayan ekonomik paradigmanın ve yürütücülerinin ülkemize, kamusal kaynaklarımıza, doğal değerlerimize daha fazla zarar vermemesi; geleceğimizi daha fazla karartmaması için üyelerimizi ve duyarlı tüm kamuoyunu Kanal İstanbul Projesine karşı çıkmaya, ses yükseltmeye ve itiraz etmeye davet ediyoruz.

TMMOB Şehir Plancıları Odası

 

 * Kanal İstanbul Projesi ve ÇED Raporuna dair hazırlıkları tamamlanmak üzere  olan detaylı teknik  rapor TMMOB İstanbul İKK tarafından kamuoyuna sunulacaktır.

* Oluşturulan dilekçe duyurusuna buradan ulaşabilirsiniz.