TMMOB AFET SEMPOZYUMU BAŞLADI

20.04.2022

TMMOB tarafından 20-22 Nisan 2022 tarihlerinde hibrit olarak düzenlenen TMMOB Afet Sempozyumu  Makina Mühendisleri Odası Eğitim ve Kültür Merkezi'nde başladı.

Sempozyumda "A Salonu" yüzyüze ve çevrimiçi katılım ile sürdürülürken, "B Salonu" oturumları bütünüyle çevrimiçi olarak gerçekleştiriliyor. 

Afet Sempozyumu'nda A Salonu'nu çevrimiçi izlemek için TMMOB YouTube Kanalını, B Salonunu izlemek için ise kayıt yaptıran katılımcılara gönderilecek webinar bağlantısının yanısıra TMMOB İMO Ankara Şubesi Youtube Kanalı ve bağlantıyı kullanabilirsiniz.

Sempozyumun açılışında Sempozyum Düzenleme Kurulu Başkanı ve TMMOB Yönetim Kurulu 2. Başkanı Selçuk Uluata, TMMOB Yönetim Kurulu Başkanı Emin Koramaz ve Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Mansur Yavaş birer konuşma yaptılar.

Sempozyum Düzenleme Kurulu adına konuşan Selçuk Uluata şunları söyledi:

"Değerli Birlik Başkanım,

Odalarımızın Değerli Başkan ve Yöneticileri,

Ankara Büyük Şehir Belediyesinin Değerli Başkanı Sn Mansur Yavaş,

Değerli Meslektaşlarım,

Basınımızın Değerli Çalışanları,

Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği’nin düzenlemiş olduğu “TMMOB Afet Sempozyumu’na hoş geldiniz. Düzenleme Kurulumuz adına hepinizi saygıyla selamlıyorum. Yaşadığımız afetlerde hayatını kaybeden yurttaşlarımızı saygıyla anıyorum.

Mühendis, mimar ve şehir plancılarının anayasal örgütü ve kamu kurumu niteliğindeki bir meslek kuruluşu olan TMMOB, yakıcı ve yıkıcı etkileri olan afetler konusunda mesleki bilgi ve birikimlerini kullanarak birçok kurum ve kuruluşla iş birliği içerisinde geçmişten bu yana pek çok etkinlik düzenlemiş, raporlar hazırlamış ve çalışmalarını kamuoyuyla paylaşmıştır.

Bu sempozyumumuzun da mesleğimize yapacağı katkının yanı sıra toplumsal sorumluluğumuzun da destekleyicisi olacağına inanıyorum.

Sempozyumun düzenleme sürecinde Birliğimiz ve bağlı Odaların, üniversitelerin, kamu kurumlarının verdikleri katkıdan dolayı teşekkür ederim.

Ayrıca, Sempozyum hazırlık sürecinde yoğun çaba harcayan Düzenleme, Danışma ve Yürütme Kurulu’nun değerli ve saygın üyelerine, büyük fedakârlık örneği sergileyen personelimize teşekkür ediyorum.

Değerli Konuklar,

3 gün sürecek Afet Sempozyumuz, çevrimiçi katılımların da olacağı 11 oturum ve 6 panelden oluşuyor. 2 ayrı salonda yürütülecek sempozyumumuzda 100’ün üzerinde bilim insanımızın ve uzmanımızın sunumlarını dinleme imkanı bulacağız.

Sempozyum aynı zamanda TMMOB ve İMO Ankara Şubesi’nin YouTube Kanalları üzerinden de canlı olarak yayınlanacak.

Bildiğiniz gibi ülkemizde afet denildiğinde akla ilk olarak depremler geliyor. Sıklıkla karşılaştığımız diğer afetleri göz ardı ediyoruz. Oysa aynı oranlarda olmasa bile sel, heyelan, yangın, fırtına gibi doğa olayları önemli ölçüde can ve mal kaybına yol açmakta, deprem karşındaki çaresizliğin bir benzeri, yangınlar ve su taşkınları karşısında da kendisini göstermektedir.

Bu sempozyumda afetin depremlerle sınırlı olmadığının altını çizeceğiz. Farklı nedenlerle kaynaklanan sorunlara, daha geniş bir yelpazede çözümler arayacağız.

Sempozyumumuzun hazırlık çalışmaları sırasında afetlere neden olan doğa olaylarını temel olarak “jeolojik”, “hidrolojik”, “meteorolojik” kökenli doğa olayları olarak sınıflandırdık.

