TMMOB MİMARLAR ODASI'NIN GERÇEKLEŞTİRDİĞİ "UIA XXII. DÜNYA MİMARLIK KONGRESİ 2005 İSTANBUL'A DOĞRU" TÜRKİYE KONGRELERİ SÜRÜYOR

07.02.2005

TMMOB Mimarlar Odası'nın gerçekleştirdiği "UIA XXII. Dünya Mimarlık Kongresi 2005 İstanbul'a Doğru" Türkiye Kongreleri'nin Konya, Trabzon, İzmir, Diyarbakır-Mardin aşamaları tamamlandı. Antakya, Kocaeli ve Ankara'da gerçekleşecek kongrelerin çalışmaları sürüyor.

TMMOB Mimarlar Odası‘nın gerçekleştirdiği "UIA XXII. Dünya Mimarlık Kongresi 2005 İstanbul‘a Doğru" Türkiye Kongreleri‘nin Konya, Trabzon, İzmir, Diyarbakır-Mardin aşamaları tamamlandı. Antakya, Kocaeli ve Ankara‘da gerçekleşecek kongrelerin çalışmaları sürüyor.

TMMOB Mimarlar Odası, Türkiye Kongrelerine başlamadan önce yaptığı "Dünya mimarlarına evsahibi olmanın gururu içinde,kentlerimizi ve mimarlığımızı önce kendimiz tartışalım" çağrısında şunları söylemişti:

Uluslararası Mimarlar Birliği (UIA), 2. Dünya Savaşı‘nın ardından, savaşın tahrip ettiği kentlerin yeniden inşası için mimarların uluslararası dayanışmasıyla kuruldu. Türkiye‘nin de kurucu üyesi olduğu UIA, 21.yüzyılın başlarında yine kentleri gündeme getiriyor.

1948 yılından buyana her 3 yılda bir düzenlediği Dünya Kongreleri‘nin XXII.si, 4-6 Temmuz 2005 tarihlerinde "Yaşasın Kentler" denilerek İstanbul‘da yapılacak. Bu buluşmanın Türkiye Mimarlar Odası‘nın evsahipliğinde gerçekleşmesi; 1999‘da Pekin‘deki UIA Genel Kurul‘unda kararlaştırılmıştı.

TÜRKİYE ve "KENTLER"

Dünya mimarlık ve kent tarihinde Türkiye‘nin çok özel bir yeri var. Yaklaşık 12.000 yıl önce insanoğlunun yerleşik düzene geçtiği Anadolu‘da, her biri 3.000-5.000 yaşlarındaki tarihsel kentler bile, bugün de yaşamlarını sürdürmekteler. 3.000‘e yakın tarih öncesi ve antik yerleşme ise, dünya kent arkeolojisinin en zengin hazinesini oluşturmakta... Doğu ve Batı kültürleri ile Asya ve Avrupa uygarlıklarının binlerce yıldır en yoğun etkileşim içinde bulundukları bu coğrafya, aynı zamanda bir Akdeniz ülkesi olarak da dünya kent tarihinin zengin birikimlerini taşıyor. UIA Genel Başkanı Jaime Lerner‘in, mimarlıkla kentler arasındaki sorumluluk bağlarını yeniden gündeme getirdikleri "Yaşasın Kentler" söylemi de işte böylesi bir coğrafyadan dünya gündemine taşınacak.

KONGRE TEMASI

UIA Genel Başkanı J. Lerner, 2005 İstanbul Kongresi için şunları söylüyor: "Bu kongrenin odak noktasını dünya kentleri oluşturacak. Görüşmeler, kentlerimizi daha iyi, daha güvenli ve daha yaşanabilir kılmanın yol ve yöntemleri üzerinde yoğunlaşacak." Nitekim, yine İstanbul‘daki 1996 / Habitat-II Konferansı‘nda da "kentler çağı" olarak ilan edilen 21. yüzyılın, eğer önlem alınmazsa "kent uygarlığının sonu" olacağı vurgulanmıştı. Bu nedenle, "kent"in tarihten gelen kültür ve yaşam zenginliklerinin yok olmaması için "kentlere hak ettiği değerin verildiği" bir evrensel politikanın daha geç kalınmadan belirlenmesi yaşamsal önem taşıyor. Bu konudaki öncelikli sorumluluk ise mimarlığa ve mimarlara düşüyor.

Lerner‘in "Her mimarın kenti için bir düşüncesi vardır" diyerek dile getirdiği işte bu sorumluluğu temel alan UIA 2005 İstanbul Kongresi, dünya mimarlarının dünya kentlerini ve mimarlığı, doğu kültürlerinin "Grand Bazaar" dünyasında buluşarak tartışmalarını hedefleyen "Mimarlıkların Pazaryeri" kavramı ve kurgusu içinde gerçekleşecek.

Denebilir ki mimarlık, kentlerden uzaklaştırıldıkça, kentler, kültür ve yaşam değerlerini yitirmek, mimarlık da "varlık ve heyecan nedenini" unutmak tehlikesiyle karşı karşıyadır. XXII. Kongre, işte bu süreçte de "dünya mimarlığının müdahalesi" olarak tarihsel bir misyonu üstlenmektedir.

