"TMMOB DEPREME DUYARLILIK YÜRÜYÜŞÜ" ÜZERİNE TMMOB ÖRGÜTLÜLÜĞÜNE

08.08.2011

TMMOB Yönetim Kurulu Başkanı Mehmet Soğancı, 16-17 Ağustos 2011’de İzmit’te yapılacak "TMMOB Depreme Duyarlılık Yürüyüşü" öncesi 8 Ağustos 2011 tarihinde TMMOB Örgütlülüğüne yönelik bir mesaj yayımladı.

"TMMOB DEPREME DUYARLILIK YÜRÜYÜŞÜ" ÜZERİNE TMMOB ÖRGÜTLÜLÜĞÜNE

Sevgili Arkadaşlar,

17 Ağustos 1999 depreminin 12. yılında, depremin yarattığı toplumsal sonuçlar konusunda kamuoyu duyarlılığını arttırmak, siyasal iktidarın ve yerel yönetimlerin sorumluluklarını hatırlatmak amacıyla artık gelenekselleştirdiğimiz "TMMOB Depreme Duyarlılık Yürüyüşü"nü bu yıl İzmit‘te hep birlikte gerçekleştireceğiz.

Yürütücülüğünü TMMOB İnşaat Mühendisleri Odamızın büyük bir sorumlulukla üstlendiği etkinlik çerçevesinde 16 Ağustos Salı günü saat 19.00‘da bu kez İzmit‘te toplanıyoruz. Gerçekleştireceğimiz TMMOB Depreme Duyarlılık Yürüyüşümüzden sonra da 17 Ağustos‘ta saat 03.02‘de anmalara katılacağız.

Sevgili Arkadaşlar,

Her zaman söylediklerimizi bu kez İzmit‘te bir kez daha söyleyeceğiz:

Ülkemiz Yerküre‘nin en etkin ve yıkıcı deprem kuşaklarından birinin üzerinde bulunmaktadır. Geçmişte birçok yıkıcı deprem olduğu gibi, gelecekte de sık sık oluşacak depremlerle büyük can ve mal kaybına uğrayacağımız bir gerçektir.

"Deprem Bölgeleri Haritası"na göre, yurdumuzun %92‘sinin deprem bölgesi içerisinde yer aldığı, nüfusumuzun %95‘inin deprem tehlikesi altında yaşadığı ve ayrıca büyük sanayi merkezlerinin %98‘i ve barajlarımızın %93‘ünün deprem bölgesinde bulunduğu bilinmektedir. Son 60 yıl içerisinde depremlerde, sayısı altmış bine ulaşan vatandaşımız hayatını kaybetmiş, yüz yirmi bini aşkın kişi yaralanmıştır. Yaklaşık olarak 420.000 bina yıkılmış veya ağır hasar görmüştür. Sonuç: Türkiye, depremle bir arada yaşamaya mecbur bir ülkedir.

Hepimiz biliyoruz: Bugünün dünyasında akıl ve bilim depremin doğasını çözmüştür. Depremler yerkabuğunu oluşturan levhaların sınırlarındaki devingenlik ve değişim nedeniyle, bu ortamdaki deformasyonlar ve gerilme birikimlerinin kırılma sınırına ulaştığında oluşan ve saniyeler süren, Yerküre‘nin doğal süreçleridir. Bu doğal sürecin oluşumu önlenemez ve engellenemez. Ancak gerekli tedbirlerle, özellikle yapısal tedbirlerle, can ve mal kayıpları azaltılabilir.

Ancak ülkemizde işler hiç de iyi değildir.

Deprem sorunu, her oluşan yıkıcı depremden sonra, ülke gündemine İstanbul bağlamında "fay" ve "depremin büyüklüğü" tartışmaları gibi depremin gerçek boyutunu "maskeleyerek" gelmekte, bir süre sonra unutulmaktadır. Yeni bir deprem olduğunda bu senaryo kendini tekrarlamaktadır.

