
TMMOB SANAYİ KONGRESİ 2025 GERÇEKLEŞTİRİLDİ
TMMOB adına Makina Mühendisleri Odası sekreteryalığında düzenlenen TMMOB Sanayi Kongresi, "Emperyalizmin Yeni Biçimleri ve Sanayileşme Stratejileri" ana temasıyla 19-20 Aralık 2025 tarihlerinde MMO Eğitim ve Kültür Merkezi'nde gerçekleştirildi.
Kongrenin açılışında MMO Yönetim Kurulu Başkanı Yunus Yener ve TMMOB Yönetim Kurulu Başkanı Emin Koramaz birer konuşma yaptılar.
Kongrede ele alınan konuların başında emperyalizmin yeni döneminin özellikleri; küresel rekabet ve hegemonya mücadelesinde sanayi politikalarının, teknoloji ve yapay zekânın, nadir toprak elementleri dahil kritik malzemelerin yeri ve önemi geliyor. Türkiye özgülünde emek, meslek, meslektaş durumu; sanayinin mevcut durumu ve kamucu alternatif; kamu maliyesi, teşvikler ve ar-ge politikaları ile elektronik, tekstil ve kimya sektörleri üzerine raporların sunulduğu kongre kamuoyuna açık olarak yapıldı.
İlk olarak Selçuk Soylu’nun yapacağı Emperyalizmin Yeni Halleri başlıklı açılış oturumunda Prof. Dr. Hayri Kozanoğlu ve Prof. Dr. Seyhan Erdoğdu birer konuşma yaptı.
Yöneticiliğini S. Melih Şahin’in yaptığı Küresel Hegemonya Mücadelesinde Sanayi Sektörü Dinamikleri başlıklı oturumda Dr. Oktay Küçükkiremitçi İmalat Sanayi Sektörlerinin Arz ve Talep Fonksiyonları, Mustafa Tunçgenç Hegemonya Savaşları Ortamında Sanayiyi Doğrudan Etkileyebilecek Rekabet Alanları;
Yöneticiliğini Ali Ekber Çakar yaptığı Hegemonya Mücadelesinin Aracı Olarak Teknoloji ve Malzemeler, Tolga Mırmırık Hegemonya Artık Yapay Zekâda, Nilgün Ercan Karbonsuzlaştırma Teknolojileri ve Kritik Malzemeler, Prof. Dr. Cemil Hakan Gür Malzemeler ve Uygarlıkların Hakimiyeti: Malzemelerin Tarihi Şekillendiren Rolü başlıklı sunumlarını yaptılar.
Kongrenin ikinci gününde yöneticiliğini Kaya Güvenç’in yaptığı Emek, Meslek, Meslektaş Nereye başlıklı ilk oturumda Ezgi Kılıç MMO Üyesi Mühendisler Araştırması, Prof. Dr. Serkan Öngel Yapay Zekanın Üretim Süreçlerinde Kullanılmasının İşçiler Üzerindeki Etkileri: Metal Sektörü Örneği;
Yöneticiliğini Oğuz Türkyılmaz’ın yaptığı Türkiye Sanayisi Mevcut Durum ve Kamucu Alternatif başlıklı oturumda Prof. Dr. Özgür Orhangazi Kamusal Üretim, Planlama ve İhtiyaçlar Üzerinden Kamucu Alternatif Ekonomi ve Sanayi Stratejisi-Programı, Doç. Dr. Ümit Akçay Sanayi Politikaları Geri mi Dönüyor? ABD ve Avrupa'daki Gelişmeler ve Türkiye;
Yöneticiliğini Prof. Dr. Aziz Konukman’ın yaptığı Kamu Maliyesi, Teşvikler ve Ar-Ge Politikaları başlıklı oturumda Prof. Dr. Oğuz Oyan Sanayi ve Teknoloji Politikalarında Kamu Ekonomisinin Artan Rolü, Prof. Dr. Hakan Yılmaz (TEPAV) Yatırım Teşvik Programlarının Etkinlik Temelinde Mali Değerlendirmesi: Attığımız Taş ve Ürküttüğümüz Kurbağa Meselesi ve Tercihler Etkisi;
Yöneticiliğini Nadir Avşaroğlu’nun yaptığı Sektörel Raporlar başlıklı oturumda Elektrik Mühendisleri Odası Elektronik Sanayi Sektör Raporu, Tekstil Mühendisleri Odası Tekstil Sektöründe Türkiye’nin Nabzı sunumları yapıldı.