TÜRKİYE KONGRELERİ

Bu tarihsel buluşmada ev sahibi olmaya hazırlanan Mimarlar Odası, aynı tartışmanın öncelikle "ulusal ölçekte" ve "Türkiye gerçekliğinin gündeme getirilmesiyle" yapılmasını ise 2005 İstanbul Kongresi‘ne "bilinçli katılımın" ön koşulu olarak görmektedir. Bu nedenle:

- UIA 2005 İstanbul Kongresi‘nin yapılacağı 30 Haziran-10 Temmuz 2005 tarihine kadar, bu büyük uluslararası buluşmanın ve temasının Türkiye mimarlığının ve mimarlarının gündeminde giderek artan bir yaygınlıkta ve yoğunlukta yer almasını sağlamak;

- Ülkenin tüm yörelerindeki mimarların ve ilgili kesimlerin meraklarını ve düşüncelerini aynı buluşmaya yönlendirmek; uluslararası katılımın yanısıra ulusal katılımın da bilinçli ve coşkulu bir şekilde yaygın ve güçlü olmasına katkıda bulunmak;

- Mimarlar Odası‘nın bu tarihsel evsahipliğinin en geniş örgütsel katılımla gerçekleşmesi için oda eylemliliğini ulusal ölçekte ve tüm birimlerin katılımıyla yaşama geçirmek
için;

Hemen tüm bölgelerimizdeki mimarların olabildiğince geniş katılımlarıyla ve mimarlık, kültür, kent ve yaşam alanındaki sivil toplum kuruluşlarıyla birlikte yöredeki mimarlık-şehircilik okullarını da içerecek ve yerel yönetimlerin de temsil edileceği; "UIA 2005 İSTANBUL‘a Doğru TÜRKİYE KONGRELERİ"ni düzenlemektedir.

Sırasıyla, yaklaşık bir yıl içinde Konya, Trabzon, İzmir, Diyarbakır, Antakya, Kocaeli, ve Ankara‘da yapılması planlanmış olan ve bölgelerin özgün sorunları ve gerçeklikleri bağlamında mimarlık ve kent ilişkilerinin irdeleneceği bu kongrelerde:

- UIA 2005 İstanbul Kongresi hakkında genel tanıtım ve bilgilendirmeler de yapılacak;
- UIA 2005 İstanbul Kongre "teması" ve bu temanın "bölgesel" ilişkileri üzerinde mesleki/bilimsel sunum, tartışma ve değerlendirmelere ortam ve olanak sağlanacaktır.

Mimarlar Odası, mimarları, üniversiteleri, yerel yönetimleri, sivil toplum kuruluşlarını ve tüm kent ve yaşam dostlarını, UIA 2005 İstanbul Kongresi‘nin ulusal evsahipliğini düşüncelerimiz ve fikirlerimizle zenginleştirecek TÜRKİYE KONGRELERİ‘ne katılmaya ve birlikte olmaya çağırmaktadır.

Türkiye Kongrelerinden gerçekleşenlerin Sonuç Bildirgelerinde şunlar yer aldı:

KONYA KONGRESİ SONUÇ BİLDİRGESİ
(25-26 Haziran 2004)

Mimarlar Odası‘nın 2005 Yılı Temmuz ayında İstanbul‘da ev sahibi olacağı Uluslararası Mimarlar Birliği (UIA)- Dünya Mimarlık Kongresi‘nin ana teması olan "Kentler ve Mimarlık" konusunda ülkemiz gerçeklerine bağlı değerlendirmelerin yurt düzeyinde de gündeme getirilmesi amacıyla düzenlenen Türkiye Kongreleri‘nin ilki 25-26 Haziran 2004 tarihleri arasında Konya‘da gerçekleştirilmiştir.

Mimarlar Odası Konya Şubesi ile birlikte Antalya ve Kayseri Şubeleri‘nin de ev sahibi oldukları Kongre‘nin teması, sözkonusu etkinliklerle ilgili Ulusal Eşgüdüm Komitesi ve Tematik Danışma Kurulu‘nca "Tarihin Başkentlerinde Anıtsal Yapılar ve Yeni Mimari Çevre" olarak belirlenmişti.

Uluslararası Mimarlar Birliği (UIA) ve 2005-İstanbul Dünya Mimarlık Kongresi hakkında bilgilendirmelerin de yapıldığı Konya Kongresi‘nde, gerek konuşmalar, gerekse sunumlar ve bildirilerle dile getirilen vurgulamalar, genelde "Kentler ve Mimarlık" konusunda, özelde ise bu kongre için belirlenen "Anıtsal Yapılar ve Yeni Mimari Çevre" temasına bağlı olarak, özetle şu saptamaları gündeme getirmiştir.

-Her biri Dünya‘nın en eski insan yerleşimlerinin birikimlerini taşıyan kentlerimiz, tarihsel kimliklerinin yeterince gözetilmediği; imar haklarının arttırılması adına kendini sürekli yenileyen bir "yapılaşma baskısı ve kuşatması" altındadır. Özellikle 1950‘lerden sonra artarak devam eden bu sürecin, "kentsel kimliğin öncelikli betimleyicilerinden biri olan anıtsal yapılar" üzerinde yarattığı temel olumsuzluk ise, bu değerlerin kent üzerindeki kültürel ve simgesel etkilerinin giderek yok olmasıdır.

