TMMOB ADANA KENT SORUNLARI SEMPOZYUMU BAŞLADI

15.03.2019

Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği Adana İl Koordinasyon Kurulu’nun düzenlediği Adana Kent Sorunları Sempozyumu’nun dördüncüsü “Kentleşemeyen Adana” temasıyla Yaşar Kemal Kültür Merkezi’nde 15 Mart 2019 tarihinde başladı.

Sempozyuma TMMOB Yönetim Kurulu Başkanı Emin Koramaz, Yönetim Kurulu II. Başkanı Selçuk Uluata, CHP Adana Milletvekilleri Ayhan Barut ve Müzeyyen Şevkin, Seyhan Belediye Başkan Adayı Akif Kemal Akay, TMMOB’a bağlı odaların başkan ve yönetim kurulu üyeleri, Sendikalar, Demokratik Kitle Örgütleri ve çok sayıda vatandaş katıldı.

Sempozyumun açılışında konuşan TMMOB Adana İKK Sekreteri Erol Salman, Adana’nın kadim tarihinin, coğrafi özelliklerinin, zengin kültürel birikiminin ve çalışkan insan potansiyelinin mühendislik, mimarlık ve şehir plancılığı bilgi birikimiyle buluşturulması ile dünyanın sayılı kentleri arasına girecek bir kent haline geleceğini söyledi. Salman, "Siyasi ve ekonomik çıkarcılığın ortadan kaldırıldığı yönetim ilkesine sahip, insan odaklı ve öncelikli hizmet üretmek yerel yönetimlerin temel karakteri olmalıdır. TMMOB toplumsal sorumluluğunun bir gereği olarak, kentimizin doğru yönetilmesi, kamu kaynaklarının yerinde ve doğru kullanımı, plan ve uygulamaların doğa ve çevreyle barışık olması doğrultusunda söz söylemeye, öneri üretmeye ve sermayenin sınırsız sömürü hırsı karşısında yurttaşların haklarının korunması için mücadele etmeye devam edecektir" dedi.

Ardından TMMOB Yönetim Kurulu Başkanı Emin Koramaz açılış konuşması yaptı.

Koramaz’ın açılış konuşması şöyle:

Değerli Meslektaşlarım, Değerli Konuklar

TMMOB Yönetim Kurulu adına hepinizi sevgi ve saygıyla selamlıyorum. Seçimlere 2 hafta kala bu anlamlı etkinliği düzenleyen Adana İl Koordinasyon Kurulumuza, Adana birimlerimizin yöneticilerine, çalışanlarına ve sempozyum boyunca görüşlerini bizimle paylaşacak bilim insanlarına teşekkür ediyorum.

Değerli Konuklar,

Kent Sempozyumları TMMOB örgütlülüğünün en önemli ve en yaygın etkinliklerinden biridir. Birliğimize bağlı odaların kentlerin sorunlarına ilişkin kendi meslek disiplinleri ışığında düzenledikleri faaliyetler 2006 yılında gerçekleştirilen 39. Genel Kurulumuzda alınan kararla birlikte, İl Koordinasyon Kurullarımız bünyesinde yürütülen ortak faaliyetler haline dönüştürülmüştür.

Bu sempozyumlarda bugüne kadar alt yapı hizmetlerinden kentsel dokuya, afetlerden çevre düzenlemesine, turizmden kent suçlarına, ulaşımdan konut projelerine kadar pek çok farklı konuda şehirlerimizin sorunları irdelendi ve çözüm önerileri geliştirildi. Mesleki bilgi ve birikimlerimiz ışığında kentlerimizin nasıl daha iyi yönetilebileceği konusunda ortak bir fikri faaliyet yürütüldü.

Bu faaliyetler TMMOB örgütlülüğünün mesleki ve toplumsal sorumluluğunun bir gereğidir. Türkiye çapında 550 bini aşkın mühendis, mimar ve şehir plancısının mesleki örgütü olan TMMOB, sadece meslektaşlarımızın hak ve çıkarlarını koruyup geliştirmeyi değil, aynı zamanda bu mesleki birikimimizi ülkemizin ve toplumumuzun çıkarları doğrultusunda kullanmayı da şiar edinmiş bir örgüttür.

