TABİATI VE BİYOLOJİK ÇEŞİTLİLİĞİ KORUMA KANUNU TASARISI`NA İLİŞKİN TMMOB GÖRÜŞÜ
TMMOB’nin Tabiatı ve Biyolojik Çeşitliliği Koruma Kanunu Tasarısı’na ilişkin görüşü 11 Ocak 2011 tarihinde TBMM Çevre Komisyonu’na gönderildi.
TABİATI VE BİYOLOJİK ÇEŞİTLİLİĞİ KORUMA KANUNU TASARISI İLE İLGİLİ TMMOB GÖRÜŞÜ
GENEL DEĞERLENDİRME
TBMM gündemine taşınmış olan Tabiatı ve Biyolojik Çeşitliliği Koruma Kanunu Tasarısı bir bütün olarak değerlendirildiğinde, doğa koruma açısından sistematik bir gerilemeye karşılık gelmektedir.
Kanunun yürürlüğe girmesi ile 2873 sayılı Milli Parklar Kanunu yürürlükten kaldırılacak, doğal sit alanları 2863 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu kapsamı dışına çıkarılacaktır. Doğa koruma alanında şimdiye değin elde edilebilen kazanımlar geçersiz hale getirilecektir.
Tabiatı ve Biyolojik Çeşitliliği Koruma Kanunu Tasarısı, var olan bir eksikliği giderme yönündeki iyi niyetli arayışların kötüye kullanılmasından daha çok, koruma çabalarının "yatırım" adı altında sürdürülen ve itiraz dinlemeyen "talan" anlayışına terk edilmesidir.
Tasarı gerekçesinde mevcut mevzuat ve uygulamaları "Kuralcı ve yasakçı mantık" olarak nitelenerek, tasarı maddelerinde madencilik, enerji, turizm, kentleşme vb her türlü yatırım adeta istisna olarak kabul edilmektedir.
Tasarıda yer alan doğa koruma stratejisinde temel izlek: "koruma engelini aşmak" olarak belirlenmiştir.
Tasarının gerekçesinde, düzenlemenin uluslararası sözleşmelere uyum sağlama, tabiattaki bütün varlıkların, ekosistemlerin bütüncül korunması gibi hususlar belirtilse de; doğal varlıkların metalaştırılma sürecine güncel karşı duruş sembollerinden birisi haline gelen HES‘ler için verilen yürütmeyi durdurma kararları ile "Kültür ve Tabiat Varlıkları Koruma Bölge Kurulları"nın bu alanları doğal sit ilan etmesi ile tasarının gündeme getirilme zamanlamasının örtüşmesi tasarının getirilerinin anlaşılması açısından önemlidir.
Avrupa Komisyonu‘nun "Tabiatı ve Biyolojik Çeşitliliği Koruma Kanunu Tasarısı"nın TBMM gündemine girmesinden hemen sonra, 9 Kasım‘da yayımladığı Avrupa Birliği Türkiye 2010 İlerleme Raporunda tasarı "endişe verici bir gelişme" olarak nitelenmiştir. Bu durumun kendisi bile AKP Hükümetinin tasarıya ilişkin gerekçesinde dayanak olarak sunduğu "AB uyum süreci doğrultusunda hazırlandığı" iddiasını yalanlamaktadır.
Maddeler bazındaki gerekçelerinin belirtildiği bölümde 1. madde için, "Tabiatın ve tabii kaynakların korunması ile ilgili mevcut düzenlemeler, gerçek ihtiyaçlara ve günümüz koşullarına uygun uygulamalara imkân sağlayamamaktadır" ifadesi yer almaktadır. Koruma açısından ürkütücü olarak nitelendirilebilecek olan bu ifade, "Tabiatın korunmasıyla ilgili mevcut düzenlemelerin kimi yatırımların ve uygulamaların önünde engel oluşturduğu" düşüncesini açıkça ortaya koymaktadır.
Siyasi iradenin bu yaklaşımı, Dünya Ticaret Örgütü‘nün 2001 yılındaki "sürdürülebilir gelişme" adı altında "Ticareti engelleyici nitelikteki olduğu saptanan çevre önlemleri de dahil serbest ticaretin küreselleşmesinin önüne engel olarak çıkabilecek her türlü uygulamanın önlenmesi" kararı ile bire bir örtüşmektedir. Bu tasarı, ülkemizde, doğal varlıkların, küresel ölçeğin gerektirdiği yoğunlukta ve yaygınlıkta ticarileştirilmesi için gerekli zemini yaratacaktır.
Kanun Tasarısı, amaç maddesinden başlayarak "yatırım" adı altında bu alanlara göz dikmiş olan "talan" örgütleyicilerine karşı teslim bayrağını çekmektedir. Yasada tek amaç koruma olması gerekirken, amaç maddesinde yer verilen "...ulusal ve uluslararası öneme sahip tabii değerlerin, biyolojik çeşitliliğin ve peyzajın muhafazası ile koruma kullanma dengesi gözetilerek sürdürülebilirliği..." biçimindeki "kullanmayı" amaç içine sokan düzenlemeler, ülkemizin en önemli doğal değerlerinin gözden çıkarıldığının belgesidir.