Bu doğa olaylarının birer afete dönüşmesine neden olan süreçleri ve bu süreçlerin insan odaklı biçimde yönetimini ele almaya çalıştık. Afet Yönetimi, Afet ve Acil Durum Hazırlığı, Planlama, Uygulama ve Denetim, Kurumsal ve Örgütsel Çalışmalar, Mevzuat ve Hukuksal Boyut, Eğitim, Afetlerin Ekonomi-Politiği, Afetlerin Sosyal Boyutları gibi çok farklı konu başlıkları sempozyumumuzun temel konu başlıkları haline dönüştü. Sempozyumda yer alan panel ve oturumlar bu konu başlıklarındaki bilimsel çalışmaları ve deneyimleri kapsayacak.

Afetlerin bu çok kaynaklı doğası ve afetlerin yönetimle süreçlerinin çok katmanlı yapısı farklı meslek disiplinlerinin iş birliğini zorunlu kılıyor. Bu işbirliği sadece mühendislik, mimarlık, şehir plancılığı ile de sınırlı olmayan, arama kurtarma hizmetlerinden halk sağlığına, eğitim politikalarından sosyal hizmetlere kadar uzanan çok daha geniş bir alanı kapsıyor.

Bu boyutuyla afetlere hazırlıklı olmak, belli bir meslek disiplininin değil, toplumun tümünün afete hazırlıklı olması anlamına gelmektedir. Toplumun tamamını hazırlıklı hale getirecek kurumsal, hukuki ve yapısal düzenlemeleri içerecek bütünlüklü bir yaklaşımı geliştirmeye ihtiyacımız bulunuyor.

Afetlere hazırlıklı olmak yer seçiminden başlayarak; imar planlarının afet riskine göre hazırlanmasına, içinde yaşadığımız binaların tasarım, inşa, denetim ve bakım süreçlerinin sağlıklı işletilmesine, halkın afetler konusunda eğitilmesine, afet öncesi, afet esnası ve sonrasında yapılacak çalışmalara kadar geniş bir halkayı kapsamaktadır.

Bu halkının herhangi birindeki zayıflık diğer önlemleri de işe yaramaz hâle getirmektedir. Dolayısıyla, afetlere hazırlıklı olmak bütünüyle bir devlet politikasıdır.

Ülkeyi ve toplumu afetlere karşı hazırlıklı hâle getirmek siyasi iktidardan başlayarak devlet kurumlarımızın ve yerel yönetimlerin ortak sorumluluğudur. Ancak yaşadığımız son afet de görüldüğü üzere merkezî yönetim bu iş birliğinden kaçınmakta yerel yönetimleri ve meslek örgütlerini sürecin dışında tutmaya çalışmaktadır.

Afet yönetiminin temel aşamalarında daha etkin, hatta öncü bir rol oynamaları gereken belediyelerin mevcut kapasitelerinin yetki, mali kaynak ve teknik altyapı açısından güçlendirilmesi yönünde de bir çaba bulunmamakta, belediyeler süreçte yardımcı aktör olarak görülmektedir

Değerli Konuklar,

Afetlerin kaynağı olarak görülen doğa olayları doğanın kendi işleyişinin sonucu ortaya çıkan, kaçınılmaz süreçlerdir. Bu olayların arkasında yatan süreçleri ve güçleri bizim kontrol etmemiz mümkün değildir.

Zaten konumuz doğa olaylarının kontrol edilmesi değildir. Afetler söz konusu olduğunda bizim temel meselemiz bu doğa olaylarının can ve mal güvenliğine zarar vermesinin önüne nasıl geçileceğidir.

Bu sorun sadece ülkemizle sınırlı değildir. Doğal afetler dünyanın her yerinde yaşanmaktadır. Ve dünyanın her yerinde yapılara ve insanlara büyük zararlar vermektedir.

Çünkü doğa olaylarının nasıl ve neden meydana geldiği bilinse de, taşıdığı diğer bilinmezlikler nedeniyle, hesaplananın çok üzerinde zararlara yol açmaktadır.

Ancak, doğaya ait bilinmezliğin yol açtığı olumsuz sonuçların ülkeden ülkeye, bölgeden bölgeye değişen ekonomik ve sosyal göstergelerden etkilendiği de unutulmamalıdır.

Büyük afetler zengin-yoksul ülke ayrımı yapmadan gerçekleşmekte, ancak sonuçları ülkenin, bölgenin gelişmişlik düzeyine göre değişmektedir.

