TMMOB HEYETİ AFET BÖLGESİNDEKİ İNCELEMELER SONRASI DEĞERLENDİRME RAPORUNU AÇIKLADI
TMMOB Yönetim Kurulu Başkanı Mehmet Soğancı ve beraberindeki heyet, 8 Kasım'da Diyarbakır Çınar ilçesi ve Batman'da incelemelerde bulundu. Soğancı, 9 Kasım 2006 tarihinde Diyarbakır'da bir basın toplantısı düzenleyerek, TMMOB Bölge Bileşenlerinin oluşturduğu Teknik İnceleme Komisyonlarının, Diyarbakır (Çınar, Bismil), Şanlıurfa, Batman, Mardin ili ve Cizre ilçesinde yaptığı incelemeler sonrası 31 Ekim-2 Kasım tarihleri arasında yaşanan sel felaketiyle ilgili hazırladığı ön inceleme ve değerlendirme raporunu açıkladı.
Raporda, sel felaketi yaşanan kentlerde, böylesine ağır ve acı dolu bir tablonun ortaya çıkmasının en önemli sebebinin zorunlu göçün yol açtığı çarpık kentleşme olduğu belirtilerek, "Büyük bir çaresizlik içinde göç ettikleri şehirlerde, kenar semtlere ve güvenli olmayan bölgelere yerleşen yoksul ve çaresiz insanları, bu alanlarda yaşamaya iten anlayış, sosyal felaketi doğal felakete çevirmiştir" denildi.
TMMOB Yönetim Kurulu Başkanı Mehmet Soğancı, raporu açıklamak için düzenlediği basın toplantısında, doğa olaylarının doğal afetlere dönüşmesinin takdir-i ilahi olmadığını belirterek, "Doğa olaylarının doğal afetlere dönüşümü engellenebilir bir olgudur. Yeter ki bilimin ve tekniğin gereği yapılsın" dedi.
Mehmet Soğancı‘nın basın açıklaması:
DOĞA OLAYLARININ AFETE DÖNÜŞÜMÜ ENGELLENEBİLİR.
YETER Kİ, ODAĞINDA "İNSAN" OLAN ANLAYIŞ YAŞAMA GEÇİRİLSİN
Sevgili Basın Mensupları
Yine acılar coğrafyasındayız. TMMOB Yönetim Kurulu ve bağlı Odalarımızın Başkan ve Yöneticilerinden oluşturulan heyet olarak bir başka acıyla ilgili gözlem ve değerlendirmelerde bulunmak, görüş ve düşüncelerimizi kamuoyuyla paylaşmak, eğer başarabilirsek insanlarımıza yalnız olmadıklarını hissettirmek için buraya, bölgeye geldik. Bunu hissettirmek hiç kolay değil, çok iyi biliyoruz. Acılar insanları yalnızlaştırır, bunu da bilmek gerekir.
Ama yine de buradayız. Buradayız çünkü ülkemize ve insanımıza sahip çıkıyoruz. Zor olsa da insanın yalnız olmadığını, bir başka yaşamın yaratılabileceğini, doğa olaylarının eğer istenirse sadece doğa olayı olarak kalabileceğini, tehlikelere yol açmayacağını, doğal afete dönüşmeyeceğini ifade etmek için Diyarbakır‘dayız. Yara sarmak için gelmedik; yaranın nedenini anlamak, anlatmak, kamuoyunu bilgilendirmek için buradayız. Yaşanana tanıklık etmeğe ve bunun sorumluluğunu almaya geldik.
Hepimiz çok iyi biliyoruz: Her felaketten sonra, yaşanan olaylarda hiç sorumluluğu yokmuş gibi, büyük bir pişkinlikle yaraların sarılacağına söylemek ülkemizin siyasal iktidarlarının ayırt edici özelliğidir ve bizce doğa olaylarını felaket haline getiren yaklaşımın asıl nedeni budur. Türkiye artık yara sarmakla sınırlı bir yaklaşım yerine, önleyen, zararı en aza indirgeyen, insan hayatını korumayı başlıca amaç sayan, insanın sağlıklı yaşamasını asli amaç haline getiren, odağında insan olan bir yaklaşıma ihtiyaç duymaktadır.
Değerli Basın Mensupları,
Acılı coğrafyalara yapılan ziyaretler hep bir burukluk yaratır insanın içinde. Bugün bizler Diyarbakır‘da bu duyguyla bulunuyoruz. Üzülüyoruz, içimiz buruk; çaresizlik ve isyanla örülmüş çelişkili bir ruh hali içindeyiz. Sel felaketinde kaybettiğimiz insanlarımız, çocuklarımız için yüreğimiz yandı. Hepimizin başı sağ olsun.
Elbette mesleki açıdan yaşanan su taşkınlarını, su taşkınlarının onlarca insanımızın canına mal olmasına değineceğiz. Şimdiye kadar yapılmayanları, yapılması gerekenleri sıralayacağız. Alınması gereken tedbirlerle ilgili mesleki bilgi ve deneyimlerimizi kamuoyuyla paylaşacağız. Arkadaşlarımızın hazırladığı ön değerlendirme raporunu sizlerle paylaşacağız.