Kanunlarda yaratılan istisnalar, sağlanan imtiyazlar, görmezden gelinen işgallerle yetinilmeyip ülke yüzölçümünün %2 si bile olamayan "doğal korunan alanlar" özel kanun kapsamından çıkarılmaktadır.
Yapılan düzenleme ile "Milli Parklar Kanunu" ve "Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu" gibi "özel kanun" niteliğine sahip yasalar tarafından korunan alanlar, "genel kanun" niteliğindeki bir düzenleme içine doldurularak, "Maden Kanunu", "Turizmi Teşvik Kanunu", "Organize Sanayi Bölgeleri Kanunu" gibi "özel kanun" niteliğini koruyan yasalar karşısında koruma kararları üstünlüğünü yitirmektedir.
Yasa tasarısı ile bilimsel çalışmayı zorunlu kılan, ulusal ve uluslararası nitelikte değer taşıyan alanlara ilişkin karar alma yetkisi 14‘ü bürokratlardan oluşan 20 kişilik kurula verilmekte, ülkemizin en önemli doğal değerleri, görevleri koruma kararlarıyla çoğunlukla çelişen, bu alanlardaki tahribatta en önemli paya sahip olan "Devlet Su İşleri Genel Müdürü", "Maden İşleri Genel Müdürü", "Enerji İşleri Genel Müdürü" nün de içinde bulunduğu "yönetici bürokratlara" emanet edilmektedir. Yasalaşması halinde böylesi bir düzenleme, 87 yıllık Türkiye Cumhuriyeti‘nde alınmış en koruma karşıtı karar olarak tarihe geçecektir.
Tasarı‘nın gerekçelerinden biri olan "doğa korumacı bir yaklaşımla hazırlandığı" "AB doğa koruma mevzuatını karşılamak" ve özellikle "korunan alanlarla ilgili karar mekanizmalarında katılımcılık" iddiası gerçeği yansıtmamaktadır.
"Katılım" aldatmacası altında, bilimsel çalışmayı zorunlu kılan, ulusal ve uluslararası nitelikte değerlere sahip alanlara ilişkin kararlar, üyelerinin tamamı idari memur olan "Mahalli Biyolojik Çeşitlilik Kurulu" keyfiyetine bırakılarak, ulusal değerler yerel pazara sunulmaktadır. Ayrıca öngörülen "koruma" yönetiminde göstermelik "katılım" ve "danışma" organlarına yer verilmekte ve dolayısıyla da Çevre ve Orman Bakanlığı her durumda tek başına "son sözü" söyleyebilecek bir konuma getirilmektedir.
Ülkemizde "doğanın korunması" alanında da göz ardı edilemeyecek düzeyde bilgi üretilmiş, deneyim birikimi oluşmuş ve oldukça etkili bir kamuoyu duyarlılığı yaratılmıştır. Bu gelişme, bir yanıyla konuyla ilgili her türlü düzenlemenin tasarlanmasını ve yürütülmesini önemli ölçüde kolaylaştıran, kamusal bir olanaktır. Üstelik Anayasamızın 56. maddesi de böyle bir tutumu zorunlu kılmaktadır. Ne var ki, bu zorunluluklar, bir yanıyla da siyasal iktidarlar için kesinlikle aşılması gereken engellerdir. Siyasal İktidar da bu gerçeklerin ayırdındadır; ayırdında olduğu içindir ki ilgili gördüğü demokratik kitle örgütü yönetici ve uzmanlarını da Tasarının hazırlanma sürecine katmıştır. Ancak, hazırlık sürecine katılan kişi ve kuruluşlar, deyim yerindeyse, yine "konu mankenliğinden" öteye geçemeyen bir konumda bırakılmıştır.
Hazırlık sürecine katılan ve katkıda bulunanların bilgisi dışında son biçimi verilen Tasarı öngörüldüğü gibi yasalaştığında;
• Ülkemizdeki doğa koruma alanında yoğun hukuksal, yönetsel ve teknik çatışmalara neden olabilecek,
• Bugüne değin koruma altına alınabilen, dolayısıyla rantı artan alanların yerli ve yabancı sermayenin istekleri doğrultusunda kullanılabilmesi daha da kolaylaştırılabilecek,
• Doğal varlıklarımızın onarılamayacak biçim ve düzeyde zarar görmesine yol açabilecek uygulamalara yasal dayanaklar sağlayabilecek,
• Doğa koruma alanında onca emek ve özveriyle elde edilebilen kazanımların yitirilmesine yol açabilecek,
• Türkiye‘yi taraf olduğu çok sayıda uluslararası sözleşme taahhütleri karşısında çeşitli uyuşmazlıklara düşürebilecek
bir dile, düzene, kapsama ve yaptırımlara sahiptir.