Yoksulluk göstergesinin sadece rakamlardan ibaret olmadığı, afetlerin daha çok yoksulları vurmasından anlaşılmaktadır. Afetlerin olumsuz sonuçları yoksulluğun turnusol kâğıdı olarak görülmektedir.

Türkiye’nin de doğa olaylarından bu oranda etkilenmesinin başlıca nedeni yoksulluk ve buna bağlı diğer etkenlerdir. Ülkemizde ne yazık ki yıllardır hem yoksulluğun hem de afetlerin “kader” olduğu ve kabullenilmesi gerektiği tekrarlanıyor.

Bunun böyle olmadığını, iktidarların ekonomik önceliklerinin ve uyguladıkları sosyal politikaların yoksulluğun ve diğer felaketlerin nedeni olduğunu hepimiz biliyoruz. Bu nedenle afetle mücadelenin önemli bir başlığını da yoksullukla mücadele ve yoksulluğun dayattığı yaşam tarzlarının iyileştirilmesi oluşturmak zorundadır.

Hepimizin bildiği gibi güvenli ve sağlıklı yapılarda yaşama hakkı en temel insan hakları arasındadır. Vatandaşların sağlıklı ve güvenlikli yapılarda barınmasını sağlamak bir devletin asli görevleri arasındadır.

Değerli Konuklar

Şu noktanın hepimiz farkında olmak zorundayız: Bu sempozyum da dahil, afetler konusundaki bütün bu çabalar siyasi iktidarı harekete geçirmek hedefiyle şekillenmektedir.

Mühendisin bilgi ve birikiminin işlevsel hale gelmesi, kamusal yatırımlara, yatırımların istenilen düzeyde gerçekleşmesine bağlıdır.

Kamusal yatırımlar olması gereken düzeyde değilse, burada ortaya çıkacak önerilerin herhangi bir kıymetinin olması mümkün değildir?

Kamu harekete geçmeli ki, mühendislik bilgisine ihtiyaç duyulan bir süreç başlasın.

Genel ekonomik yönelim, kamunun küçültülmesi, kamusal harcama ve yatırımların aşağıya çekilmesi doğrultusunda olduğu sürece, afete ve afet sonrasına hazırlık süreciyle ilgili kamu yönetiminin sorumluluğunu yerine getirmesini beklemek hayalcilikten öte anlam taşımamaktadır.

Kamunun tasfiyesi, sosyal devlet uygulamalarının neredeyse sıfır düzeyine çekilmesi yeni liberal politikaların bir dayatmasıdır ki, ne yazık ki bugün ülkemizin kaderini bu dayatma belirlemektedir.

Siyasi iktidarın her fırsatta kentsel dönüşüm projelerinden dem vurması, depremden sağlıklı kentleşmeye kadar hemen her alandaki olumsuzluğu kentsel dönüşüm projeleri vasıtasıyla çözeceğini ilan etmesi, kamunun şehirleşmeden elini çekeceği anlamını taşımaktadır. Sanıyorum afete karşı ilgisizliğin asıl nedeni budur.

Siz değerli katılımcılar, olması gerekenlerin mesleki-teknik analizini yaparken, meslek örgütleri de kamu yönetiminin harekete geçmesini talep edecek, ancak aynı zamanda elindeki imkanlar çerçevesinde adımlar atacaktır.

Bizler sadece talep eden, sadece eleştiren değil, imkanları çerçevesine müdahale eden birer kurum olma özelliğini de taşımaktayız.

Bizler bu ülkenin mühendis ve şehir plancıları olarak üzerimize düşen her türlü sorumluluğu yerine getirmeye, halkın çıkarları için hiçbir karşılık beklemeden çalışmaya gönüllüyüz.

Değerli Konuklar

TMMOB Afet Sempozyumu sadece bilimsel bir fikir alışverişi zemini değil, aynı zamanda ülkemizde yıllardır yaşanan büyük felaketlerde yaşanan acılara ilişkin hatırlama çağrısıdır.

Geçmişin acılarına ilişkin kolektif hafızanın canlı tutulması, geleceğin daha güvenli kurulması için hepimize daha büyük sorumluluklar yükleyecektir.

Bu ülkenin insanlarını, bu ülkenin zenginliklerini, bu ülkenin güzelliklerini afetlerde yitirmemek için herkesi daha fazla hassasiyet taşımaya, sorumluluk almaya davet ediyoruz.

