ULUSLARARASI DOĞALGAZ KONGRESİ VE SERGİSİ YAPILDI
Makina Mühendisleri Odası tarafından düzenlenen Uluslararası Doğalgaz Kongresi ve Sergisi 3-5 Mayıs 2007 tarihlerinde Ankara Sheraton Otel ve Kongre Merkezi'nde yapıldı. Üç gün süren kongre süresince gerçekleştirilen altı oturum ve iki panelde; Türkiye'nin doğalgaz temini ve ihraç politikalarından iletim ve dağıtım hatlarına, kentsel doğalgaz kullanımından elektrik üretimi için doğalgaz kullanımına kadar sektöre ilişkin konular ele alındı.
Kongrenin açılışında ilk konuşmayı Kongre Yürütme Kurulu Üyesi Oğuz Türkyılmaz yaptı. Türkyılmaz‘dan sonra kürsüye gelen Makina Mühendisleri Odası Yönetim Kurulu Başkanı Emin Koramaz, uluslararası enerji politikalarında petrolün yanı sıra doğalgazın da önemli bir yere sahip olduğunu belirterek, "Birçok avantajı nedeniyle doğalgaz dünyanın en gözde enerji kaynaklarından biri haline gelmiş, boru hatları dünyanın dört bir tarafına uzanarak ülkeler arasındaki siyasi ve ekonomik işbirliklerini artırmıştır. Ama bir yandan da boru güzergahlarının rotası ciddi bir rekabet alanı olmuştur. Uluslararası konjonktür içinde Türkiye‘de sadece doğalgaz değil, enerji sektörünün tamamıyla ilgili olarak ülkemizin yakın geleceği için; gerek enerji arzı güvenliği ve halkın enerjiyi en ucuz ve sağlıklı şekilde kullanabilmesi, gerekse verimlilik ve çevre faktörlerini göz ardı etmeyecek yeni yaklaşım ve çözümlere acilen ihtiyaç duyulmaktadır" dedi.
TMMOB Yönetim Kurulu Başkanı Mehmet Soğancı da, TMMOB ve odalarının gündeminde enerji sorunları ile çözüm yollarının hep birinci sırada yer aldığını belirterek, Doğalgaz Kongresi‘nin de bunun örneklerinden biri olduğunu söyledi. Enerjinin temel ihtiyaçların karşılanması ve yaşamın sürdürülebilmesi için vazgeçilmez bir unsur olduğunu kaydeden Soğancı; " Enerjinin ve elektrik enerjisinin yeterli, güvenilir, tüm toplumsal kesimler için erişilebilir bir şekilde temini ve bunun sürdürülebilir olması ülkelerin öncelikli konuları arasındadır. Bu anlamda enerjinin planlama ve yönetim boyutları önem kazanmaktadır. Özellikle, dünyada sık sık gündeme gelen enerji veya enerji hammaddeleri krizleri, ülkeleri, enerji politikalarını olası krizleri gözeterek planlamaya, kaynak kullanımında dikkatli olmaya ve ekonominin enerjiye olan bağımlılığını azaltacak önlemleri almaya yöneltmiştir. Bu çerçevede, ulusal kaynakların etkin, verimli ve rasyonel kullanımları ülkelerin enerji yönetimleri için hayati önem taşımaktadır" diye konuştu.
Enerji üretiminin halen büyük ölçüde petrol, doğalgaz, kömür gibi fosil yakıtlara dayandığını ve bu durumun yakın gelecekte de sürmesinin öngörüldüğünü ifade eden Soğancı, "Özellikle petrol ve doğalgazın dünyada belirli bölgelerde yoğunlaşmış olması, bu kaynaklar açısından zengin olan bölgelerin ve buralardaki enerji kaynaklarının kontrolünü son derece önemli hale getirmektedir. ABD‘nin bu yöndeki girişimlerini askeri güç kullanarak sürdürdüğü günümüzde enerji arz güvenliği, bir dış politika unsuru ve stratejik öneme sahip bir konu haline gelmiştir. Avrupa Birliği‘nin Rusya Federasyonundaki enerji kaynaklarına bağımlı olması, Rusya‘nın dış ilişkilerinde enerji kaynaklarının önemli bir unsur olarak kullanılması, Rusya-Ukrayna arasındaki gerilimlerin doğalgaz naklini etkilemesi, AB üyesi ülkelerin ortak enerji politikası olması yönündeki beklentilere rağmen Polonya ve Ukrayna‘yı dışarıda bırakarak Rusya ile Almanya‘nın deniz üzerinden doğalgaz ulaştırılmasına olanak sağlayacak anlaşma yapmış olmaları ve benzeri konular önümüzdeki dönemlerde de enerji kaynaklarının kontrolü konusunda uluslararası çatışma ve gerginliklerin gündeme geleceğinin, enerjinin uluslararası ilişkilerin önemli bir bileşeni olacağının göstergeleridir" dedi.