Bu bilinçle, meslek alanlarımızla ilgili gelişim ve değişimlerin, politik, sosyal, ekonomik ve kültürel boyutlarının derinlemesine kavranması, yorumlanması, toplumun bilgilendirilmesi daha da önemlisi yönetim politikalarının bu çerçevede belirlenmesi doğrultusunda çalışmalar yapıyoruz.

2 Hafta Önce Denizli’de oldukça verimli bir Kent Sempozyumu düzenlemiştik. Yarın da Muğla’da gerçekleştirilecek Kent Sempozyumuna katılacağım. Daha sonraki tarihlerde de İzmir, Eskişehir ve Diyarbakır illerimizde Kent sempozyumları düzenleyeceğiz.

Değerli Konuklar, Sevgili Meslektaşlarım

Hepinizin bildiği gibi bu yerel seçimler daha öncekilerden çok daha farklı bir atmosferde gerçekleştiriliyor. Yerel adayların çalışmalarından çok, merkezi siyasal ittifaklar tarafından belirlenen ve yönlendirilen bir kampanya süreciyle karşı karşıyayız.

Bunun daha da ötesinde Cumhurbaşkanı Hükümet Sistemi ile birlikte devletin ve medyanın tüm olanaklarının, bir siyasi partinin ya da ittifak adayının desteklenmesi için açık biçimde seferber edildiği bir seçim dönemi yaşıyoruz.

Bu eşitsizlik daha şimdiden seçimlerin demokratik niteliğine gölge düşürmektedir.

Aynı zamanda parti başkanı da olan Cumhurbaşkanı’nın seçim yasaklarından azade kılınması, kabinede yer alan bakanların bakanlıkların tüm olanaklarını seçimler için kullanması, bizzat en yetkili isimler tarafından muhalefet ittifakına oy verecek yurttaşların terörist olarak nitelendirilmesi seçimlerin hangi koşullarda gerçekleştirileceği konusunda asgari bir fikir vermektedir.

Tek adam rejimi ve devlet kurumlarının parti örgütü olarak kullanılması son yıllarda seçim adaleti ve sandık güvenliği konusunu en önemli gündemlerden birisi haline getirmiştir.

Siyasetin gündeminde 31 Mart’ta gerçekleştirilecek yerel seçimler, halkın gündeminde ise varlığını her geçen gün daha fazla hissettiren ekonomik kriz, ekonomik durgunluk var.

İcra takip dosyalarından, iflaslardan, intihar vakalarından da açıkça görüldüğü üzere yoksulluk ve yoksunluk had safhadadır. Muhalif tek bir söze bile tahammül edilememektedir.

2018’in son çeyreğinde % 3 küçülen ülke ekonomisinde 2019'un "kriz yılı" olacağı, ekonomik küçülmeye bağlı olarak işsizliğin, hayat pahalılığının ve yoksulluğun artacağını görmek için kahin olmaya gerek yok.

Ekonomik büyümede sert düşüş, yüksek enflasyon, durma noktasına gelen yatırımlar, artan işsizlik…

Türkiye yerel yönetim genel seçimlerine işte bu atmosferde giriyor.

Evet, yerel seçimlere kriz koşulları altında gidiyoruz. Fakat bu krizi sadece ekonomik krize indirgememek gerekiyor. Çünkü Türkiye aslında, derin bir yönetim krizi, derin bir siyasal kriz yaşıyor.

Bu kriz ekonomik krizin patlak vermesinden çok önceleri başladı ve hala sürüyor.

Bu derin krizin nedeni ülkemizde yıllardır adım adım gerçekleştirilen düzenleme ve uygulamalarla Anayasal Demokrasinin ortadan kaldırılması, halk egemenliği yerine kişi ve parti hakimiyetine dayalı otoriter bir rejim inşa edilmesidir.