1- TASARI ANAYASA‘YA AYKIRIDIR
Tasarı, Doğal Varlıkların korunmasına ilişkin yasal düzenlemelerin temelini oluşturan Anayasanın; Tarih, kültür ve tabiat varlıklarının korunması başlıklı 63. maddesi genel olarak, özel önem atfedilen doğal varlıklar için; Kıyılardan yararlanma başlıklı 43., Toprak mülkiyeti başlıklı 44., Sağlık, Çevre ve Konut başlıklı 56. ve Ormanların Korunması ve Geliştirilmesi başlıklı 169. Maddelerine aykırıdır.
"Tabiatı ve Biyolojik Çeşitliliği Koruma Kanunu Tasarısı", Türkiye‘nin de taraf olduğu ülkelerarası çok sayıda anlaşmanın yanı sıra Anayasanın "Tarih, Kültür ve Tabiat Varlıklarının Korunması" başlığı altında yer verilen 63. maddesindeki;
"Devlet, tarih, kültür ve tabiat varlıklarının ve değerlerinin korunmasını sağlar, bu amaçla destekleyici ve teşvik edici tedbirleri alır."
yaptırımına aykırıdır. Anayasanın 56. maddesindeki; "Çevreyi geliştirmek, çevre sağlığını korumak ve çevre kirlenmesini önlemek Devletin ve vatandaşların ödevidir." yaptırımı ise yürürlüktedir ve "vatandaşlık ödevinin" yapılması gerekmektedir. Bu gereğin yazıklanmalarla, yakınmalarla ve özellikle de tekil sorunlara indirgemecilikle yerine getirilemeyeceği açıktır.
TBMM‘ye sevk edilen Tasarısı‘nın, yasalaşması halinde ülkemizde çevrenin korun(a)maması ve Anayasa‘nın 56. maddesinde düzenlenmiş olan sağlıklı ve dengeli doğal bir çevrede yaşama hakkının ortadan kalkması, ağır çevresel tahribatların oluşması gündeme gelecektir. 63. Maddesinde düzenlenmiş olan kültürel ve tabiat varlıklarının korunması konusunda boşluk oluşacak; iç içe geçen kültürel, tarihi ve doğal varlıkların talan edilmesine yol açacaktır.
2- TASARININ DAYANDIRILDIĞI DOĞA KORUMA STRATEJİSİ YANLIŞTIR, GERÇEKÇİ DEĞİLDİR,
Tasarıda yer alan doğa koruma stratejisinde temel izlek : "koruma engelini aşmak" olarak belirlenmiştir
Çünkü Tasarıda;
•· "Tabiatı koruma" ve "biyolojik çeşitliliği koruma" konuları birbirinden farklı eylem alanları olarak görülmektedir;
- "Tabiatı ve biyolojik çeşitliliği" koruma sorunun tek bir yasal çerçeve oluşturularak çözümlenebileceği varsayılmaktadır;
- "Doğal Sit" alanı statüsü ortadan kaldırılarak, ege kıyıları, makilik alanlar, step alanları, kıyı kuşakları, göl havzaları, dere-akarsu havzaları gibi bölgesel düzeyde çok geniş alanları kaplayan, doğal nitelikleri açısından karakteristik bir dokuya, ekosisteme sahip alanlar doğa koruma dışına çıkarılmaktadır.
•· Öngörülen koruma amaçlı düzenleme ve uygulamalar doğal varlık ve süreçlere zarar verebilen yaşama etkinliklere dışsallaştırılmaktadır;
•· "Koruma" ile "kullanma" gibi doğası gereği çoğunlukla ve de ülkemiz özelinde iki karşıt eylemin eşzamanlı olarak gerçekleştirilmesi hedeflenmektedir;
•· "Tabiatın korunması" sorunu doğal varlıkların korunmasına indirgenmekte, doğal varlıkların var olabilmelerinin ve varlıklarını sürdürebilmelerinin temel koşulu olan doğal süreçler dikkate alınmamaktadır;
•· Uluslararası kabul görmüş yaklaşımların aksine "korunacak değer ve çevresi" yaklaşımı terk edilerek, korumanın doğasına aykırı olarak, iç içe geçen ve birbirinden ayrılması mümkün olmayan doğal ve kültürel alanlar ayrıştırılmaktadır;
•· Koruma amaçlı düzenleme ve uygulamaların yalnızca özel olarak koruma altına alınabilmiş alanlar ve varlıklara indirgenmiş bir yaklaşımla geliştirilmesi öngörülmektedir;
•· Korumanın temel araçlarından birisi olan "planlama" muğlak hale getirilmiş, koruma amacı yok sayılmış, imar mevzuatı terminolojisi kullanılarak yapılaşma yolu açılmıştır;