-Özellikle anıtsal yapılarla bezeli tarihsel başkentlerimizdeki yeni mimari çevrenin oluşumunda, bu yapıların kent kimliği üzerindeki katkılarını zayıflatmayacak ve "tarihle yarışmayan" bir çağdaş kent görünümünün sağlanması ivedi önem taşımaktadır. Çünkü sadece imar rantı ürünü olan "kule"lerin bile kent içerisindeki özensiz konumları giderek yaygınlaşmaktadır.

-Kentleri, coğrafi, kültürel, tarihsel, toplumsal ve ekonomik anlamda özgün koşullarını gözetmeden planlayan anlayış, kendi yarattığı yasal taban (mevzuat) ile birlikte tipleşmeye yol açmış; bunun ürünü olan mimari tasarımların oluşturduğu yeni yapılı çevre de kaçınılmaz olarak birbirlerinin benzerleri olmuştur.

-Mimarlar, meslek tarihleri ve sosyal-kültürel sorumlulukları ile çelişmekte olan bu tasarım ve meslek ortamının "mağdurları" konumundadırlar. Çünkü, sonuçta ortaya çıkan ve aynı süreçlerden siyasi anlamda sorumlu olanları bile artık hoşnut kılmayan kimliksiz ve özensiz yapılı çevre, toplum ve kamuoyu gözünde "mimarların ürünü" olarak algılanmakta, bu anlayış mesleğin ve etik değerlerinin yıpranmasına yol açmaktadır.

-Bu nedenlerle, kentlerdeki imar ve yapılaşma koşullarının "mimarca hizmet"e elverir bir düzene kavuşması, sadece mimarların ve plancıların değil, toplumun tüm kesimlerinin kentlerimizi yeniden mimarlıkla buluşturacak imar politikaları için "talep sahibi" olmalarına bağlıdır.

-Mimarlığın kente karşı sorumluluklarının yaşama geçirilmesinde en önemli araç olan ve mimari biçimlenmeyi yönlendiren imar planlarının, 1970‘lere kadar ağırlıklı olarak yine plancılar ve mimarlar tarafından yapılmış olması, 1980‘lerden sonra siyasi erkin planlama sürecinde etkinliğini güçlendirmesi, bugün varılan ve yukarda özetlenen durumun sorumluluğunu sadece yöneticilere değil, ilgili tüm kesimlere yüklemektedir.

Bu nedenle Konya Kongresi‘nin tarihi Sille yerleşmesinde yapılan ve belediye başkanları ile uzmanların katıldıkları son oturumunda; kentlerimizi mimarlıkla ve mimarlık değerleriyle yeniden buluşturma hedefine yönelik, özellikle yerel yönetimlerin kentlerine ve ülkemize karşı olan bu tarihsel sorumluluğu kendi imar politikalarında -artık- ön planda tutmaları, mimarların ve plancıların da aynı hedef için yerel yöneticilerle "taraf" değil "ortak" olan, yani yolgösteren ve katılımı destekleyen bir konumda çok daha yakın işbirliği içine girmeleri gerektiği konusunda fikir birliğine varılmıştır.

Bu konuda alınan kararlarda özellikle Konya Kongresinde yerel yöneticilerin mimarlık ve çevre konusunda getirdikleri "duyarlı açınımlar" ve yöre halkını da kapsayan "katılımcı tavırlar"ı tüm ülkede örnek oluşturacak nitelikte yüreklendirici ve sevindirici bulunmuştur.

TRABZON KONGRESİ SONUÇ BİLDİRGESİ
(27-28 Ağustos 2004)

Tıpkı Konya Kongresi‘nde olduğu gibi Trabzon‘da da Türkiye Kongrelerinin hedefleri için taşınan umutlar daha da güçlenmiştir. Grand Zorlu Otel‘de, Ayasofya Kilisesi‘nde, Giresun Kalesi‘nde yapılan oturumlar, forumlar ile Akçaabat-Ortamahalle, Giresun kültür ve çevre gezileri, 500‘ü aşan katılımcının kongre teması doğrultusunda aynı umudu paylaştıkları ortamlar yaratmıştır. Uluslararası Mimarlar Birliği (UIA) ve 2005-İstanbul Dünya Mimarlık Kongresi hakkında genel bilgilendirmenin de yapıldığı Trabzon Kongresindeki konuşma ve bildiriler ile forumlardaki sunumlar "Kıyı Kentleri‘nde Mimarlık ve Yaşam" temasına bağlı olarak aşağıdaki saptama, sorun ve önerileri gündeme getirmiştir.

ULAŞIMDA KIYILAR ve TARİH GÖZDEN ÇIKARTILAMAZ

Hemen tüm kentlerimiz gibi kıyı yerleşmelerimiz de tarihsel ve doğal kimliklerinin yeterince gözetilmediği bir "yol ve yapılaşma" baskısı altındadır. Özellikle 1950‘lerden sonra artarak süren bu durum, kentlerdeki "yaşam değerleri" üzerinde olumsuz etkiler yaratmakta ve Karadeniz bölgesinin de adeta "kıyılarını yitirmesine" yol açmaktadır. Bu bağlamda katılımcılar, Hopa-Samsun arasında yapımı sürmekte olan "Karadeniz Kıyı Yolu" uygulamasının çok yönlü olumsuzluklarına özellikle dikkat çekmişlerdir.

