TMMOB SU POLİTİKALARI KONGRESİ

20.03.2008

Değerli Konuklar,
Sevgili Arkadaşlar

Öncelikle hepinizi, TMMOB Yönetim Kurulu adına saygıyla selamlıyorum.

Hepimiz biliyoruz: mühendislik, bilim ve teknolojiyi insanla buluşturan bir meslek. Bizim örgütümüz TMMOB; odağında, öznesinde insanın olduğu bir mesleğin uygulayıcılarının örgütü. Biz bir yandan üyelerimizin haklarının elde edilmesine, taleplerinin gerçekleşmesine yönelik çalışmalarda bulunurken, bir yandan da insana ve insanlığa olan sorumluluklarımızı yerine getirmeye çalışıyoruz. Meslek alanlarımız üzerinden Türkiye gerçeklerini ortaya koyuyoruz, üyelerimizin bilimsel temele dayanan çalışmalarını, bilim insanlarının çalışmaları ile birleştiriyor, örgütümüzün deneyimlerinin süzgecinden geçiriyoruz. Bu şekilde ülkenin sorunlarını tespit ediyor, çözüm önerilerini sunuyoruz.

Bu çalışma dönemimizde de; jeotermalden çevreye, yerel yönetimlerden coğrafi bilgi sistemlerine, sanayiden enerjiye, özelleştirmeden afet politikalarına, istihdam ve emek politikalarından denizcilik sorunlarına çok farklı konularda birikimlerimizi ortaya koyan etkinlikler gerçekleştiriyoruz. TMMOB‘nin meslek alanları üzerinden Türkiye üzerine, dünya üzerine söyleyeceklerine bu çalışma dönemimizde kentlerimizi de kattık ve sırasıyla Bursa, İstanbul, Ankara, Kocaeli, Eskişehir Kent Sempozyumları ve Bodrum Yarımadası Sempozyumu düzenledik. Sırada, Mayıs ayı içinde gerçekleştireceğimiz Denizli ve Adana Kent Sempozyumları var. İki yıllık çalışma dönemimizde gerçekleştirdiğimiz etkinliklerin sayısı 22‘ye ulaşıyor.

Bu gün de sekretaryalığını TMMOB adına İnşaat Mühendisleri Odamızın yürüttüğü Su Politikaları Kongremizin ikincisinin açılışında bir aradayız. 20-22 Mart günleri arasında gerçekleştireceğimiz kongremiz, "21 Mart Su Günü‘‘ne, "22 Mart Meteoroloji Günü‘‘ne, "23 Mart Orman Günü‘‘ne denk geliyor ve bu açıdan özel bir anlamı var.

Ben öncelikle, bugün burada bulunmamızı sağlayan arkadaşlarıma, Yürütme Kurulumuza, Düzenleme Kurulumuza, görüşlerini bizimle paylaşacak bilim insanlarına, uzmanlara, İnşaat Mühendisleri Odamızın Sevgili Yöneticilerine, Oda çalışanlarına, emeği geçen tüm arkadaşlarıma teşekkür ediyorum.

Sevgili arkadaşlar,

Bu kongrenin ilkini Mart 2006 tarihinde Ankara‘da gerçekleştirmiştik. Bu kongre ile bağını kurmak için öncelikle, 1. Kongrenin Sonuç Bildirisinden birkaç cümleyi sizlerle paylaşmak istedim.

Sonuç bildirisinde, kamu hizmeti olarak tanımlanan su, "yaşamın vazgeçilmez unsuru ve yerine bir başka şeyin ikame edilemeyeceği bir doğal kaynak" olarak ele alınmakta idi. "Her insan, sağlıklı ve güvenilir suya erişme hakkına sahip olmalıdır" genel anlayışının egemen olduğu sonuç bildirgesi, bunun uygulamada geçerli olabilmesi için, suya erişme konusunda fırsat eşitliğinin, aynı zamanda tüm toplum kesimleri için olanak eşitliğine dönüştürülmesi ile mümkün olacağının altını çizmiştir.

‘‘Bu durumun yaratılamadığı yerlerde öncelikle suya erişmenin bir insan hakkı olduğu kabul edilmeli ve suyun kamu yararı ilkesi doğrulusunda ve kar gözetilmeden olabildiğince ucuz olarak yurttaşın kullanımına sunulması sağlanmalıdır. Tüm bunların gerçekleştirilebilmesi için su yönetiminin kurumsal yapısının oluşturulmasında bu hizmetin bir kamu hizmeti olduğu ve kamu yararı anlayışı ile ulusal çıkarlarımız gözetilerek ele alınması gerektiği mutlaka dikkate alınmalıdır. Geliştirilmeyi bekleyen su potansiyelimize karşın su yönetimindeki çok parçalı yapının ortaya çıkardığı olumsuzluklar, su kaynakları yönetiminin kurumsal yapısının kapsamlı bir biçimde yenilenmesini zorunlu kılmaktadır. Doğal olarak bu yeni kurumsal yapı tercih edilecek teknik, ekonomik ve sosyal politikalar temelinde şekillenecektir. Bu politikaların tespitinde ülkemize özgü koşullar dikkate alınmalıdır.