Bu duygularla, TMMOB Afet Sempozyumunun da tüm toplum ve kamu yönetimine olacağı gibi bizlere de yeni ufuklar açacağına inanıyorum. Sempozyum düzenleme kurulu adına bir kez daha teşekkür ediyor, başarılar diliyorum."

 

TMMOB Yönetim Kurulu Başkanı Emin KORAMAZ ise şöyle konuştu:

"Değerli Büyükşehir Belediye Başkanımız, Kıymetli Konuklar, Sevgili Meslektaşlarım çok kıymetli akademisyen dostlarımız

46. Çalışma Dönemimizin son etkinliği olan Afet Sempozyumuna hepiniz hoş geldiniz. Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği adına hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Ülkemizdeki doğa olaylarının afetlere dönüşmesinin engellenmesi, risk değerlendirmesi, afetlere hazırlık ve afet dönemlerinde kriz yönetimi konularında örgütlülüğü geliştirme amacını taşıyan sempozyumumuzun ilkini 2007 yılında gerçekleştirmiştik.

Afetlere hazırlık konusunda 17 Ağustos Depremi’nin yarattığı toplumsal duyarlılığın azaldığı, hükümetin ve yerel yönetimlerin üzerine düşen sorumlulukları savsakladığı o dönemde gerçekleştirdiğimiz ilk Afet Sempozyumumuzda tartıştığımız fikirler, TMMOB’nin bu alandaki politikalarının şekillenmesinde önemli katkılar sağlamıştı.

Bugün yine afetlerin sıklaştığı, afete hazırlıklı olma konusunda kamu kurumlarının yetersizliğini ayyuka çıktığı, afetlerin toplumsal sonuçlarının arttığı bir dönemden geçiyoruz. Bu dönemde bu alana ilişkin fikri birikimimizi yenilemek, bu alandaki yeni bilimsel yaklaşımları ve teknik gelişmeleri bir arada ele almak için birlikteyiz.

TMMOB olarak bizler mesleki alanlarımıza ilişkin sahip olduğumuz bilimsel ve teknik bilgiyi ülkemizin ve halkımızın ortak çıkarı için kullanmayı şiar edinmiş bir mesleki kitle örgütüyüz.

Düzenlediğimiz kongre, sempozyum, panel gibi etkinliklerimizin temel amacı, mesleki alanlarımızdaki yeni fikirleri ve teknikleri halkla buluşturabilmek, toplumsallaştırabilmektir. Burada ortaya çıkan görüşlerin hem toplumumuz hem de kamu kurumları açısından yol gösterici olacağına inanıyorum.

Değerli Konuklar,

Bildiğiniz gibi afetler, insanlar için fiziksel, ekonomik ve sosyal kayıplar yaratan, olağan yaşamı kesintiye uğran doğa veya insan kökenli olaylardır.

Salgından savaşlara, depremlerden yangınlara, sellerden toprak kaymalarına, şiddetli meteorolojik olaylardan çığ düşmesine kadar bu afetlerin pek çoğunu yakın zamanda sıklıkla deneyimliyoruz.

Bu deneyimlerin bize öğrettiği en önemli gerçek, türü ve boyutları ne olursa olsun, afetlerden ne derece etkileneceğimizi belirleyen şeyin, afete ne kadar hazırlıklı olduğumuzdur.

Bizler ülke olarak ne yazık ki bu konuda hep kötü sınavlar veriyoruz. Bütünlüklü bir afet yönetimi politikası geliştiremediğimiz için afetlerle yüz yüze kaldığımızda geçici, anlık, bireysel tepkilerle süreci yönetmeye çalışıyoruz.

Afetler sonrasında gazeteci ve koruma ordusuyla birlikte afet bölgesine gitmekle, afetzedelerin yaralarını sarmakla övünen bir yönetim anlayışının esiri olduk.

Öncesinde tüm topluma dağıtılmış ortak bir sorumluluk paylaşımı yerine, sonrasında belirli kişilerin fedakarlıklarına dayalı mücadele süreci bizim afetlerle başa çıkma stratejimizin temelini oluşturuyor.

Yaraları sarmak elbette önemli ve gereklidir ama bu anlayış yerine afetleri önleyen, afetin zararını en aza indirgeyen, insan hayatını korumayı başlıca amaç sayan, tedbire, planlamaya ve risk yönetimine dayalı bir afet ve kriz politikasına ihtiyaç duyuyoruz.