· Kıyı dokusu, yaşamı ve kent kültüründeki değeri, hiçbir kalkınma projesi için gözden çıkartılamaz. Ulaşımın da amacı "insan" olduğuna göre, insanın ve gelecek kuşakların yaşam zenginliğini yok eden bir yol, uygarlığa ve yarınlara hizmet edemez

· En değerli doğal ve kültürel alanları yok ederek uygulanan kıyı yolundaki "plansızlık, özensizlik ve duyarsızlığın", hiç değilse şimdiye dek dolgu işlemi yapılmamış kesimlerde terk edilmesi için ilgili tüm kurum ve kuruluşlar harekete geçmelidirler.

Bu çerçevede kongredeki foruma katılan Arhavi Platformu‘nun, Arhavi-Ardeşen ve Fındıklı‘dan başlanmak üzere, bu yol için güney kesimlerden alternatif güzergahlar saptanarak, elde kalan kıyıların kurtarılması yönündeki çağrısına yanıt verilmelidir.

Ayrıca; Trabzon‘da 3500 yaşındaki Kaleyi, tarihi Ortahisar Mahallesini ve SİT karakterindeki vadileri altına alan "tanjant yol" viyadük ayaklarıyla da en önemli merkezleri ezip geçerek; ulaşım ve şehircilik politikalarındaki "kenti ve kentsel değerler"i umursamazlığın en çarpıcı örneğini oluşturmaktadır. Katılımcılar, bu projenin revizyonu, Taksim Meydanı‘nın kentsel peyzajını yok eden viyadüklerin kaldırılması ve Trabzon‘un tarihsel dokusunu gözeten yeni bir çözüm için, tüm ilgilileri "kıyı"nın "karayolu"ndan, "kale"nin ise "otomobil"den daha değerli olduğu gerçeği üzerinde bir kez daha düşünmeye davet etmişlerdir.

"KENTLEŞME" APARTMANLAŞMA DEĞİLDİR

Benzer şekilde hem sunulan bildirilerde, hem de Trabzon ve Giresun Kalesi forumlarında vurgulandığı üzere, anıtsal-tarihi yapılarla birlikte, geçmişten geleceğe kent yaşamının kültürel derinliklerini taşıyan sivil mimarlık ürünlerinin varlıklarını ve etkilerini gözardı eden, tek amacı arsa rantını yükseltmek olan, kimliksiz ve tekdüze apartmanlaşmanın da daha fazla sürmemesi yönünde kesin önlemler alınmalıdır.

Bu bağlamda:
·Ülkenin doğa hazineleri olan vadilerde ve hatta yaylalarda bile çok katlı apartman yapılaşmasıyla işgal edilmekte olan Karadeniz Bölgesi‘ni bu tahribattan kurtaracak acil bir "Koruma Bölge Planı"nın üretilmesi, tüm belediye ve valiliklerin de kendi yetki alanlarındaki imar uygulamalarında bu plana uymalarını sağlayacak yasal bir düzenlemenin yapılması artık kaçınılmaz bir zorunluluktur. Çünkü günümüzde "koruma"nın taşıdığı anlam ve derinlik ülkesel politikalar doğrultusunda "havza", "alt bölge" ve "bölge" kavram ve ölçeklerini ifade etmektedir.

·Giderek kesintisiz bir kentleşme kuşağı haline gelen Karadeniz kıyıları için yerleşmelerin yönetsel sınırlarını bütüncül değerlendirebilen politika ve söyleme sahip bir "stratejik plan"a ve ona dayalı "eylem planları"na ivedilikle gereksinim vardır.

MİMARLIĞA SAYGI KENTİN ve KÜLTÜRÜN GÜVENCESİDİR

Bütün bu gözlem ve dileklerin ışığında "kentler ve mimarlık" ilişkisinin de irdelendiği Trabzon kongresinde, hemen tüm bildiri, sunum ve tartışmaların içeriğinde yer alan ortak fikir ise; "Türkiye‘nin tarihten gelen uygarlık kültürüne yakışır düzeyde mimarlıkla yeniden buluşması" ve yine mimarlığın bir "kültür ve sanat eylemi" olarak kentlerin planlanması ile biçimlenmesinde "temel veri" olarak ele alınması gerekliliğidir.

Aynı dilek ve saptamaya bağlı olarak;
· Mimarlığın mesleki sivil örgütlenmesi (Mimarlar Odası) ile merkezi yönetim ilişkisinin Kültürden sorumlu Bakanlık
ile kurulması;

· Kent planlaması ile mimarlık arasındaki "iletişimsizlik"in giderilmesi ve "mimarlık-kent-planlama" bütünselliğinin şehirciliğin temel ilkesi olarak değerlendirilmesi;

· Kıyı kentlerinin temel imar kararlarında, yaşam ile kıyı arasındaki ilişkinin sürekli ve güçlü olmasını sağlayacak bir mimarlık ve şehircilik anlayışının kentsel planlama ve uygulamalara yön vermesinin esas alınması;
katılımcıların genel dilekleri olarak ilgililere ve kamuoyuna duyurulmaktadır.

İZMİR KONGRESİ SONUÇ BİLDİRGESİ
(22-23 EKİM 2004)

Mimarlar Odası‘nın İzmir, Denizli, Balıkesir ve Çanakkale Şubelerinin ev sahibi oldukları İzmir Kongresi‘nin teması, bu etkinliklerle ilgili Ulusal Eşgüdüm Komitesi ve Tematik Danışma Kurulu‘nca; "Tarihi Kentlerde Büyüme ve Mimarlık" olarak belirlenmişti.