Yargının neredeyse tamamen yürütmenin tahakkümü altına alınması ve siyasallaştırılmasıdır. Parlamentonun etkisizleştirilerek iktidar üzerindeki denge ve fren mekanizmalarının yok edilmesidir.

Keyfilik, hukuk dışılık, kayırmacılık ve toplumun rızasını devlet gücünün kullanımıyla sağlamaya dayalı, dini ve milliyetçiliği, kendine kalkan edinen bu totaliter yönelim şekli, her geçen gün toplumu birbirine karşı daha da saflaşmakta, hukuka ve adalete olan güven daha da azalmaktadır.

Geçtiğimiz hafta kabul edilen Gezi İddianamesi bu hukuku kullanarak yaratılmak istenen baskı ortamının en somut örneğidir. Kentsel mekana sahip çıkmak için toplumun tüm kesimlerinin ortak katılımıyla başlayan Gezi Direnişi, küresel bir komplonun, terör organizasyonunun parçası olarak gösterilmek isteniyor. Hem de bunu FETÖ’cü polis ve savcılar tarafından uydurulan delil ve iddianamelerle yapıyorlar.

Tüm bu saçmalıklar, siyasal iktidarın ülkeyi yönetememe krizi içerisinde olduğunun göstergesidir. İktidar, derin ve sürekli bir meşruiyet krizi yaşamaktadır.

Bedelini de iç politikadan dış politikaya, kentsel hizmetlerden ekonomiye varana değin tüm alanlarda tüm toplum olarak hep beraber ödüyoruz.

Değerli Arkadaşlar,

Türkiye’nin içinden geçtiği krizin bir diğer boyutu da yerel yönetimlerde yaşanmaktadır.

Bugün ülkemizin güneydoğusunda bulunan 102 belediyenin 94’ünde seçilmiş belediye başkanları görevden alınarak yerlerine “kayyum”lar atanmış durumdadır.

Yine iktidar partisi metal yorgunluğu gerekçesiyle, aralarında İstanbul, Ankara ve Bursa gibi metropollerin de bulunduğu 7 ilde kendi seçilmiş belediye başkanlarını istifaya zorlamıştır.

Yani, bugün Türkiye nüfusunun %40’ı, seçimle iş başına gelmemiş, doğrudan iktidar tarafından atanmış isimler tarafından yönetilmektedir.

Bu uygulamanın demokrasiyle bağdaşır bir yanı bulunmamaktadır.

İçinden geçtiğimiz derin kriz ortamı, 31 Mart 2019 tarihinde gerçekleştirilecek olan Yerel Seçimlerinin siyasal önemini de artırıyor.

İktidar bloku bu seçimlerin siyasal önemini bildiği için, yaşanan krizi derinleştirmek pahasına kapsayıcılık yerine ayrıştırıcı ve kutuplaştırıcı bir dil kullanmaya devam ediyor.

Bugüne kadar olduğu gibi bu seçimleri de yerel yönetim politikalarıyla değil, yürütmeyi elde tutmanın avantajlarıyla ve tehdidiyle kazanmak istiyor.

Oysa ki, yerel yönetim politikaları, halkın gündelik yaşamının en önemli belirleyicisidir. TMMOB ve bağlı odalar olarak üzerinde en fazla durduğumuz konuların başında yerel yönetimler gelmektedir.

Gerek farklı iller özelinde yaptığımız kent sempozyumları, gerekse merkezi düzeydeki sempozyum ve kurultaylarla yerel yönetimlerin sorunlarına ve kentleşme politikalarına ilişkin çözümler üretiyoruz.

Bunun yanı sıra başta imar, planlama ve uygulama alanlarında olmak üzere birçok konuda bilim, teknik ve mesleki ilkeler doğrultusunda, kamusal faydanın sağlanması amacı için açılmış ve kazanılmış yüzlerce dava TMMOB ve Bağlı odalarının yerel yönetimler alanındaki mücadelesinde önemli yer tutmaktadır.