Sevgili arkadaşlar,

Bu tip genel yaklaşımlar yanında somut önerilerle de devam eden sonuç bildirgesi ne yazık ki siyasi karar vericilerde gereken etkiyi göstermemiştir. Kongremizden sonra ülkemiz yoğun bir kuraklık ve aynı zamanda sel ve heyelanlar yaşamıştır.

Küresel ısınma ya da iklim değişimi karar vericilerimiz tarafından işlerine geldiği gibi algılanmakta ve dile getirilmektedir. Orman ve kıyı yağmasına olanak sağlayan düzenlemeler gündeme geldiğinde küresel ısınma ve beraberinde iklim değişimi "çevresel masallar" olarak gösterilmekte, yönetimsel yetersizliğin ve beceriksizliğin sonucu ortaya çıkan susuzluk ve sellerin afete dönüşümü ise küresel ısınma ve iklim değişikliği ile açıklanmaya çalışılmaktadır.

Değerli Konuklar,

2006 yılı Mart ayında ilkini yaptığımız Su Politikaları Kongremiz ile aynı tarihlerde Meksika‘da da 4. Dünya Su Forumu düzenlenmişti. Dünya Su Konseyi‘nce düzenlenen bu forumun 5‘incisi 2009‘da İstanbul‘da yapılacak.

Kendisini "Dünya su güvenliği için çok yönlü uluslararası bir ortaklık" olarak tanımlayan "Dünya Su Konseyi" 300 üyeli uluslararası bir kuruluştur. Ana programının oluşmasında su sanayi diye anılan çokuluslu şirketler ile Dünya Bankası‘nın görüşleri ağır basar.

Dünya Su Konseyi su sorununu neoliberal dünya görüşüne göre algılamakta ve çözümler üretmektedir.

Nedir bunlar?

"Gelişmemiş ülkelerde kentlerdeki yüksek nüfus artışı su kaynakları üzerinde aşırı baskı getirmekte, su sunumunda kıtlık yaratmaktadır.

Maliyetinin altında, yapay olarak düşük fiyatlandırıldığı için su tüketiminde israf olmaktadır.

Devlet ve yerel yönetimler, düşük yatırım, popülizm ve yolsuzluk nedenleriyle bu işi becerememektedirler.

Güvenli su üretimi, dağıtımı için özel sektörü, bu işe ortak yapmak, açıkçası bu işlevleri özelleştirmek gerekir."

Neoliberalizmin bu basit önermesi öncelikle Latin Amerika ülkelerinde hayata geçirilmeye çalışıldı. Dünya Bankası kredilerinde ve IMF anlaşmalarında ön koşul olarak öne sürülen sudaki özelleştirmeler Latin Amerika halklarının direnmesiyle karşılaştı ve iflas etti. Latin Amerika halklarının çokuluslu su şirketlerine başlattığı bu savaş sırasında Meksika‘da forumun toplanması tesadüf değildi. Özelleştirilmiş su sistemlerinin bilânçosu, bu konuda 15 yıllık deneyimi olan Meksika‘da çıkartılmak isteniyordu. Meksika deneyimi kamu çıkarı değil kar peşinde koşan çok uluslu şirketlerin su tüketim tarifelerini çarpıcı oranlarda yükseltmeleri ile başlamış, faturaları ödeyemeyen yoksulların sularının kesilmesi, sözleşmelerde yazılan yatırımların yapılmaması ile devam ederek temiz sudan yoksun insanların sayısının daha da artmasına neden olmuştur. Bu sorunlarla yaşayan Meksikalılar ülkelerinde yapılan 4. Dünya Su Forumu‘nu protesto etmişler ve tüm dünyaya ‘‘sudan yararlanmak bir insan hakkıdır‘‘ diyerek seslenmişlerdi.

Bizler de Mart 2009 tarihinde İstanbul‘da düzenlenecek 5. Dünya Su Forumu sırasında 4. Dünya Su Forumunda tüm dünyaya seslenen Meksikalıların seslerini çoğaltacağız. Ülkemizi laboratuar gibi kullanıp, özel sektöre dayalı su sistemlerini ülkemize dayatmaya çalışanlara, alternatif etkinliklerle cevap vereceğiz. İşte bu kongremiz aynı zamanda 2009 yılında İstanbul‘da dünyanın her tarafından gelecek dostlarımızla gerçekleştireceğimiz alternatif kongrenin de başlangıcı olarak algılanmalıdır.