TARİHİ KÜÇÜLTMEDEN BÜYÜYEBİLMEK

Hemen tüm kentler gibi "tarihi kentlerin" büyümeleri de 20. yüzyıldan 21.yüzyıla aktarılan evrensel bir olgudur.

Yeni yüzyılın "kentler çağı" olacağını saptayan, 1996‘daki B.M. Habitat-II İstanbul Doruğu‘ndan bu yana geçen 8 yıl içinde, çok sayıda ulusal ve uluslararası konferansta "kentleşmenin" değişik yönleri irdelendi.
UIA 2005 İstanbul Dünya Mimarlık Kongresi için belirlenen "kentler ve mimarlık" teması kapsamında aynı olgunun ele alınmasında ise özellikle Türkiye kentlerinin ortak karakteri olan "tarihsel kimlik" ile "çağdaş gelişme" arasındaki ilişkiler ve çelişkiler, İzmir‘deki Türkiye Kongresi‘nin öncelikli konusunu oluşturdu.

Ege Bölgesi‘ndeki Mimarlar Odası şubelerinin yakından gözledikleri İzmir, Denizli, Balıkesir ve Çanakkale kentlerinin ortak görünümleri; "büyümeyle birlikte tarihsel dokuların küçülmesi" şeklinde özetlenebilir. Bu gerçek, kentin sadece eskiden gelen mimarlık değerlerini yitirmesi biçiminde gözlemlenmiyor. Yeni yapılaşmanın da hem yasadışı yayılma alanlarında, hem de "planlı ve izinli" bölgelerde kentin "eskiden gelen" kimlik ve peyzaj değerlerini gözetmeyen bir "mimari" biçimlenmeyle oluşması da aynı gerçeğin ürünü.

Bu süreçle ilgili kongredeki değerlendirmelerin ortak vurgulamaları ise şöyledir;
- Tarihi kentler büyüdükçe, "tarihselliklerinin" kanıtlarında gözlenen "küçülmeyi" durdurabilmek için, sadece imar ve planlama politikalarındaki "korumaya" dönük ihmallerin giderilmesi yeterli olmayacaktır.

- Kentlerdeki yeni yapılanma ve kentsel gelişme alanlarındaki genel mimarlık ve şehircilik hedeflerinde de o yerleşmenin "geleneksel değerler"ini, "yapısal ölçeği"ni ve "kentsel-çevresel karakter"ini "sürdüren" bir anlayışın öncelik kazanması sağlanmalıdır.

KENTLERDEKİ FARKLILIKLAR ve HEDEFLER

Tarihi kentlerimizdeki, "geçmişi yok ederek gelişme" sürecine bağlı olarak, her biri için "kendi özgün durumlarına uygun" yeni önlem ve politikaların üretilmesi ise konunun en özgün yanını oluşturmaktadır.

Bu saptama ışığında, İzmir Kongresinde irdelenen kentlerle ilgili olarak, "tarihsel kimlik ve çağdaş gelişme"ye yönelik değerlendirmeler şöyle özetlenebilir;

Denizli ve Balıkesir

Bu kentlerimiz eski dokularını artık neredeyse "tümüyle" yitirmiş gibidirler. Kente egemen olan "yeni ve modern" karakter ile geçmiş arasındaki bağı kurabilmek için çağdaş mimarlığın esinlenebileceği kaynaklar da çok azdır.
Ancak, böyle bir durum, aynı kentler için bundan böyle "kişiliksiz" bir mimarinin ve "tarihsel yaşanmışlıkları tümüyle unutan", tek düze bir şehirciliğin geçerli olabileceği anlamına gelmeyeceğinden, aynı kentler için izlenecek yöntemlerin başında da yine "yöresel yaşam ve kültür değerlerini gözeten bir mimarlık" arayışı gelmektedir.

Çanakkale

Çanakkale örneğindeki gibi, eski dokusunun elde kalan bölümlerini koruma konusunda önlemler alan kentlerimizin büyüme sürecinde ise; bu tarihi bölümler, özellikle yapılanma haklarının imar rantlarını arttıracak biçimde yüksek tutulduğu komşu arsa ve kent bölümleri arasında sıkışıp kaldığından, tarihi dokunun korunması için temel koşullar arasında yer alan "toplumsal bilinçlenme" olumsuz yönde etkilenmektedir.
Kent içinde neredeyse "yan yana" denebilecek konumdaki arsalara verilen, birbirlerinden çok farklı imar olanakları nedeniyle tarihsel dokular adeta "mağduriyet bölgeleri" olarak görülmektedirler.

İzmir

"5000 yaşında" olduğunu ulusal ve uluslararası kamuoyuna duyurmakla onur duyan İzmir ise "metropol" kimliği ile çok daha farklı özellikler taşımaktadır.

Son zamanlarda, kentin antik çağlardan bu yana "yaşanmışlığını" belgeleyen ve kent içinde tarihi odak noktaları oluşturan arkeolojik alanlarla birlikte, yakın geçmişe ait yerleşme dokusunu ve yerel mimari karakterlerini barındıran kentsel SİT‘lerin, aynı zamanda metropoliten gelişmenin de "kimlik kaynakları"nı oluşturması yönündeki çabalar önemli deneyimler yaratmaktadır.

