ZMO TARIM, TOPRAK, MÜHENDİS SEMPOZYUMU GERÇEKLEŞTİRİLDİ

12.01.2009

TMMOB Ziraat Mühendisleri Odası, tarımsal öğretimin başlangıcının 163'ncü yıldönümü nedeniyle 11-12 Ocak 2009 tarihlerinde bir dizi etkinlik düzenledi. Bu çerçevede, 12 Ocak Pazartesi günü "Tarım, Toprak, Mühendis" temasıyla bir sempozyum gerçekleştirildi. Çankaya Belediyesi Çağdaş Sanatlar Merkezi'nde düzenlenen sempozyumun açılışında sırasıyla ZMO Yönetim Kurulu Başkanı Gökhan Günaydın, TMMOB Yönetim Kurulu Başkanı Mehmet Soğancı, Ankara Üniversitesi Ziraat Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Ahmet Çolak ile Tarım ve Köyişleri Bakanlığı Müsteşar Yardımcısı Dr. Ferhat Şelli konuştular.

Sempozyumda, "Arazi Toplulaştırması" ve "Bitki Koruma Hizmetleri" konusunda iki ayrı oturum gerçekleştirildi.

TMMOB Yönetim Kurulu Başkanı Mehmet Soğancı‘nın sempozyumun açılışında yaptığı konuşma şöyle:

"Değerli konuklar bugün konumuz tarım ve mühendislik...

1846 yılında, Yeşilköy‘de, Ayamama Çiftliği‘nde başlayan tarımsal eğitim ve öğretim, bu yıl 163. yılını kutluyor. 1933‘te Ankara‘da açılan Ziraat Enstitüsü ile ziraat mühendisliği meslek disiplininin çağdaş tarım tekniklerini öğretme ve yayma konusunda gösterdiği aşama sayesinde tarım sektörümüz, bitkisel ve hayvansal üretim deseni ile, Türkiye‘de sosyo-ekonomik yapının en kırılgan olduğu dönemlerde dahi toprağı işledi, bitkiyi ve hayvanı besledi büyüttü, ülkeyi doyurdu, insanlara iş ve aş sağladı, dışsatıma katkı yaptı, sanayi sektörünü destekledi...

Ancak, hemen de belirtelim. Bu ülkenin en sancılı, en sorunlu alanlarından biri de "Tarım". Kapitalist küreselleşmenin küresel krizinden en çok etkilenecek alanlarından birinin tarım olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır.

Tarım, Türkiye için sosyal-ekonomik ve politik bakımdan son derecede önemli bir sektör. Ulusal gelire %9, istihdama %28 katkı koyan, kırsal alanın hemen tek ekonomik getiri kaynağı olan, doyuran-barındıran bir sektör tarım sektörü. Buna karşın, sektörün son yıllarda sürekli kan kaybettiği, iç ticaret hadlerinin korkunç bir şekilde tarım aleyhine geliştiği, sektörün genelinde üretim artışlarının nüfus artış hızının gerisinde kaldığı, bazı alt sektörlerde üretimde geriye gidişlerin yaşandığı, kırsal yoksulluğun dayanılmaz boyutlara ulaştığı biliniyor.

Kuşkusuz, doğal ve ekolojik kaynakları bakımından oldukça şanslı, biyoçeşitlilik açısından dünyanın en zengin ülkelerinden birisi olan Türkiye‘nin hiç de hak etmediği bu yapı, kendiliğinden doğmadı. IMF ve Dünya Bankası aracılığıyla yürütülen sözde tarımda reform programıyla, tarımsal gayrisafi milli hasıla ile bitkisel ve hayvansal tüm ürün gruplarının yarattığı brüt katma değer geriledi, Anadolu‘da önemli miktarda tarım alanı işlenmekten vazgeçildi, çiftçiler gelir kaybına uğradı.

Kamunun piyasadan çekilmesine yönelik olarak ortaya konulan gayretler ve pazarlama kanallarının rasyonel bir şekilde oluşturulamaması da bu acı tabloyu pekiştirdi. Tarladan 150 liraya çıkan bir ürünün, kentlerde tüketiciye bin liraya ulaşması, sürekli tekrarlanmasından bıkkınlık veren, ancak kimsenin de sahneden kaldıramadığı bir eski zaman piyesi olarak sahnelenmeye devam ediliyor.

Tarımın altyapı sorunlarının çözümüne ve ortalama maliyetleri indirgeyip verimliliği yükseltmeye yönelik uygulamalar son derecede sınırlıdır. Üretim girdileri her yıl % 35 - 40 oranında zamlanırken, ürün fiyatları hem devlet müdahale alımları hem de piyasa fiyatları bazında sürekli geriye gitmektedir.