Salgın döneminin başından bu yana fedakarlıklarına tanık olduğumuz sağlık çalışanlarının, doktoraların, hemşirelerin, hastabakıcıların yaşadığı durumu göz önünde bulundurun: Salgının en başından itibaren bütün yük adeta bu arkadaşlarımızın omuzlarına bırakılmış durumda.

Benzer durumları diğer afetlerde de yaşıyoruz. Deprem olduğunda arama kurtarma görevlilerinin, orman yangını çıktığında itfaiye erlerinin kahramanlaştığı bir afetle mücadele stratejimiz var.

Oysa afetler nasıl ki doğaüstü olaylar değilse, afetle mücadelede de doğaüstü güçleri olan kahramanlara ihtiyacımız yok, olmamalı. Bizim ihtiyacımız olan kahramanlar değil, bilimin ve tekniğin rehberliğinde davranan kurumlardır.

Afetle mücadeleyi kahramanların sırtına yüklemek yerine afet öncesinde önleme, risk azaltma, hazırlık gibi çalışmaları da kapsayacak şekilde planlar yapmalı, yerel yönetimleri ve devlet kurumlarını bu planları uygulayacak biçimde donatmalıyız.

Değerli arkadaşlar,

Mühendis, mimar ve şehir plancıları olarak bizler insanların ve toplumun sorun ve ihtiyaçlarına, bilimsel yöntemi ve tekniği kullanarak çözümler sunan kişileriz.

Bizim meslek alanımız, insanın doğayla mücadelesinden doğmuştur. Doğanın ve çevrenin belirleyiciliğinden kurtulma mücadelesinde gelişen insan aklı ve becerisi zaman içerisinde kendi doğal çevresini biçimlendirebilme kapasitesine ulaşmıştır.

Diğer canlılardan farklı olarak aletlerin kullanılmaya başlanması ve korunaklı yapıların inşa edilmesi zaman içerisinde soyut düşünmeyi, hesap yapmayı ve fizik kurallarını kendi ihtiyaçları doğrultusunda kullanmayı da beraberinde getirmiştir. İnsan toplumlarının hayatta kalma mücadelesinin ürünü olarak doğan teknik akıl, medeniyetin gelişmesiyle paralel olarak gelişmiş, çeşitlenmiştir.

Gelişen bilim ve teknoloji sayesinde doğanın yıkıcı etkilerinden korunabilme, doğal afetlerle mücadele edebilme konusunda geçmiş medeniyetlere göre çok daha şanslı bir konumdayız.

Depremlere karşı daha dayanıklı binalar, yangınlara karşı koruyucu ekipmanlar, erken uyarı sistemleri, korunaklı yapılar yapabiliyoruz.

Geçmişte uzun yıllar alan aşı çalışmaları yeni teknolojik imkanlar ve bilimsel keşifler sayesinde çok daha kısa zaman içinde geliştirilebiliyoruz.

Öte yandan insan medeniyeti olarak sahip olduğumuz imkanlar, insanlık olarak afetler karşısında yaşadığımız kayıpları yeterince azaltmıyor.

Bu durumun birbiriyle yakından ilişkili iki büyük nedenden kaynaklandığına inanıyorum:

  • İlki, yasal mevzuatın ve kamusal kararların bilimsel gerçeklikler zemininde belirlenmemesi
  • İkincisi ise, kapitalizmin kar odaklı, rekabetçi yapısının ve özellikle piyasalaştırma, ticarileştirme, özelleştirme, serbestleştirme ve kuralsızlaştırma üzerine kurulu neoliberal politikaların toplumun ortak çıkarına hizmet etmemesi

İlkinden başlayacak olursak ülkemizde bu konuya çokça örnek bulabiliriz:

Örneğin dere yataklarının, taşkın alanlarının, dolgu zeminlerin yerleşime açılması…

Örneğin mühendislik hizmeti almadan yapılmış, mevzuata uygun olmayan yapıların imar aflarıyla ruhsatlandırılması…

Örneğin şehirlerin deprem ve diğer çevresel risklere uygun olarak planlanmaması…

Örneğin afetle mücadele için gerekli teçhizatın temin edilmemesi, yangın söndürme uçaklarının hangarlarda çürütülmesi, yangın söndürme hizmetinin özelleştirilmesi gibi pek çok örnek sayabiliriz.