•· Koruma amaçlı düzenleme ve uygulamaların yalnızca Çevre ve Orman Bakanlığı tarafından yürütülmesi hedeflenmekte; öteki bakanlıklar, yerel yönetimler, kamu kurumu niteliğindeki meslek örgütleri vb kurum ve kuruluşlara herhangi bir yetki, görev getirmemekte; yalnızca oluşturulması öngörülen kurullarda temsil edilmeleri olanaklı kılınmaktadır;
- Görece olarak en önemli koruma yapılarında bile, örneğin tabiatı koruma alanı, yaban hayatı koruma alanı, gen koruma alanı vb alanlarda, daha da önemlisi, bu alanların "mutlak koruma bölgelerinde" de (Madde 3/m) "üstün kamu yararı" (Madde 15/2), "stratejik kullanımı gerektiren" (Madde 15/2) vb hukuksal dayanaklara yeterince sahip olmadığı artık anlaşılan gerekçelerle, izin verilmesine, irtifak ve intifa hakları oluşturulabilmesine olanak sağlanmaktadır (Madde 15); üstelik bu alanda "son söz" için Bakanlar Kurulu yetkili kılınmaktadır;
- Koruma yapısı kazandırılmış yerlerin tümünde de 2634 sayılı Turizmi Teşvik Kanunu‘na göre "kültür ve turizm koruma ve gelişim bölgesi" ve "turizm merkezi" ayrılabilmesine izin verilmektedir (Madde 32) ;
•· Öteki ilgili yasal düzenlemelerle hemen hemen hiçbir ilişki kurulmamıştır;
- Tasarı, Çevre Kanunu‘nun 9. maddesinin "c" bendini yürürlükten kaldırarak ilgili uluslararası hukuksal düzenlemelerin dikkate alınmasını keyfi uygulamalara bırakmaktadır;
- Çevre Kanunu‘nun 9. maddesinin "f" bendini de yürürlükten kaldırarak koruma altına alınan türlerin ülke dışına çıkarılmasını, nesli tehdit ve tehlike altındaki yabani bitki ve hayvan türlerinin uluslararası ticaretini olanaklı kılmaktadır.
Bu nedenle öngörülen içeriğiyle Tasarı doğa koruma çalışmalarını rastlantılara bırakmaktadır.
3- KANUNUN "AMACI"NA İLİŞKİN DÜZENLEME DOĞA KORUMA ADINA GERİ ADIMDIR
Kanun Tasarısı, amaç maddesinden başlayarak "yatırım" adı altında bu alanlara göz dikmiş olan "talan" örgütleyicilerine karşı teslim bayrağını çekmektedir. Yasada tek amaç koruma olması gerekirken, amaç maddesinde yer verilen "...ulusal ve uluslararası öneme sahip tabii değerlerin, biyolojik çeşitliliğin ve peyzajın muhafazası ile koruma kullanma dengesi gözetilerek sürdürülebilirliği..." biçimindeki "kullanmayı" amaç içine sokan düzenlemeler, ülkemizin en önemli doğal değerlerinin gözden çıkarıldığının belgesidir.
Hâlihazırda doğa koruma mevzuatını oluşturan düzenlemelerin başında Orman Kanunu, IUCN kriterlerine göre doğal koruma alanı statüsünün belirlendiği Milli Parklar Kanunu ve doğal sit alanı ve tabiat anıtına ilişkin düzenlemelerin yer aldığı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu gelmektedir.
Bu kanunlar içinde "milli park, tabiat anıtı, tabiatı koruma alanı" statülerinin belirlendiği doğal korunan alanlar açısından uluslararası kabul görmüş kavram ve kriterlere göre düzenlemeler içeren 2873 sayılı Milli Parklar Kanunu amaç açısından diğerlerinden ayrılmaktadır.
Uluslararası doğa koruma statülerinin tanımlandığı ve hâlihazırda doğa koruma mevzuatının temelini oluşturan Milli Parklar Kanunu‘nun AMAÇ başlıklı 1. Maddesinde yer alan "... Yurdumuzdaki milli ve milletlerarası düzeyde değerlere sahip milli park, tabiat parkı, tabiat anıtı ve tabiatı koruma alanlarının seçilip belirlenmesine, özellik ve karakterleri bozulmadan korunmasına, geliştirilmesine ve yönetilmesine ilişkin esasları düzenlemektir..." tanımı ile ulusal mevzuat içinde amacı sadece koruma olan tek kanundur. Kanun genelinde bu alanlarda ekosistemlere zarar verilemeyeceği, kaynak değerlerinin korunmasının esas olduğu hükme bağlanmıştır.
Milli Parklar Kanunu, amacı doğrultusunda, kanun bütününde değerlendirildiğinde; kanun metni içinde yer alan her türlü iş ve işlem kanunla belirlenecek koruma alanlarının kaynak değerlerinin (doğal, kültürel, tarihi ve arkeolojik) korunması ve gelecek kuşaklara aktarılabilmesine yönelik olarak kurgulanmıştır.