Soğancı, Avrupa Birliği‘nin enerji temin politikalarında dördüncü arter olarak tanımlanan geçiş hattının Türkiye olduğunu anlatarak, Türkiye‘nin hem öz kaynakların kullanımında, hem de zengin enerji kaynaklarının, tüketimi yüksek Batı dünyasına ulaştırılmasında uluslararası geçiş yolu olma hususunda bağımsızlığını esas alan politikalar oluşturmak ve izlemek zorunda olduğunu ifade etti. Soğancı, ülkemizde enerji sektöründe, hegemonik güçlerin politikalarına tabi olunması yerine bağımsızlığı öne koyan politikalar izlenmesi, enerji üretim ve dönüşüm süreçlerinde kökten sayılabilecek teknolojik değişim seçeneklerinin açık tutulması, bu konularda üniversiteler ve araştırma kurumları, ilgili sektörler ve yetişmiş eleman açısından hazırlıklı olunmasının önemini de vurguladı.
Enerji sektöründeki özelleştirme politikalarına da değinen Soğancı şöyle devam etti:
"Yaklaşık yirmi yıldır sürdürülmekte olan enerji sektöründeki özelleştirme ve liberalizasyon sürecinin enerji sektöründe ve ülke ekonomisinde doğrudan ya da dolaylı olarak yarattığı tahribat TMMOB ve bağlı odaları tarafından yıllardır dile getirilmektedir. Bugün bu tahribatın boyutları, soruşturmalar, çeşitli dava süreçleri, Sayıştay raporu, TBMM Araştırma Komisyonu Raporu vb belgeler sonucunda göreceli olarak açıklığa kavuşmuştur. Türkiye, yeni liberal politikalar doğrultusundaki uygulamalarla enerji sektöründe ulusal ihtiyaçlarının tam tersine gelişen bir sürecin içine sokulmuştur. Ülke ihtiyaçlarına uygun programlar geliştirilmesi yerine, enerji sektöründe her türden uygulama ‘özelleştirme‘ amacına tabi kılınmış, sektördeki kamu kurumları bu politikaların yaşama geçirilmesi amacıyla nitelikleri ve işlevleri açısından geriletilmiştir. Özel sektörün enerji alanına girmesi için önü açılan YİD, Yİ, otoprodüktör anlaşmalarıyla Türkiye‘nin doğalgaza olan bağımlılığı hızla arttırılmıştır. Bunun yanına, özellikle ulaşım politikaları nedeniyle var olan petrol bağımlılığı da eklendiğinde Türkiye‘nin enerji kaynaklarındaki dışa bağımlılığı kontrolsüz şekilde artmıştır. Özelleştirme uygulamalarının öne çıktığı elektrik sektöründe kamu mali kaynakları yüksek fiyatlı özel sektör anlaşmaları ile özel sektöre tahsis edilmiştir. Yİ anlaşmaları ihalesiz yapılan anlaşmalardır. Ölçüsüz biçimde önü açılan doğalgaz anlaşmaları ve özel sektör elektrik santralleri al ya da öde koşulludur. Son ekonomik daralma ile birlikte zorunlu alımlar nedeniyle kamu santralleri kapasitesinin çok altında çalışmaya zorlanmıştır. Doğalgaz alım anlaşmaları ve özel sektör elektrik anlaşmaları her yönüyle kamu kaynaklarının yağmalanması anlamına gelmiştir. Dünya Bankası ile başlayan, IMF, AB direktifleri ile devam eden ‘de-regülasyon‘ süreci, kamu kuruluşlarının içinin işlevsizleştirilmesi ortamı içinde sürdürülmüştür. "Yolsuzluklar" söz konusu sürecin bir uzantısıdır. Sıra ‘yeniden düzenleme‘ (re-regülasyon) sürecine geldiğinde, 2003 seçimleri sonucunda hükümet değişikliğinin de sağladığı fırsatla ‘yolsuzluklarla mücadele‘ öne çıkmış gibi gösterilmiştir. Ancak bu aşamaları tek bir programın parçaları olarak görmek daha doğrudur. Nitekim bu hükümet döneminde de, Danıştay‘ın Yİ sözleşmeleriyle ilgili olarak verdiği yürütmeyi durdurma kararına uymak yerine, yargı kararını yok sayan bir yasa ile kamu zararına hükümler içeren sözleşmelerin sürdürülmesi yoluna gidilmiştir. Özelleştirme ve liberalizasyon politikalarının ortaya çıkardığı belirsizlik, risk ve çözümsüzlükler göz önüne alındığında, enerji altyapısı gelişkin olmayan ve yatırım ihtiyacı olan ülkelerin, önemli ölçüde kendisinin belirleyici olamayacağı dış unsurlara bağımlı hale geldiği görülmektedir. Sürdürülen politikaların değiştirilmemesi durumunda, Türkiye‘nin sanayileşme ve kalkınma politikalarının ulusal çıkarlara uygun biçimde çizilebilmesini güçleştiren bu durumun aşılabilmesi olanağı da bulunmamaktadır. Küresel sermayenin açık, tek pazar hedefiyle örtüşen ve yine ulusal yürütmenin dışında ‘özerk‘ kurullarca şekillendirilen bir küresel enerji politikasına bütünleşmeye çalışan ‘garip‘ bir enerji sektörümüz var. Oysa geçmişte ve günümüzde yaşananlardan ders çıkarmak, merkezi ve stratejik bir planlama ile geleceği kurgulamak gerekmektedir. Ülkenin enerji konusunda geleceği; günü -ve kendini- kurtarma peşinde olan siyasi karar vericilere, kendini doğası gereği- küresel sermayenin uygulayıcısı olarak gören üst kurul yöneticilerine, sadece kendi çıkarları penceresinden bakan belirli enerji kaynakları üzerine örgütlenen üretici derneklerine, OSB yöneticilerine, nükleer lobilere bırakılamayacak kadar önem arz etmektedir."