Bilim insanlarının, TMMOB ve odalarının uyarılarına kulak asmadan yapılan her uygulama, felaket olarak bize geri dönmektedir. Bu felaket kimi zaman durduk yere yıkılan bir apartman, kimi zaman sular altında kalan bir yerleşim yeri, kimi zaman yanan ormanlarımız olmaktadır.

Meslek örgütlerinin uyarılarına kulak asmama konusu AKP döneminde yepyeni bir boyut kazandı diyebiliriz. TMMOB ve diğer meslek örgütlerinin sistematik olarak dışlandığı bir dönem yaşıyoruz.

Hatırlayacaksınız Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemine geçildikten sonra Cumhurbaşkanlığı Kararnameleri ile yapılan mevzuat düzenlemelerinde yapılan ilk işlerden birisi bakanlıklar ile bağlı, ilgili, ilişkili kuruluşların bünyelerinde kurulan ve kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşlarının da dahil olduğu danışma kurulu, genel kurul, konsey vb. yapılardan TMMOB’nin katılımının dışlanması olmuştu.

Bu dışlama sadece mevzuat düzeyinde değil, her alanda yaşanıyor. Salgın döneminde Türk Tabipleri Birliği yok sayıldı. İzmir’de yaşanan Deprem sırasında TMMOB İl Koordinasyon Kurulunun ve oradaki uzmanlık odalarımızın hasar tespit çalışmalarına katılımı engellendi.

Kim ne engel koymaya kalkarsa kaksın, bizler bu ülkenin mühendis, mimar ve şehir plancıları olarak üzerimize düşen her türlü sorumluluğu yerine getirmeye kararlıyız. Hiçbir karşılık beklemeden, halkın çıkarı için çalışmaya gönüllüyüz.

Bu bizlerin, bizi yetiştiren, sınırlı kaynaklarını bizim eğitimimiz için harcayan topluma karşı en büyük sorumluluğumuz ve borcumuzdur. Mesleğimizin kamusal niteliğinin gereğidir.

Bu tip çalışmaları yapmak için siyasiler tarafından görevlendirilmek gerekmediğini de biliyoruz. Bizler TMMOB ve bağlı odaları olarak yıllardır mesleki bilgi ve birikimlerimizi kullanarak, kimi zaman üniversitelerle, kimi zaman belediyelerle iş birliği yaparak binlerce etkinlik düzenledik, binlerce rapor hazırladık. Yaptığımız çalışmaları kamuoyuyla paylaştık ve yetkilileri bilgilendirdik.

Bundan sonra da bakanlıklar ve valilikler istese de istemese de bu sorumluluk duygusuyla hareket etmeye devam edeceğiz. Özellikle afet dönemlerinde sorumluluk hissetmek, örgütlü bir seferberlik sağlamak çok önemli.

Bunun en son örneğini geçen yaz yaşanan Orman yangınları sırasında yaşadık. Kamu kurumlarının hatalarının yol açabileceği çok büyük bir felaketi, aramızda bulunan Büyükşehir Belediye Başkanlarımızın katkısı, binlerce gönüllünün dayanışması ve seferberliği ile önledik.

Bilimi yok sayan bu yaklaşımın aslında devletin sosyal görevlerinden arındırıldığı, ekonomiden, çalışma yaşamına kadar toplumsal hayatın kuralsız, denetimsiz bir şekilde sermaye kesimlerinin ve piyasanın insafına teslim edildiği neoliberal politika ve uygulamaların kaçınılmaz bir sonucu olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz.

Çünkü bu sınırsız ve denetimsiz rant düzeni ve yağma anlayışı sadece ekonomik değerlerin ve imtiyazların belirli kesimler elinde toplanmasıyla sınırlı kalmıyor.

Toplumsal önlemler, bu kesimler açısından birer maliyet yükü olarak görüldüğü için tüm toplumun bir bütün olarak savunmasız hale getirilmesine de neden oluyor.

Rantiyeye dayalı kentleşme ve yapılaşma uygulamaları nedeniyle depremlere kaşı savunmasız hale geliyoruz.

Kamusal varlıklarımızın özelleştirilmesi nedeniyle ekonomik krizlere karşı savunmasız hale geliyoruz.

Sağlık ve sosyal güvenlik alanındaki özelleştirme politikaları nedeniyle salgınlara karşı savunmasız hale geliyoruz.

Kar hırsı nedeniyle alınmayan tedbirler nedeniyle iş cinayetlerine, işyeri felaketlerine karşı savunmasız hale geliyoruz.