Oysa kanun tasarısının amaç başlıklı 1. Maddesinde ne olduğu belli olmayan "koruma kullanma dengesi" ne yer verilerek karşılığı belirsiz olan "sürdürülebilirliğine ilişkin" tanımı getirilerek geri adım atılmıştır. Diğer bir ifade ile "Amaç" maddesinin kanunun bütünü açısından temel referans maddesi olduğu göz önüne alındığında, doğal değerlerin korunması amacını belirsizleştiren, etkisizleştiren ve ikincilleştiren kavramlara yer verilerek "koruma kullanma dengesi" ve "sürdürülebilirlik" gibi iki esnek şarta bağlanmıştır.
Tasarı‘nın amaç maddesinde ifade edilen koruma kullanma dengesi gözetilerek ülkemizin kara, kıyı, sucul ve deniz alanlarındaki ulusal ve uluslararası öneme sahip doğal değerler, "biyolojik çeşitlilik ve peyzajın muhafazası" doğrultusunda koruma kullanma dengesinin üzerinde sürdürülebilirlik kavramı yasanın niyetini ifade etmektedir. Bu alanlar sürdürülebilirlik içerisinde ekonomik faaliyete açılacak demektir. Tasarı ile mevcut ÇED süreçleri sayesinde korunan alanlarda gerçekleşen tahribat bu sefer Ekolojik Etki Değerlendirmesi (EED) adı altında hazırlanacak raporlarla yürütülecektir. ÇED Raporları benzeri bir süreçle "ekolojik etki değerlendirmesi" raporları ile korunan alanlar yatırımlara açılmış olacaktır.
Tasarıda ilkelerin düzenlendiği 4.madde, "Tabiat, biyolojik çeşitlilik ve peyzaj değerlerinin muhafazası ile sürdürülebilir kullanımının sağlanmasına ilişkin, korunan alanlarda koruma ve kullanım kararlarının uzun devreli gelişme planları veya her tür ve ölçekteki planlar ile belirlenmesi esastır" tanımlamasının ilke kısmına bile yedirilmesi, tasarının ruhu açısından önemlidir. Eğer bir kanun koruma amaçlı ise "....korunması, devamlılıklarının sağlanması, iyileştirilmesi ve bu alanlardaki bitki ve hayvan türlerinin muhafazası" temel ilke olması gerekmez mi? Oysa yasa koyucu niyetini gizlemeden, "koruma yerine sürdürülebilirlik" i tercih etmiştir.
4. Madde‘nin a fıkrasındaki "korunan alanların koruma ve kullanım kararlarının uzun devreli gelişme planları veya her tür ve ölçeklerdeki planlarla belirlenmesi esastır." ifadesi ise Bakanlığın "icracı" tutumunu ifade etmektedir. Bu demektir ki koruma alanlarının statülerini özgünlükleri belirlemesi gerekirken, doğal koruma alanları yapılaşmaya kurban edilebilecektir.
4- DOĞA KORUMA ALANINDA ŞİMDİYE DEĞİN ELDE EDİLEBİLEN KAZANIMLAR GEÇERSİZ HALE GETİRİLECEKTİR
Tasarıdaki kavramsal boşluklar, belirsizlikler ve anlam kaymaları, uygulamaları kargaşaya dönüştürebilecek, her türlü yapılaşma ile maden, turizm gibi sektörlerin kullanımına olanak verecektir,
Türkiye‘de geçerli olan ekonomik büyüme süreci yeni sermaye birikim alanlarının bulunmasını ve ticarileştirilmesini gerektirmektedir. Doğal varlıklar ise, ülkemizde, henüz böyle bir büyüme düzeninin gerektirdiği yoğunlukta ve yaygınlıkta ticarileştirilememiştir. En son düzenlenen içeriğiyle Tasarı, öngörüldüğü gibi yasalaştığında hemen hemen tümüyle bu yetersizliğin aşılmasına sınırsızca katkıda bulunabilecek bir düzenleme işlevini görecektir.