Kongre, yöneticiliğini Prof. Dr. Aziz Konukman’ın yaptığı Kapanış Forumu ile sona erdi.
TMMOB Yönetim Kurulu Başkanı Emin Koramaz Kongrenin açılışında şöyle konuştu:
"Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği Yönetim Kurulu ve şahsım adına hepinizi saygıyla selamlıyorum.
TMMOB Sanayi Kongresi 2025’in açılış oturumuna hepiniz hoş geldiniz.
İlki 1962 yılında düzenlenen ve 1987 yılından bu yana da TMMOB adına Makina Mühendisleri Odamız tarafında düzenli olarak gerçekleştirilen bu kongreler sanayileşmeye salt sermaye odaklı bir gözlükle bakmayan; insanı, emeği, doğayı ve kamusal çıkarı merkeze alan bir kalkınma anlayışının sesi, nefesi ve aklı olmuştur.
Ne yazık ki, bugün ülkemizde bu anlayışın tam karşısında duran bir tercih hâkim:
Planlı sanayileşmeden bilinçli bir şekilde vazgeçilmiş; kamu iktisadi teşebbüsleri özelleştirme adı altında tasfiye edilmiş; üretim ekonomisi yerine rant, talan ve yağma üzerine kurulu bir ekonomik model ikame edilmiştir.
Bu süreç, yalnızca ekonomik değil, aynı zamanda toplumsal dokuyu parçalayan, teknik alt yapımızı, mühendislik birikimimizi, üretim yeteneğimizi aşındıran ve ülkeyi teknolojik bağımlılık sarmalında daha derinlere çeken bir yıkım sürecidir.
İşte tam da bu nedenle, “Halk için sanayi, barış için teknoloji, yaşam için üretim” şiarıyla böylesi kongreleri ısrarla ve kararlılıkla gerçekleştirmek bir fikir alışverişi zeminini yaratmanın yanı sıra, halktan yana bir alternatif arayışının da somut bir ifadesidir.
Bu vesileyle, bu önemli ve anlamlı etkinliğin örgütlenmesinde büyük emekleri olan Makina Mühendisleri Odamızın Yönetim Kurulu’na, çalışanlarına, kongremizin tüm kurul üyelerine, kongre sekreterlerimize, bilgi ve birikimlerini bizlerle paylaşacak değerli bilim insanlarına ve konuşmacılarımıza, katkı sunan herkese en içten teşekkürlerimi sunuyorum.
Sevgili Katılımcılar,
Kongremizin bu yılkı temasını son derece kritik ve güncel bir konu olan “Emperyalizmin Yeni Biçimleri ve Sanayileşme Stratejileri” olarak belirledik.
Oda Başkanımız, kongremizin ruhunu ve güncel önemini son derece net bir şekilde ortaya koydu.
Ben de TMMOB’nin tarihsel perspektifinden ve kamucu duruşundan hareketle, içinde bulunduğumuz tarihsel dönemeci, bu dönemecin Türkiye sanayiine ve toplumuna dayattığı ağır bedelleri ve çıkış yollarımızı daha detaylı bir şekilde ele almak istiyorum.
Evet, arkadaşlar, emperyalizm artık yepyeni, çok daha sinsi, çok boyutlu ve iç içe geçmiş bir evreye girmiş durumda.
Karşımızda artık sadece geleneksel askeri işgaller veya açık ekonomik sömürü yok. Şimdi, dijital çağın olanaklarıyla donanmış, çok daha sofistike bir tahakküm mekanizmasıyla karşı karşıyayız.