Tüm insanlığı felakete sürükleyen bu durumun üstesinden gelebilmek için, her alanda toplumcu bir bakış açısına ve kamucu politikalara ihtiyacımız var.

Değerli Konuklar,

TMMOB olarak, yaptığımız basın açıklamalarında, düzenlediğimiz kongre ve sempozyumlarda, hazırladığımız raporlarda sürekli olarak kamu yararının, kamusal varlıkların, kamucu bakış açısının öneminin altını çizmeye çalışıyoruz.

Toplumun çıkarını, kamusal varlıklarımızı, doğal zenginliklerimizi ve haklarımızı koruyabilmek için Birliğimizin Anayasa ve yasalardan kaynaklanan kamusal niteliği sayesinde, yoğun bir hukuki ve toplumsal mücadele sürdürüyoruz.

Bugüne kadar, Birlik ve bağlı odalar olarak özelleştirme uygulamalarına karşı binlerce dava açtık, çok sayıda bilimsel etkinlik ve kitlesel kampanyalar düzenledik. Açtığımız bu davalar ve yürüttüğümüz kitlesel mücadele ile bu neoliberal saldırıyı durduramasak da, bu saldırıların tüm toplumu yerle bir eden bir afete dönüşmesine de engel olmaya çalıştık.

Toplumsal olanı ve kamucu politikaları savunmaya devam edeceğiz.

Değerli Konuklar,

Sempozyum düzenleme kurulu başkanımızın da dile getirdiği gibi 3 gün boyunca farklı doğa olaylarının nasıl afetlere dönüştüğünü tartışacağız.

Ülkemizde afet denilince akla ilk önce elbette depremler geliyor. Gerek tarihsel hafızamızdaki yeri, gerek yarattığı yıkım, gerekse can kayıpların nedeniyle depremler ülkemizdeki en önemli tehditlerden birisi.

Her depremden sonra siyasilerden hamasi nutuklar dinliyoruz. Sözler veriliyor, yaraların sarılacağı söyleniyor. Kalıcı önlemlerin alınacağı dile getiriliyor. Fakat gündemin değişmesiyle rutine dönülüyor.

Rant hırsı, akla, bilime ve tekniğe, mühendislik, mimarlık ve şehir plancılığı mesleklerinin gereklerine, insan yaşamına galip geliyor. Siyasi kararlılık gösterilmiyor.

Anımsayalım, Büyük Marmara depreminden sonra, deprem zararlarını azaltmaya yönelik çalışmalar yapmak üzere bir vergi konuldu. Deprem sonrasında kullanılmak üzere… Geçici bir vergi gibiydi ama kalıcı hale getirildi Özel İletişim ve Özel İşlem Vergisi adı altında iki yeni vergi alınmaya başlandı. Bu vergiler önce kanunlarla uzatıldı sonrasında 2003 sonunda Özel İletişim Vergisi kalıcı hale getirildi.

Peki, toplanan vergilere ne oldu? Dönemin bakanı bu paraların duble yollar, demiryolları, havayolları için kullanıldığını söyledi.

Deprem sonrasında kullanmak üzere toplanma alanları oluşturuldu önce, ama sonra artan nüfusa ve yerleşime doğru orantılı olarak artması beklenen deprem toplanma alanları rant uğruna imar tadilatları ile yapılaşmaya açılarak iş merkezlerine, AVM’lere, rezidans alanlarına dönüştürüldü.

Kentsel Dönüşüm gibi son derece gerekli bir mücadele aracı, afet riski taşıyan alanlardaki yerleşim yerlerinin taşınması, afet riski taşıyan yapıların güçlendirme yoluyla depreme dayanıklı hale getirilmesi ya da yıkılıp yeni deprem yönetmeliğine uygun olarak inşa edilmesi gibi amaçlara hizmet etmesi beklenirken kent merkezlerindeki eski yerleşimlerin rant alanlarına dönüştürülmesinin yasal zemini oldu. Kentsel dönüşüm projeleri yurt genelinde yüksek risk içeren bölgelerden değil, yüksek rant içeren bölgelerden başlatıldı. 5-10 yıllık binaların yıkılıp rant getirisi yüksek yapılara dönüştürüldüğüne tanıklık ettik.