17 Ağustos depreminin üzerinden 12 yıl geçmesine rağmen, mühendis, mimar ve şehir plancılarının ülkemizin deprem tehlikesi ve riski konusunda sürekli yinelediği uyarılar siyasal iktidarlarca dikkate alınmamıştır.

Depremlerde can ve mal kayıplarının bu kadar yüksek olmasında imar aflarının birincil derecede önemli olduğunun artık biliniyor olması gerekir.

Bilime ve mühendisliğe, akla ve uygarlığa aykırı olarak siyasal iktidarlarca uygulanan rant politikaları nedeniyle, ülkemiz sadece bir "deprem ülkesi" değil bir "afet ülkesi" olmuştur. Bunun ekonomik sonucu olarak her yıl GSMH‘nın ortalama %3 ile %7‘si afet zararlarını karşılamaya harcanmaktadır. Gerçekte hepsi birer doğa olayı olan deprem, heyelan, çığ ve kaya düşmesi, su baskını vb. olaylar bilinçsizce verilmiş yer seçimi kararları, mühendislik verilerinden yoksun imar planları, düşük standartlarda ve mühendislik hizmeti görmemiş yapı üretimi, kısaca ranta dayalı, hızlı, düşük nitelikli, tasarımsız ve plansız kentleşme ve sosyo-ekonomik politikalar sonucu afete, yani insani ve ekonomik yıkıma dönüşmektedir.

Sosyal devletten ve toplum yararı ilkesinden siyasal iktidarlarca vazgeçilmesinin sonuçlarının her alanda olduğu gibi her depremde karşımıza çıktığını ve gelecekte de çıkacağını hep söylüyoruz.

Bu iktidar döneminde de ülkemizin deprem tehlike ve riskinin büyüklüğüyle orantılı politikalar ve programlar geliştirilmemiştir ve geliştirilmesi yönünde bir iradenin olduğu da görülmemektedir. Siyasal İktidar, nedense imar yasasını, afetler yasasını, yerel yönetimler yasasını hala düzenleyememiştir.

Ülkemizde dereler, vadiler, ormanlar, su havzaları, deprem tehlikesi içeren, kısaca yapılaşmaya uygun olmayan alanlar, rant ekonomisinin baskısı altında yapılaşmaya açılmıştır, gelecekte açılmaması yönünde ciddi bir irade de yoktur.

Depremlerden ve diğer bütün doğal ve yapay afetlerden korunmak yönünde istemler en temel insan hakkıdır. Daha güvenli, daha sağlıklı ve yaşanabilir çevrenin her yurttaş için temel bir insan hakkı olduğu ana ilke olarak kabul edilmelidir.

Deprem hasar, zarar ve can kayıplarının azaltılmasının bilinen tek yolu, mühendis, mimar ve şehir plancılarının ortak katkı ve çabalarıyla depreme dayanıklı yerleşim alanları ve yapılar tasarlamak ve üretmektir. Bunun için, deprem öncesi, sırası ve sonrasında yapılacak çalışmalarda kamu yararı ve ülke çıkarı bağlamında ulusal bir deprem politikası belirlenerek ciddi programlar oluşturulmalı ve daha da önemlisi bunlar yaşama geçirilmelidir.

Yerleşme ve yapılaşma bağlamında gerekli yasal düzenlemeler yapılmalı, yasaların uygulanması sağlanmalı, sağlıklı ve güvenli yapı üretim ve denetim sürecini sermayeye ticari bir alan olarak teslim eden anlayış bırakılmalı, kamusal denetim etkinleştirilmelidir.

Sevgili Arkadaşlar,

İzmit‘te bir kez daha haykıracağız:

Depremlerin ve doğa olaylarının "afet" olarak yaşanması ülkemizin ve halkımızın yazgısı olamaz! Olmamalıdır!

Depremi unutmadık, unutmayacağız, unutturmayacağız.

16 Ağustos‘ta İzmit‘te buluşmak üzere.

 

Mehmet Soğancı
TMMOB Yönetim Kurulu Başkanı