ABD’nin 2025 Ulusal Güvenlik Stratejisi’nin de açıkça ilan ettiği gibi, neoliberal küreselleşme dönemi kapanmış, yerini devletlerin doğrudan teknoloji ve askeri-sanayi rekabetine dahil olduğu yeni bir “stratejik rekabet” dönemi almıştır.
Bu rekabetin odağında ise birkaç temel eğilim var:
Birincisi, teknolojik ve dijital tekelciliktir. Artık az sayıda dev küresel şirket, yapay zekâ, büyük veri, dijital platformlar, bulut bilişim ve ileri yarı iletken teknolojiler üzerinden neredeyse mutlak bir kontrol kurdu.
Bu kontrol, sadece piyasaları değil, bireylerin özel hayatını, ulusların siber güvenliğini, toplumsal algıyı ve siyasi tercihleri şekillendiren devasa bir güce dönüştü. Bu, ‘veri sömürgeciliği’ dediğimiz yeni bir emperyalizm biçimidir.
İkincisi, ‘yeşil ekonomi’ ve ‘iklim değişikliği’ kisvesi altında kurulmak istenen yeni sömürü düzenidir. İklim krizi elbette gerçek ve ciddi bir tehdittir.
Ancak emperyalist merkezler, bu haklı kaygıyı, gelişmekte olan ülkelerin sanayileşme olanaklarını kısıtlamak, onlara yüksek teknoloji transferini engellemek ve karbon vergileri gibi araçlarla yeni bir finansal sömürü mekanizması yaratmak için kullanmak istiyor. Bu, ‘yeşil emperyalizm’ olarak adlandırılabilecek bir yaklaşımdır.
Üçüncüsü, ‘değer zincirleri’ adı altında örgütlenen yapısal bağımlılıktır. Küresel üretim, son derece kırılgan ve kontrol edilebilir ‘değer zincirleri’ halinde parçalanmış durumda.
Türkiye gibi ülkeler, bu zincirlerin genellikle düşük katma değerli, emek-yoğun, ara işlem basamaklarına sıkıştırılıyor. Yüksek teknoloji, marka değeri ve asıl kârı yaratan kritik uçlar ise emperyalist merkezlerde tutuluyor. Bu, kalıcı bir orta gelir tuzağı ve dış ticaret açığının yapısal nedenidir.
Ve dördüncüsü, en tehlikelisi, savaş ve militarizmin kalıcı bir olgu haline getirilmesidir. Yeni emperyalist rekabetin en belirgin ve kanlı tezahürü, küresel düzeyde yeniden hız kazanan silahlanma yarışı ve bölgesel savaşlardır.
Ukrayna’da, Filistin’de, Sudan’da, Afrika’nın çeşitli bölgelerinde yaşanan trajediler, kaynak ve etki alanı paylaşım mücadelesinin acımasız yüzüdür.
Dikkatle analiz ettiğimizde, bu çatışmaların basit “bölgesel anlaşmazlıklar” olmadığı, aksine küresel güç dengelerini yeniden şekillendirmeye yönelik planlı müdahaleler olduğu görülecektir.
ABD’nin dilinin açıkça “stratejik rekabet” ve “devletler arası çatışma”ya dönmesi, Avrupa’da ülkelerin toplu halde savaşa hazırlık açıklamaları yapması, bu durumun resmi itirafıdır.
ABD’nin Orta Doğu temsilcisinin “ulus-devletlerin engel olduğu” ve “yeni bir bölgesel düzenleme zamanının geldiği” yönündeki sözleri, bizim için çok net ve ürkütücü bir uyarı işaretidir. Büyük Ortadoğu Projesi (BOP) hayali bitmemiş, yalnızca araçları ve kılıfları değişmiştir.
Sevgili Arkadaşlar,
Ülkemiz bu çok boyutlu tabloda, yanlış tercihler ve derin bağımlılıklar nedeniyle emperyalizmin bu yeni biçimlerine karşı tümüyle savunmasız bırakılmakta , ve maalesef bu tehlikeli oyunun bir parçası haline getirilmeye çalışılmaktadır.