Yapı Denetim Yasası çıkarıldı. Kamusal olması gereken yapıların denetimi işi, ticari firmalar olan yapı denetim kuruluşlarına teslim edildi. Odalarımızın kamu yararı anlayışıyla yerine getirdikleri üyeleri üzerindeki denetim ve gözetim sorumluluğu mesleki yeterlilik, eğitim, belgelendirme hizmetleri yapı denetim süreçlerinden dışlandı.

Büyük beklentilerle hazırlanan Ulusal Deprem Stratejisi ve Eylem Planının gerekleri yerine getirilmedi. Başta okul ve hastaneler olmak üzere, Türkiye’deki bina envanteri çıkarılmadı. Mevcut yapılar hasar görebilirlikleri ve riskleri esas alınarak gruplandırılmadı.

Türkiye genelinde mevcut yapı stokunda gözle görünür bir iyileştirme yapılamadı. Konutları bırakın deprem sonrasında acil kullanılması gereken hastaneler gibi okullar gibi kamu yapıları dahi depreme dayanıklı hale getirilmedi.

17 Ağustos Depremi’nden alınması gereken en büyük ders, coğrafi riskler göz ardı edilerek kurulan şehirlerin, plansız-çarpık kentleşmenin ve mühendislik hizmeti almayan yapıların insanlar için büyük tehdit oluşturduğuydu.

Ama ne yazık ki siyasi rant uğruna “imar barışı” adı altında çoğunluğu hiç mühendislik hizmeti almamış 10 milyonun üzerinde yapıya ruhsat verildi.

Deprem kişisel önlemlerle baş edemeyeceğiz büyüklükte bir afettir. Depreme hazırlıklı olmak bütünüyle bir devlet politikasıdır. Ülkeyi ve toplumu depreme karşı hazırlıklı hale getirmek siyasi iktidardan başlayarak devlet kurumlarının ve yerel yönetimlerin ortak sorumluluğudur.

Depreme dayanıklı yerleşim alanları ve yapılar tasarlamanın, üretmenin, deprem hasarı ve can kayıplarının azaltılmasının bilinen tek yolu mühendis, mimar ve şehir plancılığı hizmetlerinin eksiksiz bir şekilde uygulanmasıdır. Denetimsiz ve kaçak yapılaşmaya derhal son verilmelidir. İmar afları yasaklanmalıdır.

Deprem öncesi, deprem sırası ve sonrasında yapılacak çalışmalara ilişkin kamu yararı ve ülke çıkarını gözeten ulusal bir deprem politikası belirlenmeli, bu çerçevede bir Ulusal Deprem Stratejisi ve Türkiye Deprem Master Planı hazırlanmalıdır.

Ülkemizin deprem ve afet planları geliştirilmeli, deprem zararlarını azaltma önlemleri, İmar Yasası ve diğer ilgili mevzuatlara yansıtılmalı, kent planlaması, yapı üretimi ve yapı denetimi konusu bütünlüklü bir şekilde ele alınmalı, ülkemiz yapı stokunda gerekli mühendislik incelemeleri yapılarak riskli yapılardaki risklerin giderilmesi çalışmaları ivedilikle başlatılmalıdır.

Yapı Denetimi ile ilgili kamusal yapılanmalarda TMMOB ve bağlı Odalar, görev, yetki ve sorumlulukları tanımlanarak temsil edilmelidir. Yerel yönetimler bu konuda TMMOB’ye bağlı odalarla iş birliği içinde olmalıdır.

Değerli konuklar,

Elbette ülkemizde yaşanan tek afet depremlerle sınırlı değil. Seller, orman yangınları, heyelanlar, çökmeler, çığ, çölleşme, iklim değişikliği, aşırı doğa olayları gibi çok fazla sayıda afet riskiyle iç içe yaşıyoruz.

3 gün boyunca uzmanlarımız bu konulardaki yeni yaklaşımları, yaşanan deneyimleri ve bütünleşik bir ulusal afet yönetim sisteminin olmazsa olmaz unsurlarını bizimle paylaşacaklar.

Burada ortaya çıkan görüşlerin sadece fikri düzeyde kalmaması, hem merkezi yönetim hem de yerel yönetimler tarafından projelendirilerek hayata geçirilmesi çok önemli. Bu konuda tüm yetkileri duyarlı olmaya çağırıyorum.

Sempozyumumuzun gerçekleşmesinde emeği olan tüm arkadaşlarıma, katılımcı bilim insanlarına ve uzmanlara teşekkür ediyorum.

Hepimize kolaylıklar diliyorum.