Sevgili arkadaşlar,

Kapitalist küreselleşmenin yakın gelecekte bulunduğumuz coğrafyada su üzerinden yapacaklarının ipuçlarına da dikkat çekmek istiyorum.

Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı‘nın (UNDP) açıkladığı "İnsani Gelişme Raporu 2006, Kıtlığın Eşiğinde, Güç, Yoksulluk ve Küresel Su Krizi" adlı raporda, Türkiye gibi komşularıyla arasında orantısız akarsu zenginliği olan ülkelere kriz uyarısı yapılıyor.

Raporda yer alan ve Türkiye‘yle ilgili olan bir bölüm şöyle:

Su yönetiminde yukarı bölge, aşağıya gidecek su akımının koşullarını ve bu çerçevede anlaşmazlığın ya da işbirliğinin düzeyini belirler. Bu en belirgin haliyle tarım sulaması konusunda görülür. Çok gelişkin sulama sistemlerine sahip ülkeler arasında, sularının üçte ikisi ya da daha fazlasını komşularından gelen nehirlerden alan Mısır, Irak, Suriye, Türkmenistan ve Özbekistan gibi ülkeler vardır. Akarsuların yukarı bölgelerinde su kullanımındaki değişiklikler, tarımsal sistemler ve kırsal geçim kaynaklarını ciddi şekilde etkileyebilir. Dicle-Fırat Havzası, bir bakışta toplam nüfusu 103 milyon olan Irak, Suriye ve Türkiye‘ye hizmet ediyor. Türkiye‘nin 21 baraj ve 1.7 milyon hektarlık sulama arazisini kapsayan Güneydoğu Anadolu Projesi, havza bölgesinde kazananlar ve kaybedenler yaratarak Suriye‘ye su akışını üçte bir oranında düşürebiliyor.

Akarsuların yukarı bölümlerinde su kullanımındaki mütevazı değişiklikler bile insani gelişmeyi her açıdan etkileyebilir. Su öncelikleri, sınırın iki tarafında birçok değişkenlik gösterebilir. Türkiye‘nin sulanabilir toprağının beşte biri Dicle ve Fırat‘ın doğduğu sekiz Güneydoğu ilinde bulunmaktadır. Bu anlamda Güneydoğu Anadolu Projesi‘nin Türkiye için önemini değerlendirmek zor değildir. Fakat Suriyelilerin beşte biri de Fırat çevresindeki alanda yaşamaktadır. Aynı zamanda bu iki nehir Irak‘ın en kalabalık iki kenti Bağdat ve Basra‘dan geçmektedir. Ulusal çıkarları dengeleyen bir şekilde ve büyük bir sorumlulukla yönetmek, yüksek nitelikli bir siyasi liderlik gerektirir."

Su konusunda çıkabilecek krizlerden bahsedilirken bu krizlerin üstesinden gelecek liderlere değinmeden geçilemiyor. Bu krizleri çözmek "yüksek nitelikli bir siyasi liderlik" gerektirirmiş. Bu ifade, herhalde ülkemizde yaratılmaya çalıştıkları sistem hakkında çok net bir niyet belirlemesi.

Sevgili arkadaşlar,

Su, ekonomik ve sosyal değeri olan sınırlı ve stratejik doğal bir kaynaktır. Küresel ısınma ve su kaynaklarındaki azalma, suyun, petrol gibi uluslararası ilişkilerde diplomatik bir konu ve üzerine savaş senaryolarının oluşturulduğu bir kaynak durumuna gelmesine yol açmıştır.

Türkiye, bulunduğu coğrafya ve sınır aşan akarsuları Fırat ve Dicle nedeniyle dikkatleri üzerine çekmektedir. Türkiye, Fırat ve Dicle‘nin su potansiyelini, komşu ülkeler Irak ve Suriye ile bir çözüme kavuşturulamaması nedeniyle tam olarak değerlendirememektedir. Şu anda Irak‘ın ABD işgali altında olması ve Irak‘ta nasıl bir yapılanma oluşacağı belli olmadığı için kısa vadede bir çözüm bulunması beklenmiyor. Bu aşamada atılacak bir adımda, muhatabın Irak mı yoksa ABD mi olacağı bile tartışmalıdır. Ayrıca, bu süreçte, ABD‘nin İsrail odaklı yürüttüğü "Büyük Ortadoğu Projesi" kapsamında suyun da yer alacağı unutulmamalıdır.