Bugün “yerli ve milli” söylemiyle meşrulaştırılmaya çalışılan silahlanma politikaları aslında emperyalist sistemin ve imzalanan askeri angajmanların Türkiye’ye biçmiş olduğu taşeronluk rolünün bir parçasıdır. Irak, Libya, Suriye gibi ülkelerde yaşanan yıkıma verilen destek; Suriye’nin rejim değişiminde oynanan rol, İsrail’le sürdürülen ilişkiler, NATO bağlamındaki askeri angajmanlar ve en son Cumhurbaşkanı’nın Trump’la buluşmasında ele alınan konular ve verilen tavizler bu durumun en açık göstergeleridir.
Ülke sanayisinin durumu da içler acısıdır. GSYH içinde imalat sanayii ve tarımın payı sistematik olarak düşürülmüş, ekonomimiz inşaat, ithalat, finans ve düşük katma değerli hizmetlere dayalı kırılgan bir yapıya evrilmiştir.
Sanayide istihdam edilen nitelikli işgücünün oranı gerilemektedir. Kaynaklar, üretken yatırımlar yerine, spekülatif alanlara ve ve hiçbir toplumsal gereksinime dayanmayan ve artık bir soygun düzeneği haline gelen Kamu-Özel İşbirliği (KÖİ) projelerine aktarılmaktadır.
İlaç hammaddesinden yazılıma, ileri mühendislik ürünlerinden yarı iletkenlere kadar hemen her yüksek teknoloji alanında dışa bağımlılığımız katlanarak artmaktadır.
Araştırma-Geliştirme (Ar-Ge) harcamalarının GSYH içindeki payı ve niteliği, gerçek bir teknolojik atılım için son derece yetersizdir.
Dahası, üniversitelerimiz ve araştırma merkezlerimiz, piyasanın kısa vadeli ve çoğu zaman taklitçi taleplerine mahkûm edilerek, temel ve uzun vadeli bilimsel araştırma kapasitelerinden, eleştirel düşünceden ve toplumsal fayda üretme misyonundan uzaklaştırılmaktadır.
Bu durum , emperyalizmin yeni teknolojik tahakkümüne karşı en büyük ve en tehlikeli zaafımızdır.
Peki, TMMOB olarak bu karanlık tabloya karşı bizler ne öneriyoruz? Nasıl bir yol haritası çiziyoruz?
Bizim savunduğumuz model, salt teknik ve ekonomik bir programın çok ötesinde, demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devleti çerçevesinde kurgulanmış kapsamlı bir toplum sözleşmesidir. Bu modelin temel taşlarını ve somut adımlarını şöyle özetleyebiliriz:
Her şeyden önce, tam bağımsızlık ekseninde, katılımcı ve bilimsel bir ulusal planlamaya acilen ihtiyacımız var.
Beş yıllık kalkınma planlarını yeniden etkin, bağlayıcı ve yönlendirici ana araçlar haline getirmeliyiz. Bu planlar, katılımcı demokrasi anlayışıyla; sendikaların, meslek odalarının, , üniversitelerin, üretici ve tüketici kooperatiflerinin ve demokratik kitle örgütlerinin etkin katılımcısı olduğu bir süreçle hazırlanmalıdır.
Planlamanın stratejik odağına ise, geleceği şekillendirecek ileri teknoloji alanları ile (sağlık, eğitim, gıda, barınma, ulaşım, enerji gibi) halkın temel ve ertelenemez toplumsal ihtiyaçlarına yönelik üretimler yerleştirilmelidir.
Ulusal kaynaklar, verimlilik, sürdürülebilirlik ve toplumsal fayda kriterleriyle, üretken ve katma değeri yüksek yatırımlara , nitelikli eğitime ve ülkenin bilim ve teknoloji alt yapısının güçlendirilmesine, kanalize edilmelidir.
Bu planlamanın omurgasını ise, kamu mülkiyeti ve kamu girişimciliğinin yeniden ve güçlü bir şekilde inşası oluşturmalıdır.