Bu yöndeki öncelikli saptamalardan biri, özellikle "metropoliten planlamada" tarihsel semtlerin kentsel bütünlük içindeki etkilerini ve yaşatılmalarını hedefleyen "makro" önlemlerin alınması gereğidir. Çünkü, kentin geçmişini, sadece dar-sınırlı koruma planlarıyla ele alan anlayış, "yaşamdan kopuk koruma alanları" oluşturmakta, böylesi bir ayrışma ise sadece tarihsel bölgelerin çöküntü yörelerine dönüşmesine değil, yeni gelişme bölgelerinin de "kente yabancılaşmış" bir toplum ve mimarlık alanına dönüşmesine neden olmaktadır.

Bu nedenlerle, gerek kentsel hizmetler açısından, gerekse çağdaş konfor ve diğer çekicilikleri ile kent bütününde "tercih edilen yerleşim alanları" haline gelen yeni gelişme bölgeleri karşısında tarihsel dokuların giderek "metruklaşmaması" için önlemler almak gerekmektedir. Bu yönde, bir yandan aynı gelişme bölgelerindeki yapılanma haklarının, mimari karakterlerin ve şehircilik düzenlemelerinin "tarihsel bölgelerle kopuk olmamasına" özen gösterilmeli; öte yandan, kentin korunması istenilen eski dokusunun, kentin en çekici, canlı ve herkesin yararlanabileceği işlevlerle donatılmasına öncelik verilmelidir.

"Tip Projeler"

Tarihi kentlerimizin büyümelerinde, yukarıda özetlenen "kimlik ve karakter yitirilmesi" süreçlerini destekleyen önemli ve etkin uygulamalardan biri de Türkiye‘in hala vazgeçemediği "tip proje"lerdir.

Bu uygulamalar, bir yandan mimarlığı kentin ve çevrenin niteliklerinden uzaklaştırdığı gibi, bir yandan da "tipleşmiş mekan ve çevrelerde" yaşayanlar açısından kendi değerlerine yabancılaşan bir toplum yaratmaktadır.

Sadece kimi kamu yapılarında değil, toplu konut alanlarında, gecekondu önleme bölgelerinde, hatta "2.konut" olarak tanımlanan toplu yazlık siteler ve konut kooperatifleri uygulamalarında yaygın olarak sürmekte olan; "tipleştirilmiş ve çok sayıda yinelenen mimari proje" uygulamalarından vaz geçilmelidir.

ŞEHİRCİLİKTE "MİMARLIK"

İzmir Kongresinde, yukarıdaki saptamalarla birlikte gündeme getirilen diğer bir olgu da Türkiye‘deki "mimarlık eğitimi" ile "şehircilik eğitiminin" birbirinden "ayrıştırılması" ve bunun yine hem mimarlık, hem de şehircilik uygulamalarındaki sonuçlarının özellikle tarihi kentlerdeki yapılanma ve şehircilik kararlarına olumsuz yansımalarıydı.

Özellikle çağrılı bildirilerin sunulduğu oturumlarda ve forum/panel tartışmalarında ele alınan bu konuyla ilgili genel saptama ve değerlendirmeler ise özetle şöyledir;

· Genel olarak ekonomik, sosyal ve siyasal girdi ve hedefleri olan "planlama" ile özelde mekansal tasarıma ilişkin
kurgulamaları içeren "fiziksel planlama" arasındaki ayrımın yapılmadığı bir şehircilik eğitimi ve mesleki yetkilendirme hukuku, mimarlık ile kent arasındaki tarihsel bütünlüğü gözardı etmektedir.

·Mimarlık adaylarına kentsel ve çevresel yükümlülük ve bağımlılıkların yeterince verilmediği, şehircilik adaylarına da mimarinin geçmişten geleceğe derinliklerinin aktarılamadığı bu "bölünmüş eğitimin" ve "ayrışmış yetkilendirmenin" sonucunda ise ; "mimariyi kentsel sorumluluklardan uzaklaştıran, kent planlamasının da mimariye olan bağımlılığını giderek ortadan kaldıran" bir süreç yaşanmaktadır.

·Türkiye‘den başka, hemen hiçbir ülkede gözlenmeyen bu düzeydeki bir ayrışmanın, özellikle her bir kenti binlerce yıllık tarihsel-mimari birikimler ve kaynaklar içeren ülkemiz açısından bir an önce sorgulanarak, "mimarlık ile kent arasındaki mesleki, sanatsal ve kültürel birlikteliği gözeten" bir eğitim ve uygulama düzenine geçilmesi gerekmektedir.

"BÖLÜNMÜŞ" KENTLER

İzmir Kongresi‘nin değerlendirmeleri arasında, özellikle Denizli‘nin içine itildiği "imar ve planlama karmaşası"ndan hareketle; büyümekte olan kentlerin birbirlerine komşu farklı imar otoriteleri yaratılacak şekilde "bitişik belediyelere" parçalanmasının bir an önce durdurulması gerektiği de önemli bir başlık oluşturmaktadır.