Kentlerimizde bugün hala ortak kamusal mekanlar, yeşil alanlar, kültürel ve tarihsel varlıklar, bostanlar korunabiliyorsa bu durumda Birliğimize bağlı odaların hukuki ve toplumsal mücadelesinin katkısı büyüktür.

Tüm bu kazanımlar karşısında yerel ve merkezi iktidar emellerine başka yollardan ısrarla ulaşmaya çalışmaktadır. Yargı kararlarına rağmen benzer uygulamalar ve düzenlemeler belli aralıklarla yeniden gündeme getirilmektedir.

Odalarımız da tüm bu yoğunlaşan olumsuzluklara, talan politikalarına ve uygulamalarına karşı, aynı oranda ısrarla, bıkmadan mücadele etmekten vazgeçmeyeceklerdir.

Bugün kentlerimize baktığımızda, barınma, altyapı, ulaşım, enerji, sağlık, eğitim, kültür ve çevre, konularında sorunlar bulunmaktadır. Aynı zamanda, kentlerimiz, deprem, sel, heyelan ve yangın gibi afetlere de hazırlıklı değildir. Bu durum bugüne kadar izlenen, toplumsal çıkarları göz ardı eden ve insan yaşamını hiçe sayan yerel yönetim politikalarının yanlışlığının en açık göstergesidir.

Bugün içinde yaşadığımız kentlerin mekansal ve çevresel bağlamda, niteliksiz yapılaşmasının, sağlıksız büyümesinin ardında piyasa güçlerini kent politikalarının belirlenmesinde tek hakim güç olarak gören siyasal yaklaşımlar yatmaktadır.

Bu yaklaşımlar sonucu, başta su, elektrik, doğalgaz ve ulaşım olmak üzere temel kentsel altyapı hizmetleri ile eğitim, kültür, sağlık, çevre vb. alanlarda sağlanan sosyal hizmetler özelleştirilerek, ticarileştirilerek, kentlerimiz emekçiler ve yoksullar için yaşanılamaz bir duruma getirilmektedir.

Kent parçaları, “kentsel dönüşüm” adı altında, içinde yaşayanlardan bağımsız, yeni imar hakları verilerek sermaye çevrelerine pazarlanmakta, buralara lüks konut alanları, alışveriş merkezleri inşa edilmektedir. Kentleri bir arada tutan unsurlar ve ortak kullanım alanları ortadan kaldırılmaktadır.

Bunun sonucunda kentler, giderek artan biçimde bütünlüğünü yitirerek birbirinden bağımsız ve ilişkisiz parçacıklara bölünmekte, varsıl ve yoksul kesimler arası ayrışma ve uzaklaşma fiziksel mekana da yansımaktadır. Bu durum sosyal kutuplaşmayı ve kentsel gerilimi de arttırmaktadır.

Sadece arazi rantına endekslenmiş bu kent ekonomisi anlayışının ortaya çıkardığı sürekli ve plansız büyüme, teknik altyapı hizmetlerinin ve sosyal-kültürel olanakların yetersizliği gibi sorunları daha da büyütmektedir.

Bütün bunların yanı sıra, bütüncül planlamanın benimsenmemiş olması denetimsizlik, yanlış arazi kullanım politikaları, cumhuriyet tarihine koşut kaçak yapılaşma ve imar afları gibi uygulamalar durumun vahametini daha da artırmaktadır.

Bu sorunların çözümü yerel yönetimlerin demokratik bir anlayışla, kamucu politikalar ışığında yeniden yapılandırılmasıdır.

Bizler TMMOB olarak kent yaşamını ilgilendiren tüm konularda ve alınacak kararlarda toplumsal yarar ilkesinin belirleyici olmasını savunuyoruz.

Kente yönelik politika ve uygulamalarda insan hakları, kentli hakları, toplumsal barış, birlikte yaşama, engelli, hasta, çocuk ve kadın duyarlı planlama, hizmetlere eşit erişim, insan ve çevre sağlığı gibi kriterlerin temel referanslar olması gerektiğini söylüyoruz.