Çünkü Tasarıda;
•· Eşgüdümcü, denetleyici, yaptırım uygulayıcı, bağımsız, demokratik bir kamusal yönetim yapısı öngörülmemektedir;
•· Yer verilen "ulusal biyolojik çeşitlilik kurulu" ile "mahalli biyolojik çeşitlilik kurulları", dahası "tabiatı koruma bilim heyeti", her yönüyle siyasal iktidarlara bağımlı, yeterince katılımcı olamayacak kurullardır; aralarında yetki ve sorumluluk işbölümü yoktur;
•· Ulusal biyolojik çeşitlilik kurulu" ve "mahalli biyolojik çeşitlilik kurulları" ile "tabiatı koruma bilim heyeti" etkinlik alanları örtüşmemekte; aralarında işlevsel bir bağ kurulmamakta; 8. Maddenin 2. bendinde sözü edilen "biyolojik çeşitlilik uzman listesinde kimlerin yer aldığı belirtilmemekte ve 6 üyenin kim tarafından ve nasıl "seçileceğine" herhangi bir açıklık getirilmemektedir;
•· Tasarının 6. Maddesine göre; "Bu kanun kapsamına giren konularda genel istişarenin sağlanmasını, tabiatın ve biyolojik çeşitliliğin korunmasını ve bilimsel esaslara göre yürütülmesini sağlamak maksadıyla gerekli kararları almak üzere..." oluşturulan 20 kişilik Ulusal Biyolojik Çeşitlilik Kurulu‘ nun çoğu üyesinin genel müdür ya da genel müdür yardımcısı gibi kamu görevlilerinden oluşturulması öngörülmektedir; öyle ki, bu kurulda DSİ ve Maden İşleri, Bayındırlık ve İskân Bakanlığı Teknik Araştırma ve Uygulama Genel Müdürleri yahut yardımcılarının da yer verilmiştir. "Mahalli Biyolojik Çeşitlilik Komisyonu"nun üye bileşiminde bile büyük ölçüde korunan bu yapının siyasal iktidarlara bağımlı olması kaçınılmazdır;
- 6. Maddede önce "bu kanun kapsamına giren konularda genel istişarenin sağlanması" görevi verilen "Ulusal Biyolojik Çeşitlilik Kurulu", maddeye göre "tabiatın ve biyolojik çeşitliliğin korunmasını ve bilimsel esaslara göre yürütülmesini sağlamak amacıyla gerekli kararları..." da alabilecektir; ancak bu kararların niteliğine, daha da önemlisi yaptırım gücüne hiçbir açıklık getirilmemektedir;
•· Daha önce herhangi bir koruma yapısına kavuşturulmuş alanların yürürlükteki yapısı, Geçici 1. maddeye göre, "uygun statü verilinceye değin", sürdürülebilecektir; bu yaptırımıyla Tasarı, aynı koruma statüsüne sahip alanların bile farklı yönetsel yapılarla yönetilmesi gibi keyfiliklere yol açabilecektir;
- Tasarının 9. maddesinin 3. bendine göre; "Uzun devreli gelişme planları da dâhil olmak üzere korunan alanlara ait her tür ve ölçekteki planlar Bakanlıkça yapılır, yaptırılır ve onaylanır. Bu alanlarda sit alanı bulunması halinde sadece sit alanlarıyla sınırlı kalmak kaydıyla ilgili Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulunun uygun görüşü alınır."; Böylece, görece olarak bağımsız organlar olan söz konusu koruma bölge kurullarının işlevleri sözü edilen "uygun görüşü" vermekle sınırlandırılmış olmaktadır.
Bilindiği gibi, doğanın, bu kapsamda da biyolojik çeşitliliğin korunabilmesi ancak yeterince etkili kamusal bir yönetsel yapıyla kalıcı sonuçlar verebilecek bir etkinlik alanıdır. Oysa Tasarının yukarıda örneklenen yetersizlikleri giderilemediğinde böyle bir yönetsel yapı da kurulamayacak, söz konusu etkinliklerin amacına ulaşabilmesi de büyük ölçüde rastlantılara kalacaktır.
5- KANUN TASARISI İLE KORUNAN ALANLARA İLİŞKİN DÜZENLEMELERİN "İSTİSNA" - "ÖZEL KANUN" NİTELİĞİ ORTADAN KALDIRILMAKTADIR
Tasarı gerekçesinde mevcut mevzuat ve uygulamalar "Kuralcı ve yasakçı mantık" olarak nitelenerek, tasarı maddelerinde madencilik, enerji, turizm, kentleşme vb her türlü yatırımı adeta istisna olarak kabul etmektedir. Bu sektörlerin kanunlarında yaratılan istisnalar, sağlanan imtiyazlar, görmezden gelinen işgallerle yetinilmeyip ülke yüzölçümünün %2‘si bile olamayan "doğal korunan alanlar" özel kanun kapsamından çıkarılmaktadır.
1996 yılında taraf olduğumuz Biyolojik Çeşitlilik Sözleşmesi‘nden doğan yükümlülüğümüz nedeniyle biyolojik çeşitliliğin ve tüm unsurlarının ülke çapında korunması zorunluluktur. Mevcut mevzuat kapsamında doğal varlıkları çevre kavramı içinde en geniş şekilde ele alan 2872 Sayılı Çevre Kanunu genel kanun niteliğindedir. Tasarı ile Çevre Kanunu‘nun maddeleri yürürlükten kaldırılmakta, tüm ülke genelinde alan gözetmeksizin sözleşme hükümlerinin uygulanması zorunluluğu tasarıyı "genel kanun" niteliğine dönüştürmektedir.
Yapılan düzenleme ile "Milli Parklar Kanunu" ve "Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu" gibi "özel kanun" niteliğine sahip yasalar tarafından korunan alanlar, "genel kanun" niteliğindeki bir düzenleme içine doldurularak, "Maden Kanunu", "Turizmi Teşvik Kanunu", "Organize Sanayi Bölgeleri Kanunu" gibi "özel kanun" niteliğini koruyan yasalar karşısında koruma kararları üstünlüğünü yitirmektedir.
Bu çerçevede "koruma" istisna olmaktan çıkarılarak doğa koruma alanları ve diğer doğal alanlar her türlü etki ve baskıya açık hale getirilmektedir.