Sevgili arkadaşlar,

Fırat ve Dicle‘nin, Türkiye‘nin AB ile ilişkilerinde de tartışılan konulardan biri olarak masada durması da dikkat çekicidir. AB Su Çerçeve Direktifi‘nin 12. maddesinde, üye ülkelerin birbiriyle entegre havza yönetimi zorunlu kılınmış, üyelerin üye olmayan ülkelerle entegre havza yönetimi ise sadece teşvik edilmiştir. Direktif‘e göre, entegre havza yönetimi konusunun, üyelik aşamasında gündeme gelmesi gerekirken, AB ilerleme raporlarının hemen hemen tamamında konuya yer verilmektedir. AB‘ye 15-20 yıllık dönemde üye olabilecek Türkiye için, Fırat ve Dicle nehirlerinin İsrail ve komşuları ile ortak yönetimi konusunda, şimdiden önlem alması yönünde çağrı yapılması dikkatlice irdelenmelidir.

Türkiye‘nin sınır aşan sular konusunda diğer ülkelerle sorunlarını tam olarak çözemediğinin altını çizelim ve küresel ısınmanın etkisiyle Fırat ve Dicle‘nin öneminin daha da artacağını bir kez daha vurguluyoruz.

Sevgili arkadaşlar,

Stratejik öneminin yanı sıra, Dünya genelinde suyu bir meta ve kar amaçlı ticari bir unsur olarak değerlendirmeye yönelik girişimlerin Türkiye‘yi de etkileyeceği açıktır. Dünya Ticaret Örgütü, Dünya Bankası gibi uluslararası kuruluşların, Türkiye‘nin içinde bulunduğu mali durumu da kullanarak, baskı yapacağı dikkatlerden kaçırılmamalıdır. Böyle bir ortamda, özelleştirilecek ve üzerine kar eklenecek bir su ücreti, halkın bu temel hakka ulaşmasını güçleştirecektir.

Ülkemizin su kaynakları da hızlı nüfus artışı ve endüstriyel gelişim, artan tarımsal üretim ve kirlilik unsurlarının baskıları altındadır. Bugün çoğu ülkede olduğu gibi Türkiye‘de de yaşanan su sorunlarının temelinde yönetim, politika ve yatırım eksiklikleri yatmaktadır.

Yaşanan sorunlar, su kaynaklarının geliştirilmesi, denetimi ve yönetiminde yeni yaklaşımlara gereksinim olduğunu ortaya koymuş, uluslararası ve ulusal düzeyde arayışlar başlamıştır. Burada dikkatlerden kaçırılmaması gereken nokta, yeni politikalar oluşturulurken, suyun temel bir insan hakkı olduğu ve kamusal anlayışla planlamanın yapılması gerekliliğidir. Kuraklık, küresel ısınma ve iklim değişikliği toz dumanı içerisinde, halkın aleyhine olabilecek düzenlemelerden uzak durulmalıdır. "Acil çözümler değil, kamu yararına yönelik akılcı çözümler" üretilmelidir.

Su; enerji, tarım, sağlık ve çevre olmak üzere sosyoekonomik kalkınmanın temel unsuru olmaya devam edecektir. Susuz bir geleceğin olmayacağı göz önünde bulundurularak, gerekli politika değişikliğine gidilmeli ve yeterli kaynak ayrılmalıdır. Burada temel noktalardan birisi de bu sorun sadece ülkeyi yönetenlerin iradesine mi bırakılacak, yoksa toplumun tüm kesimleri, gelecekleri için harekete geçerek, politika belirleyicisi ve uygulayıcılarına, bu alanda kararlı adımlar atması konusunda baskı unsuru mu olacak? Toplumun da suyun sınırlı ve kamusal bir kaynak olduğunu anlaması ve geleceğine sahip çıkması gerekir.

Bu alanda, Türkiye‘nin ekonomik sorunları gerekçe gösterilerek gündeme getirilecek özelleştirme uygulamalarına geçit verilmemelidir. Su ve halkın geleceği, serbest piyasa ekonomisinin insafına ve uluslararası tekellerin kar hırsına terk edilemez.

Sevgili arkadaşlar,

TMMOB, suya erişmenin bir insan hakkı olduğunun unutulmadığı, suyun korunduğu, geliştirildiği ve insanlık için kullanıldığı bir dünyada insanların bir arada, kardeşçe ve özgürce yaşamalarını istemektedir. Bu kongremizin de buna hizmet etmesini dileriz.

Katılımınızla bize güç verdiniz, cesaret verdiniz. Hepinize teşekkür ediyor, saygılar sunuyorum.