(Enerji, maden, iletişim, ağır sanayi, bankacılık gibi) stratejik sektörlerde özelleştirme politikaları derhal durdurulmalı, tasfiye edilen kamu varlıkları yeniden kazanılmaya başlanmalıdır.
Kamu İktisadi Teşebbüsleri, salt kâr amacı gütmeyen, ülkenin teknolojik gelişimine öncülük eden, bölgeler arası dengesizliği gideren, stratejik fiyat istikrarı sağlayan ve toplumsal refahı artıran kurumlar olarak yeniden yapılandırılmalıdır.
Bu yapıyı yeşertecek olan ise, bilim ve teknolojide benimseyeceğimiz kamucu, açık, özgür ve barışçıl modeldir.
“Açık Bilim” ve “Açık İnovasyon” ilkeleri temel politika haline getirilmeli, kamu tarafından finanse edilen tüm araştırmaların sonuçları şeffaf bir şekilde toplumun erişimine açık olmalıdır.
Üniversite-sanayi-kamu işbirliği, uluslararası tekellerin çıkarlarına değil, öncelikle ülkenin toplumsal ihtiyaçlarına, çevre dostu teknolojilere ve insanı merkeze alan çözümlere odaklanmalıdır.
Tüm bu süreçlerin kalbinde de, emeğin ve doğanın haklarını merkeze alan, adil bir üretim ve bölüşüm düzeni yer almalıdır.
Sanayileşme, güvenceli, sendikalı, insan onuruna yakışır ücretli, sağlıklı ve demokratik çalışma koşullarında istihdam yaratmalıdır.
Taşeronlaşma, kayıt dışılık ve her türlü esnek-güvencesiz çalışma modeli terk edilmelidir.
Üretim süreçleri ve teknolojik tercihler, ekolojik sınırlara saygılı, döngüsel ekonomi ilkelerini benimsemiş, su ve enerji verimliliğini maksimize eden, doğayı metalaştırmayan bir anlayışla tasarlanmalıdır.
“Yeşil dönüşüm”, dışarıdan dayatılan bir finansal yük değil, yerli teknoloji, nitelikli istihdam ve yeni sanayi dalları yaratan, toplumsal adaleti gözeten bir kalkınma ve bağımsızlık fırsatına dönüştürülmelidir.
Tüm yatırım ve altyapı projeleri, çevresel, sosyal, ekonomik ve teknik etki değerlendirmelerine tabi tutulmalı, bu değerlendirme süreçleri şeffaf, katılımcı ve bilimsel verilere dayalı olmalıdır. Karar alma mekanizmalarında liyakat, bilim ve kamu yararı tek ölçüt olmalıdır.
Değerli Meslektaşlarım, Değerli Dostlar,
Tüm bu anlattıklarım, mevcut siyasi iktidar yapılanmasının temel tercihleri, politikaları ve dayandığı sınıfsal ittifaklarla köklü bir çelişki ve mücadele içindedir.
Bu nedenle, bu kapsamlı, tarihsel ve toplumsal dönüşümü gerçekleştirebilmek için demokratik, laik, halkçı, emekten ve bilimden yana toplumcu bir siyasi iktidar değişimi kaçınılmaz bir gerekliliktir, olmazsa olmaz bir ön koşuldur.
TMMOB, kuruluşundan bu yana olduğu gibi, aydınlanmanın, bilimin, emeğin, bağımsızlığın ve demokrasinin yanında saf tutmaya, bu mücadelenin teknik, bilimsel ve örgütlü gücü olmaya devam edecektir.
Sözlerimi, mesleki kimliğimizin ve toplumsal sorumluluğumuzun özünü oluşturan temel ilkemizi bir kez daha, bu kez daha yüksek bir sesle tekrarlayarak bitirmek istiyorum: Halk için sanayi, barış için teknoloji, yaşam için üretim.
Kongremizin bu yönde kamusal-toplumsal bilinç oluşumuna katkılar sunmasını diliyor, hepinize bir kez daha Yönetim Kurulumuzun saygılarını sunuyorum."