6- TASARIDA, DOĞA KORUMANIN TEMEL ARAÇLARINDAN BİRİSİ OLAN PLANLAMA, SİYASAL İKTİDARLARIN HER TÜRLÜ KEYFİLİKLERİNE AÇIK HALE GETİRİLMİŞTİR
Tasarıda öngörülen planlama yaklaşımı, imar mevzuatı ile doğrudan örtüştürülmüş, doğal alanlarda yapılaşma yolu açılmıştır.
Doğa koruma alanı statüsü kazanan yerlerde yapılan planların amacının "doğa koruma" olması gerekirken, temel amacı yerleşme ve yapılaşmaya yönelik düzenlemeler olan "İmar Kanunu"nda yer verilen planlama yaklaşımı ile örtüştürülmüştür.
Tasarıda, planlama işlevi ile ilgili olarak iki planlama düzlemine yer verilmekte, ayrıca muğlak bir yetki tariflenmektedir.
•i) Uzun Devreli Gelişme Planı
ii) Tür ve habitat koruma eylem planı.
iii) Her ölçekteki planlar
Bu yaklaşımla ilgili yaptırımlar öngörülüğü gibi yasalaştığında doğa koruma alanları;
•· Koruma amacına uygun planlanamayacak,
•· Hazırlanan "planlar" ise doğaya ve bu kapsamda doğal alanlara zarar verebilecek kararlara, eylemlere ve yapılaşmalara dayanak olabilecektir.
Meri mevzuatta yer alan düzenlemede koruma amacına uygun planlama yaklaşımı ve sadece ".. iskan ve yapılaşmaya konu olacak yerler için.." imar uygulama planları yapılması zorunlu tutulmuş, korunan alanların imar mevzuatında tanımlanan şekliyle "her tür ve ölçekteki" imar planlarına konu olması da engellenmişken:
Tasarının "Bakanlığın Görev ve Yetkileri" başlıklı 6. maddesinin 1. fıkrasının (b) bendinde "...korunan alanlara ait yönetim planları dahil olmak üzere her tür ve ölçekteki planları yapmak, yaptırmak ve onaylamak..." düzenlemesinde, sözü edilen "her tür ve ölçekte plan" ların amacı, kapsamı ve niteliğinin ne olduğuna ilişkin olarak herhangi bir açıklık getirilmemiş, aynı zamanda "veya" bağlacına yer verilerek imar mevzuatının terminolojisi kullanılarak, korunan alanda uzun devreli gelişme planı, çevre düzeni planı, imar planı yapma tercihi -keyfiyeti siyasi iktidarlara bırakılmıştır.
Doğa koruma alanı statüsü kazanan yerlerde yapılan planların amacının "doğa koruma" olması gerekirken, temel amacı yerleşme ve yapılaşmaya yönelik düzenlemeler olan "İmar Kanunu"nda yer verilen planlama yaklaşımı ile örtüştürülmüş, amaca yönelik bir planlama yaklaşımı öngörülmemiştir.
Aynı şekilde, kullanım kararları için meri mevzuatta yer alan ekosistemin korunması zorunluluğu, korunan alanların niteliklerini ve ekosistemleri bozucu kararların alınmasını kısıtlayan düzenlemelerin tamamı kaldırılmaktadır. Korunan alanlara ilişkin kullanım kararları herhangi bir esasa veya kısıta tabi olmaksızın sadece plan kararlarına bırakılmaktadır.
Tasarının doğal varlıkları ve biyolojik çeşitliliği, kültürel, tarihi, arkeolojik değerlerden ve insan etkisindeki alanlardan ayrıştırdığı hesaba katıldığında, planlama yapılacak alanlar nereleridir? sorusu önem kazanmaktadır.
Diğer bir ifade ile tasarıda kültürel değerlere hiç yer verilmediğinden, korunan alanlarda kültürel değer bulunan yerler hiçbir şekilde koruma alanı ilan edilemeyecektir. Bu durumda doğal alanlar, yani biyolojik çeşitlilik açısından önemli alanlar, biyogenetik rezerv alanlarında, nadir, endemik, tehlike altındaki türlerin yaşam alanlarında, orman alanlarında her ölçekteki planlar yapılacak olup bu alanlarda yapılaşma yolu açılmaktadır.
Açıktır ki, yatay ve dikey tümleşikliğin gerektiğince sağlanması her türlü planlama çalışmasının öncelikli koşuludur. Tasarıda bu koşul yerine getirilmemekte, aksine, gerçekte "plansızlık" olarak nitelendirilebilecek karar ve uygulama süreçlerine olanak verilmektedir. Bu durum, doğa koruma amacıyla kullanılabilecek kısıtlı kaynakların savurganlığına yol açabilecek, yanı sıra, siyasal iktidarların, somut olarak da ilgili yönetimlerin her türlü keyfi karar ve uygulamalarını kolaylaştırabilecektir.