Kentsel gelişmelerin, kentsel bütünlüğü gözeten ve hem mimarlık, hem de şehircilik uygulamaları açısından kentin tümünü hedefleyen karar ve politikaların üretilmesini sağlamaya yönelik olarak, mutlaka "kentsel planlama ve yönetim birliği" içinde gerçekleşmesi zorunludur.
Özellikle Denizli‘de doruğa çıkan, ancak hem Ege kentlerimizde, hem de diğer tüm büyümekte olan yerleşmelerimizde öncelikli sorunlar arasında yer alan "bölünmüş kentler" uygulamasının sona ermesi için Hükümet ve Yasama Organının daha fazla gecikmemesi, kongre katılımcılarının ortak dileğidir.

DİYARBAKIR-MARDİN KONGRESİ SONUÇ BİLDİRGESİ
(17-19 ARALIK 2004)

Mimarlar Odası‘nın Diyarbakır, Gaziantep, Van Şubeleri ile Mardin Temsilciliği‘nin evsahibi oldukları Diyarbakır-Mardin Kongresi‘nin teması, bu etkinliklerle ilgili Ulusal Eşgüdüm Komitesi ve Tematik Danışma Kurulu‘nca; "Göçü Ağırlayan Kentlerde İmar ve Mimarlık" olarak belirlenmişti.

ANADOLU - MEZOPOTAMYA BULUŞMASI

Güneydoğu Anadolu Bölgemizdeki göç alan kentlerin bir diğer ortak özellikleri de tarihsel geçmişleri ve kültürel birikimlerindeki zenginlikleridir.
Dünya uygarlık coğrafyasının iki köklü bölgesini oluşturan Anadolu ile Mezopotamya‘yı buluşturan bu kentlerimizdeki mimarlık ve yaşam değerleri üzerinde göçün de baskısıyla oluşan yıpranma ve tahribatlar, sadece ulusal sorumluluklar açısından değil, insanlığın ortak mirası bağlamında da ivedi önlemleri gerektirmektedir.

Bu bilinç içinde hareket eden yerel yönetimler, valilikler, diğer ilgili kamu ve sivil kurumlar ile Kültür ve Turizm Bakanlığı‘nın son yıllarda özellikle tarihsel mirası ve kültür varlıklarını koruma yönünde başlattıkları proje ve girişimler, kongre katılımcıları tarafından da memnunlukla izlenmiştir.

Aynı kapsamda, örneğin Diyarbakır‘da kent surlarının çevresindeki temizleme ve düzenlemelerle birlikte tarihin yaşamla yeniden buluşturulması; bunun yanısıra İçkale‘nin topluma açılarak kentin kültür ve sanat etkinlikleri merkezi işleviyle yeniden canlandırılması; Suriçi‘ndeki tarihi sokaklarda gerçekleştirilen alt yapı ve peyzaj düzenlemeleri ile eski Diyarbakır evlerindeki restorasyon uygulamalarının yaygınlaşması, göçün yarattığı yasadışı ve düzensiz yapılaşma işgalinin olumsuz etkilerine karşı umut ve cesaret verici girişimlerdir.

Mardin‘de de özellikle Valiliğin önderliğinde sürdürülen ve diğer kurumlarla özel yatırımcıların destek ve katkıları ile zenginleştirilen "yaşatılarak koruma" ilkesine dayalı restorasyon ve yenileme projeleri ile kentsel doku korumasına dönük uygulamalar, bölgenin diğer kentleri için de örnek ve teşvik edici sonuçlarıyla çok değerli çabalar olarak gerçekleşmektedir.
Kongre katılımcılarının ortak dileği, bu kentimizin UNESCO Dünya Mirası Listesi‘nde yer alması için başlatılan girişimlerin desteklenmesi amacıyla Mimarlar Odası tarafından da ilgili kurumlara iletilmesidir.

Aynı yöndeki gayretlerin Van ve Gaziantep kentlerinde de yine valilikler, yerel yönetimler, meslek odaları ve sivil kuruluşlar tarafından ortak bir duyarlılık içinde sürdürülüyor olmasını da bölge kentlerinin kimlikli gelecekleri için umut verici gelişmeler olarak değerlendiren katılımcılar, böylesi bir süreçte aynı kentlerdeki "göçün ağırlanması" ile buna bağlı "imar ve mimarlık" ilişkileri hakkında şu değerlendirmeleri yapmışlardır:

GÖÇÜN ÖZGÜN NEDENLERİ

Başta Diyarbakır olmak üzere bu kentlerimize yönelen göçün nedenleri arasında, ülke düzeyindeki 50 yıldır süren kırdan kente göç olgusundan farklı ve bölgeye has özelliklerin bulunması önemlidir.

Sadece bilinen siyasal gelişmelerden kaynaklanan "köy boşaltmalarıé ile değil, GAP projelerine bağlı olarak baraj suları altında kalan yerleşmelerden de gerçekleşen "zorunlu göç" ve hatta "kente sığınma" sürecinde, bu yöre için farklı bir "göçmen" gerçeği ve kültürünün oluşması söz konusudur.
İşte bu gerçekler, yine ülkenin diğer bölgelerinde gözlenen ve kent toprakları üzerinde "yasa dışı imar rantı elde eden" topluluklar yerine, doğrudan "kent mekanlarında" barınmaya çalışan ve bunun için bir gecekondu yapacak kadar dahi parası olmadığından mevcut yapılara sığınmak zorunda kalan yoksul kesimler yaratmıştır.