Sağanak yağış sonrasında oluşan su taşkını Diyarbakır, Batman, Şırnak, Şanlıurfa ve Mardin‘de tam bir faciaya dönüşmüş, onlarca insanımız hayatını kaybetmiş, yüzlerce ev ve işyeri, binlerce hektarlık arazi ve kilometrelerce yol su altında kalmıştır. Yoksulluk, sağlıksız kentleşme, altyapı eksikliği, barınma, yıllardan beri gelen, çözülmediği için büyüyerek bugünlere taşınan sorunlar arasındadır. Yukarıda sıraladığımız sorunların köyden kente göç olgusuyla, köy boşaltmalarıyla yakından ilgili olduğunu vurgulamak gerekir. Göçün, ekonomik gelişmelerin değil, son yirmi yıla damgasını vuran çatışma ortamının sonucu olduğuna dikkat çekilmesi gerekmektedir.
Bu bölgedeki kentlerimiz, yorgun ve yoksuldur. Kentler bakımsız ve haraptır. Nüfus yoğunluğu ve bunun artış hızı, yaşamı kelimelerle ifade edilmeyecek oranda zorlaştırmaktadır. Kentlerde, altyapıdan, sosyal donatı alanlarından, yeşil alandan, dere ıslah çalışmalarından, imar çalışmalarından, kentsel arsa üretiminden söz etmek mümkün değildir. Ya da en nazik ifadeyle ihtiyacı gidermekten uzaktır.
Elbette yukarıda sıralanan olumsuzluklar yalnızca bu bölgeyle sınırlı değildir. Su taşkınları Diyarbakır ve çevre illerle beraber İstanbul‘u, Antalya‘yı, Mersin‘i, Muğla‘yı da vurmuştur.
Yaşanan felaketlerin sorumluları bunlara karşı önlem almayan, alamayan, almak istemeyen merkezi ve yerel yönetimlerdir. Dikkat edilsin: Merkezi ve yerel yöneticiler yaşananları "doğal afet" gibi algılatmak ve sorumluluklarını unutturmak gayreti içindedir. Oysa biliyoruz ki, yaşanan felaketler plansız ve çarpık kentleşmeden kaynaklanmaktadır. Kentlerimizin en önemli sorunlarından olan altyapı eksiklikleri ne yazık ki bugüne kadar tam olarak giderilememiş, merkezi ve yerel yönetimler tarafından yapılan çalışmalar yetersiz kalmıştır. Bugüne kadar tarım arazileri, dere yatakları ve kıyılar yerleşime açılmış, orman alanları yok edilmiş, kaçak ve sağlıksız yapılaşma önlenmemiştir. Olumsuzluklar bugün büyüyerek devam etmektedir. Kentler yaşam alanları gibi değil rant aracı olarak görülmektedir. Ne yazık ki bütün bunların doğal sonucu depremler, yağışlar vb. doğa olayları, doğal afetlere dönüşerek can, mal ve toprak kaybına yol açmaktadır.
Değerli Arkadaşlar,
Bölgede yaşanan felaket sonucunda (bu metin hazırlandığında) 40 insanımız hayatını kaybetmiştir. Diğer zararlarla birlikte insanımızın yoksulluğu kat be kat artmış, zaten zor şartlarda sürdürülmeye çalışılan günlük yaşam içinden çıkılmaz bir hal almıştır.
Depremler, toprak kaymaları, sel baskınları, kazalar kader değildir. Her bir olumsuzluğun nedeni bir bütün olarak ülkemizde insana verilen değerle ilgilidir. İnsan hayatı ne zaman öncelikler sıralamasında en baştaki yerini alır ve toplumsal hayatımız buna uygun düzenlenirse, yaşamı çekilmez kılan olumsuzluklardan kurtulmak için ilk adım atılmış olacaktır.
Batman‘da merkezi yönetimin, insanlarımızın barınma sorununu kısmi olarak çözecek çadır kurma işinin felaketten bir hafta sonra yapılmaya başlaması tam bir komedidir, yara sarmada bile sınıfta kalma durumudur. Batman derhal afet bölgesi olarak ilan edilmeli ve insanımıza sahip çıkılmalıdır.
Bölgede yaşananlar, ülkemizin afetlere karşı acil eylem planı olmadığını bir kez daha gözler önüne sermiştir. Yerel ve merkezi yönetimin çalışmalarda koordinasyonsuzluğu bir kez daha açığa çıkmıştır.
Doğa olaylarının doğal afetlere dönüşmesi takdir-i ilahi değildir.
Doğa olaylarının doğal afetlere dönüşümü engellenebilir bir olgudur. Yeter ki bilimin ve tekniğin gereği yapılsın.
Biz mühendis, mimar ve şehir plancılarının bilgi, birikim ve deneyimi, insan hayatının korunma ve sağlıklı devam ettirilmesi yolunda değerlendirilmelidir. Biz bugün burada ülke kamuoyuna bunu deklere etmek üzere bir araya geldik. Merkezi ve yerel yönetimler insan odaklı politikaları vakit geçirmeden uygulamak yükümlülüğü ile karşı karşıyadır. Türkiye‘nin bu potansiyeli vardır. İş, bu potansiyeli açığa çıkartacak politik tercihleri belirleyici ve yönlendirici noktaya taşımaktan geçmektedir.