7- DAHA ÖNCE ÇEŞİTLİ KORUMA STATÜSÜ VERİLMİŞ ALANLAR RANT UĞRUNA GÖZDEN ÇIKARILMAKTADIR
Tasarının Geçici 1. ve 2. Madde hükümleri yasa koyucunun amacını yorum yapmaya bile gerek kalmayacak kadar net olarak ortaya koymaktadır. Tasarı‘ya göre mevcut tüm statüler / korumalar vb. kaldırılacak, hangi alanlara ne tür statü verileceği ve koruma dışı kalacağı yeniden belirlenecektir. Yani geçmişe sünger çekilecek, beyaz sayfa açılacaktır.
Tasarının Geçici 1. maddesinin 2. bendine göre;
"2863 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu ve ilgili mevzuat kapsamında doğal / tabii sit olarak tescil ve ilan edilmiş alanlardan; bu Kanunun 9 uncu maddesinde tanımlanmış koruma alanlarında ve 31 / 8 / 1956 tarihli ve 6831 sayılı Orman Kanunu kapsamına giren orman ve orman rejimine tabi olan sınırlar içerisinde kalan alanlarda yer alanların doğal sit veya tabii sit statüleri ile 2863 sayılı Kanuna göre belirlenen korunma alanları statüleri...."
kaldırılabilecektir.
Geçici 2. maddesine göre de;
"2863 sayılı Kanun ve ilgili mevzuat kapsamında doğal / tabii sit olarak tescil ve ilan edilmiş alanlardan sulak alanlar, özel çevre koruma bölgeleri, milli parklar, tabiat parkları, tabiat anıtları, tabiatı koruma alanları, yaban hayatı koruma ve yaban hayatı geliştirme sahalarında ve 6831 sayılı Kanun kapsamına giren orman ve orman rejimine tabi olan sınırlar içerisinde kalan alanlar dışında kalan alanlardaki 2863 sayılı Kanun kapsamında tescili yapılmış doğal sit ve tabiat varlıkları "Ulusal Biyolojik Çeşitlilik Komisyonu" tarafından değerlendirilir ve Bakanlık tarafından uygun koruma statüsü..."
verilebilecektir.
Tasarı öngörüldüğü gibi yasalaştığında, siyasal iktidarlar bu geçici maddelerle her türlü koruma yapısında gerekli gördüğü yapısal değişikliklere gidebilecektir.
Tasarının yürürlüğe girmesi ile bugüne kadar alınmış doğal SİT, milli park kararları yeniden değerlendirilmeye tabi tutulabilecek, verilmiş olan iptal kararları yeniden değerlendirilebilecektir. Yani koruma alanlarına yönelik HES, madencilik vb. için verilen iptal kararları boşluğa düşürülerek talan süreçlerinin de önü açılacaktır. Tek başına bu durum bile hükümetin uyum sürecine dönük açıklamalarının samimiyetsizliğini göstermek açısından yeterlidir. Tasarı öngörüldüğü gibi yasalaştığında, siyasal iktidarlar bu geçici maddelerle her türlü koruma statüsünü kaldırılabileceği gibi statü değişikliği keyfiyetine sahip olacaklardır.
8- DOĞAL SİT TANIMI KALDIRILARAK KORUMA MEVZUATINDA BOŞLUK OLUŞTURULMAKTADIR
Tasarı ile doğal ve kültürel (Tarihi, arkeolojik vs) değerler birbirinden ayrıştırılmaktadır. Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu kapsamında geçen "doğal" ifadelerinin tamamı çıkarılmaktadır. Kültürel ve doğal mirasın iç içe geçtiği korunan alanlar hangi statü ile korunacaktır belli değildir. "Biyolojik çeşitlilik" özelinde yalıtılmış bir alan bulmak mümkün değildir.
Doğal sit alanı statüsü kaldırıldığında, doğal ve kültürel kaynak değerlerinin birbirinden ayrılması nedeniyle sadece HES yapılması planlanan alanlar değil, Boğaziçi, tüm kıyılar ve koylar, makilikler, zeytinlikler, akarsular, göller, ormanlar ile iç içe geçmiş kültürel tarihi ve arkeolojik değerler de koruma yaklaşımı dışına çıkarılacaktır. Ya da sadece arkeolojik ve tarihi değerler açısından sit alanı ilan edilerek iç içe geçen ve çevresinde yer alan doğal değerlerin tahribine yol açılabilecektir.
Doğal sit alanlarının kaldırılması, "...Bilim, muhafaza veya doğal güzellik açısından istisnaî evrensel değeri olan doğal sitler veya kesinlikle belirlenmiş doğal alanlar...." tanımının yer aldığı taraf olduğumuz "Dünya Kültürel ve Doğal Mirasının Korunmasına Dair Sözleşme" hükümlerine aykırıdır.
Tasarının geçici 2‘nci maddesindeki "...2863 sayılı Kanun kapsamında tescili yapılmış doğal sit ve tabiat varlıkları Ulusal Biyolojik Çeşitlilik Kurulu tarafından değerlend