Açılışta konuşan BOTAŞ Genel Müdür Vekili Saltuk Düzyol, Türkiye doğalgaz piyasasının 2001‘de çıkarılan 4646 sayılı Doğalgaz Piyasası Kanunu ile bir serbestleşme dönemi içerisine girdiğini ifade ederken, söz konusu kanunun mevcut haliyle öngörülen amaçları karşılamaktan oldukça uzak olduğuna işaret etti. BOTAŞ‘ın önündeki yasal engeller kaldırıldığında, çok daha büyük başarılara imza atacak bir şirket olduğunu söyleyen Düzyol, "4646 sayılı Kanun, enerji alanında coğrafi avantajlarını da kullanarak önemli bir oyuncu olmayı hedefleyen ve bu amaç doğrultusunda mega projelere imza atmaya hazırlanan ülkemize ve onun ulusal şampiyonu olan BOTAŞ‘a bir kaç beden dar gelmektedir. Bu nedenle mutlaka ve mutlaka değiştirilmesi gerekmektedir" dedi. Düzyol, halka arz yoluyla kısmi olarak özelleştirilebilecek, ancak dikey bütünleşmiş yapısı korunacak ve diğer Kamu İktisadi Teşebbüslerine getirilen kısıtlamalardan muaf tutulacak bir BOTAŞ‘ın, enerji alanında sadece bölgesel bir oyuncu değil, küresel bir oyuncu olma şansı bulunduğunu söyledi. "Bu piyasa, BOTAŞ gibi bir ulusal şampiyon öldürülmeden de pekala serbestleştirilebilir" diyen Düzyol, Bu konuda sektörü düzenleme ve denetleme yetki ve sorumluluğuna sahip EPDK‘ya büyük görevler düştüğünü kaydetti. Düzyol, "Bu kapsamda BOTAŞ dahil olmak üzere teknik ve mali açıdan yeterli olmak kaydıyla tüm isteklilere ithalat serbestisi tanınması, enerji sektöründe sürdürülebilir bir büyümenin ve ülkemiz arz çeşitliliği ve güvenliğinin sağlanması bakımından faydalı olacaktır" dedi.
Düzyol‘dan sonra kürsüye gelen Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı Müsteşar Yardımcısı Bekir Aksoy da, ülkenin artan enerji ihtiyacının en iyi şartlarda karşılanması, enerji arz güvenliğinin sağlanmasının Bakanlık olarak en önemli öncelikleri olduğunu ifade etti. Önümüzdeki dönemde doğalgaz alanında bir taraftan ülke içi ve dışı yatırımları tamamlarken diğer yandan da enerji arz güvenliği için yeni kaynaklar bulunmasının zorunluluğunu vurgulayan Aksoy, "Önümüzdeki dönemde hem kendi güvenliğimiz hem de Avrupa‘nın enerji arz güvenliği açısından, hem Irak gazını, hem Hazar Bölgesi kaynaklarını işler hale getirmemiz gerekiyor" diye konuştu.
Kongrenin ilk günü açılış konuşmalarından sonra sergi açılışı yapıldı ve "Türkiye‘nin Doğalgaz Temin ve İhraç Politikaları" konulu oturum gerçekleştirildi. Kongre kapsamında ikinci gün; "Kentsel Doğalgaz Kullanımında Konutlar ve Sanayi İç Tesisat Uygulamaları", ""İletim ve Dağıtım Hatları", "Kentsel Doğalgaz Dağıtım Şebekeleri ve Servis Hatları" konulu oturumlar, "Elektrik Üretimi İçin Doğalgaz Kullanımı" konulu panel, üçüncü gün; "Türkiye‘de Doğalgaz Sektörünün Yeniden Yapılandırılması" konulu oturum ve "Türkiye‘nin Doğalgaz Temin ve Tüketim Politikaları" konulu panel gerçekleştirildi.