Mısırda, buğdayda, pamukta, narenciyede ve daha birçok üründe yaşanan bu acı süreç, kamunun piyasadan çekilmesine yönelik olarak ortaya konulan gayretler ve pazarlama kanallarının rasyonel bir şekilde oluşturulamaması ile pekiştirilmektedir. Sonuç olarak üretim ve katma değer düşerken, ithalatta son 2 yıldır patlama yaşanmaktadır.

1998 yılından bu yana genetiği değiştirilmiş ürünler, yasal ve teknik altyapı yetersizlikleri nedeniyle, herhangi bir gümrük kontrolüne tabi tutulmadan iç piyasaya giriyor, işleme veya besin zinciri süreçleriyle tüketici sofrasına ulaşıyor. Türkiye‘de tarımın içinde bulunduğu bağımlılık ilişkisi böylece pekiştirilirken ve halk sağlığı ile oynanırken, kimse tüketicinin tercihini sormuyor, üreticinin sorunlarıyla ilgilenmiyor.

Bu yapı içinde, ziraat mühendisinden üretici köylüye kadar, sektörde bulunan herkesin yaşam alanı giderek daralmaktadır. Kamu organizasyonunun yaşama müdahil olma gücü kesilmekte, mühendis ile köylünün bağı adeta koparılmakta, tarlanın bilgi ve teknoloji ile buluşturulmasına yönelik bir politika seçimi, ufukta gözükmemektedir...

Öte yandan Avrupa Birliği ve Dünya Ticaret Örgütü üzerinden gelen dışsal politika süreçleri de Türk tarımını zorlamaktadır. Bu doğrultuda Türkiye, doğru politikalar, uygun bütçe büyüklükleri ve etkin bir kamu yönetimi ile tarımını yeniden ele almalıdır. Tarla içi geliştirme, arazi toplulaştırma hizmetleri etkinlikle yürütülmeli, önümüzdeki dönemde uygun alanlarda su götürülmemiş bir karış toprak bırakmamalıdır. Ayrıca pazarlama altyapısının kurulması, örgütlenme açığının kapatılması, tarıma bilgi ve teknoloji transferinin yapılması, bitkisel ve hayvansal üretim materyalinin ülke içinden karşılanması gibi politika seçeneklerinin başarılabilmesi, uygun büyüklükteki kaynak aktarımı ile olanaklıdır. Ne yazık ki yıllardır bütçeden tarıma ayrılan kaynak son derece kısıtlı kalmaktadır.

Bilinmelidir ki; bu ülkenin tarım için kullanabileceği toprak potansiyeli kalmamıştır. Toprak varlığımızın ancak üçte biri tarıma uygundur ve bu alanın da ancak üçte biri verimli tarım arazisidir. Bilinmelidir ki; toprak yoksa sanayi yoktur, üretim yoktur, kalkınma yoktur, yaşam yoktur. Bilinmelidir ki; gelecek kuşakların sağlıklı yaşamı bu verimli tarım toprağına bağlıdır. Ve bilinmelidir ki; bir avuç toprak üretilemez bir kaynaktır. Bu yüzdendir ki, toprağın korunması devletin anayasal görevidir.

Toprak toplumsal bir değerdir. TMMOB, bu kıt doğal kaynağın hazineye kaynak yaratma mantığı ile ticari meta olarak görülmesine karşı çıkmaktadır.

Türkiye‘nin sanayiden kentleşmeye, ulaşımdan enerjiye kadar tarım dışındaki birçok sektör ve hizmet alanının gelişmesi için, uygun yerlerde arazi kullanımına da hiç kuşkusuz ihtiyacı vardır. Gerekli alt yapıların gerçekleştirilmesi durumunda, bu türden kalkınma süreçlerinin gelişmesi ve konumlanması için, bu ülkenin verimli tarım alanları dışında yeterli arazisi olduğunu bilmek gerekmektedir. O nedenle; kalkınma amacı açısından zorunlu olan yatırımların, alternatif birçok arazi varken verimli tarım alanları talan edilerek gerçekleştirilmesi girişimlerinin, toplumun geleceğine ipotek koymak anlamına geleceğinin kavranması da zorunludur.

TMMOB, toplumun geleceğinin en önemli güvencesi olan ülke toprak kaynaklarının amaç dışı kullanımlarla talan edilmesi girişimlerine, her koşulda inançla bilinçle karşı durmaktadır.

Değerli katılımcılar,

TMMOB ve şüphesiz ZMO olarak bizler, insanımız için, ülkemiz için doğru bildiğimiz sözleri, bilimin ve tekniğin ışığında biriktirdiklerimizi herkesle paylaşmaya devam edeceğiz. Bu etkinliğimizin de bu anlayışımıza uygun düzenlendiğini biliyorum. Sizlere katılımınızdan dolayı, panelist arkadaşlarımıza verdikleri güçten dolayı teşekkür ediyorum. Oda çalışanı arkadaşlarımın emeklerine de teşekkür ediyor, saygılar sunuyorum."