Bu çerçevede yerel yönetimlerin aktif halk katılımı ile yeniden yapılandırılmasını, hizmet üretimi ve dağıtımında, kentsel mekanların tasarımında, kent planlamalarında sermaye kesimleri ve rant çevrelerinin öncelikleri yerine toplumsal yararın öne çıkarılmasını savunuyoruz.

Bugün, kentlerimizin ve toplumun yerel seçimlerde ihtiyacı böylesine bir anlayışı yerel yönetimlere taşımaktır. Bu anlayış “toplumcu demokratik ve halkçı bir yerel yönetim” anlayışıdır.

Bu anlayış, katılımcılığın önünü açan, toplumun değişik kesimlerine, karar alma, uygulama ve denetleme süreçlerinde söz hakkı tanıyan politika ve uygulamaların hayata geçirilmesidir.

Değerli Konuklar, Sevgili Arkadaşlar

TMMOB olarak bizler kentsel hizmetlerin kamusal hizmet kapsamında ele alındığı; barınma, eğitim, sağlık, kültür hizmetlerinin insan hakkı olarak görüldüğü; doğrudan ve katılımcı demokrasi ilkeleri ile yönetilen; enerji, çevre ve gıda politikalarının belirlenmesinde kamu yararının esas alındığı; doğayla ve tarihle barışık; sağlıklı kentler yaratmak istiyoruz.

TMMOB olarak daha önceki seçimlerde olduğu gibi bu seçimlerde de üyelerimizin sandığa gitmesi ve sandıklara sahip çıkması için gayret göstereceğiz.

Seçimlere ve yerel yönetimlere ilişkin bakışımızı her zaman olduğu gibi bir bildirge hazırlayarak kamuoyuyla paylaştık.

Değişen idari yapıyı ve yasaları da gözeterek hazırladığımız bu bildirgede yer alan fikirlerin yaygınlaşması ve uygulanması için mücadele edeceğiz.

Buradan bir kez daha dile getirmek isteriz ki, kentlerin sahibi o kentte yaşayan halktır ve yerel yöneticilerin demokratik biçimde seçilmesi esastır.

Seçimler gibi, kente dair her türlü kararlar da kentlilerin katılımcısı olduğu demokratik süreçler işletilerek alınmalıdır.

Değerli Konuklar, Sevgili Arkadaşlar

Adana, Orhan Kemal’in tanımıyla Bereketli Topraklar Üzerinde kurulmuş bir şehir. Çukurova’nın bereketini sanayisi ile birleştirmeyi başarmış ve cumhuriyetin ilanıyla birlikte ülkemizin en önemli sanayi kentlerinden birisi haline gelmiştir. Bu üretkenlik ve canlılık 1950’li yıllardan itibaren Adana’daki sosyal hayatın ve sanatın da gelişmesine neden olmuştur. Ülkemizin edebiyatında, sinemasında, sanat dünyasında iz bırakmış çok sayda isim Adana’da yetişmiştir.

Ne yazık ki Adana artık bu nitelikleriyle değil, sosyal ve kentsel dokunun bozulmasının yol açtığı sorunlarla öne çıkıyor. Tarımsal arazilerin küçülmesi, çarpık kentleşme, plansız göç, kaçak yapılaşma ve alt yapı eksikliği gibi pek çok sorun Adana’da bir arada bulunuyor. Deyim yerindeyse kent kimliğini kaybetmiş ve geçmişin üretkenliğini arayan bir Adana ile yüz yüzeyiz.

Sempozyumumuzun, ülkemizin en önemli tarım ve sanayi kentlerinden birisi olan Adana’nın tüm kentsel ve sosyal sorunlarına yönelik önemli bir fikri birikim yaratacağına inanıyorum. Sempozyumun başarılı geçmesini diliyor ve hepinizi sevgi, saygı ve dostlukla selamlıyorum.