Aynı kesimlere karşı kent halkının taşıdığı "insani duygular"la gerçekleşen imar ve yapılanmaya dönük karar alma süreçlerinde de böylesi bir göçten kaynaklanan tahribata karşı "radikal" önlemler yerine "hoşgörülü" bir tutumu ilgili kurumlarda egemen kılmıştır. İşte bu özelliğin, bundan sonraki planlama ve kentsel yapılanma politikalarına da temel veri oluşturacağını kabul eden kongre katılımcıları, özellikle tarihsel dokuyu tehdit eden düzensiz ve illegal yapılaşma sakinlerinin doğrudan "istihdam" edileceği yeni yerleşim projelerine dayalı kentsel yenileme ve transfer sürecinin başlatılması gerektiğinin altını çizmektedirler.

"TARİHE SIĞINAN GÖÇ" ve ÖNLEMLER

Bölgedeki özgün nedenlerden kaynaklanan kente göçün öncelikle "sığınma" amacını taşıması ve buna dayalı "geçici barınma" hedefini içermesi nedeniyle, iskan için yeni yapı yerine, tarihi dokudaki mevcut yapı ve mekanların tercih edilmesine yol açmıştır.

Sadece Diyarbakır‘da değil, Gaziantep ve Mardin‘de de kültürel mirasın yaşatılmasını önemsemeyen politikalar sonucunda yıllardır metruk ve sahipsiz kalan eski yapıların bir çoğu "göç sakinlerinin" kullanımındadır. Van‘da ise bu durum, 20.yüzyılın başlarında terk edilen eski kentin kalıntıları çevresinde oluşmuş kaçak yapılaşmalarda gözlemlenmektedir.

Bu durum, bir anlamda İstanbul‘daki "Süleymaniye" ve "Zeyrek" gibi semtlerin, İzmir‘deki "Kadifakale" eteklerinin ve Ankara‘daki "Kaleiçi" bölgesinin, 1960‘lardaki göçlerle gelenlerin yeni iskan bölgeleri olmalarına benzemektedir. Bu oluşuma karşı alınacak önlemler ise sadece bu dokulara sığınanlar için yeni yerleşme olanaklarının sağlanmasıyla sınırlı kalmamalıdır.
Aynı tarihsel dokuların yeni kentsel işlevlerle donatılması; kamusal hizmetler de dahil kent yaşamıyla bütünleşen sektörlerin eski kentte yer alması; geleneksel ticaretin, eski çarşı zenginliğinin ve kültür-sanat etkinliklerinin tarihi merkezlerde sürdürülmesi için teşvik ve önlemlerin geliştirilmesi; resmi kurum lojmanları da dahil, yeni konut gereksinmeleri için de bu bölgelerdeki sivil mimari örneklerinin onarılarak kullanımının yeğlenmesi; turizm ve konaklama amaçlı yeni tesisler için yine eski yapıların değerlendirildiği olumlu örneklerin daha da yaygınlaştırılması vb. gibi uygulamalar, göçün baskısı ve tahribatı altında "yalnız ve korumasız" kalan tarihsel merkezlerin kentsel dinamikleri yeniden kucaklayarak yaşatılmalarını sağlayacaktır.

"TARİHİN TERKEDİLMESİ" DURDURULMALIDIR

Kongrede irdelenen kentlerin hemen tümünde egemen olan; "merkezdeki yıpranmaları hızlandıran ve modern kentleşme adına yeni yayılma alanlarında kimliksiz yapılanmalar" şeklinde tanımlanabilecek planlama politikaları, göçü ağırlayan tarihi kentlerdeki imar ve mimarlık süreçlerinde "kentsel kimlik değerlerine yabancılaşma"yı körüklemektedir.
Diyarbakır‘da bu süreç, hemen tüm yeni kentsel düzenlemelerin ve yatırımların "Surdışında" gerçekleşmesi şeklinde yaşanmaktadır. O kadar ki kentteki mimarlık hizmetlerinin de artık hemen tümü Surdışı alanlardaki yeni yapılanmalar için gerçekleşmekte, tarihi merkezden bu kaçışın önemli bir göstergesi olarak da mimarlık büroları bile yine Surdışında bulunmaktadır.
Aynı durum Gaziantep‘te çok daha yaygındır. Yeni imar ve planlama alanlarındaki hızlı yapılaşmayla birlikte, Kale ve çevresindeki eski doku kent bütünü içinde giderek daha da küçülen, bakımsız ve korunaksız bir "adacık" haline dönüşmektedir.

Van‘da ise eski kent yaklaşık 100 yıl önce terk edildiğinden, şimdiki kentin mimari ve kültürel peyzajı 20.yüzyılın ikinci yarısından itibaren "betonarme yapılaşma"yla biçimlenmektedir. Urartu uygarlığından bu yana bölgenin 4000 yıllık tarihsel derinliğini yansıtan Van Kalesi ile eteklerindeki "Tuşpa" kenti kalıntılarının dışında, yörenin geleneksel sivil mimari örneklerini oluşturan "kerpiç ev" de çok azdır.

MARDİN‘DE TARİHE DÖNÜŞ

Diyarbakır-Mardin Kongresi‘nin ikinci günündeki Forum/Panel ve inceleme gezilerinde de irdelenen Mardin‘de, kent merkezinin dışında yeni ve "modern" bir yerleşim bölgesi kurulmasına yönelik kararlar ise "kentsel SİT‘in korunması" adına gündeme getirilmiştir.

Tarihi doku üzerindeki ye