TMMOB 3. KADIN SEMPOZYUMU AÇILIŞ KONUŞMALARI
TMMOB 45. Dönem Kadın Çalışma Grubu Başkanı Işık Gürbulak’ın Sempozyum açış konuşması:
Merhaba,
TMMOB’un cesur yürekli, mücadeleci Mimar, Mühendis, Şehir Plancısı ve adayı kadınları; sizlere ve konuklarımıza 45. Dönem Kadın Çalışma Grubu adına HOŞGELDİNİZ diyorum.
10 yıl önce düzenlenen ilk kadın kurultayı ile kadın çalışmalarını kendi örgütlülüğü içerisinde kurumsallaştıran TMMOB, o günden bu güne 5 MMŞP Kadın Kurultayı ve 2 Sempozyum düzenlemiştir.
Bu etkinlikler ve yerel kurultaylarla öncesinde sadece kendi odalarında bir araya gelen kadınlar, farklı disiplinlerde ve farklı şehirlerdeki kadınlarla diyalog kurmuş, bunun sonucu kadınlar arası işbirliği, sinerji, etkileşim güçlenmiş, Cinsiyet Ayrımcılığı Takip Sekreteryası CATS yönetmeliği hazırlanarak hayata geçirilmiştir. Henüz istediğimiz etkinlikte olmasa da takip sekretaryası zaman içerisinde başvuruların artması ile, başvuranlarla dayanışmayla, her birimizin sahip çıkmasıyla gelişeceğine ve TMMOB’un diğer örgütlere referans teşkil edecek bir birimi haline geleceğine inanıyoruz. TMMOB örgütlülüğü içinde kadın çalışmalarının kurumsallaşması ve yaygınlaşması önemli ve değerli kazanımlarımızdır.
13 Ocak 2019 tarihinde İKK ve Oda Kadın komisyonu temsilcileri ile bir araya geldik ve ülkede geçmişten bugüne tekrar eden krizlerin öncelikle ve en çok kadınları etkilediğinden hareketle bu sempozyumda siyasal ve ekonomik kriz konusunu ele almaya; yaklaşan yerel seçimler öncesi yerel yönetim uygulamalarının kentlerde yaşayan kadınları nasıl etkilediğine sözlerimizi söylemeye karar verdik. İşte şimdi “Kriz, Kent, Kadın” başlıklı 3. Kadın Sempozyumunu gerçekleştirmek üzere buradayız.
Sevgili kadınlar,
Yerel Yönetim seçimlerine çok az bir zaman kaldı. Sempozyumumuzda bu konuya da geniş bir zaman ayırdık. O nedenle burada uzun uzun açmayacağım.
Her ne kadar an itibariyle yerel yönetim seçimleri bir genel seçim havasına sokulmuşsa da esasen yerel yönetimler halkın yerel ve ortak gereksinimlerinin ilk elden karşılanması ve hizmetin ilk elden verilmesi esasına dayalı, özerk- demokratik ve etkin yerinden yönetimi ifade eder. Bu nedenledir ki, yerel yönetimlerin katılımcılığı benimseyen, temel kentsel sorunların olabildiğince toplumun tüm katmanlarının mutabakatı ile çözüleceğine inanan, şeffaf, hesap vermeye ve demokratik denetime açık, gücünü halktan alan yönetimler olmaları beklenir.
Günümüz Türkiye’sinde bu beklentinin ne kadar karşılandığı hiç kuşkusuz tartışmalıdır. 17 yıllık AKP iktidarı döneminde yerel yönetimler, gerek ekonomik yaptırımlarla, gerekse iktidarın Yasa ve Yönetmeliklerle üzerlerinde kurduğu otoriteyle, her geçen gün biraz daha merkezi idarenin boyunduruğu altına girmiştir.
Bugün artık kentlerimiz ve doğal çevresi rant alanına dönüşmüş, tüm kamusal hizmetler ticarileştirilmiş durumdadır. Mahallelerimiz, sokaklarımız kentsel alt yapı hizmetlerinden yoksundur ve plansız kentleşmenin bir sonucu olarak kent içi ulaşım sorunu pek çok kentimizde içinden çıkılamaz hale gelmiştir.
Bu kargaşanın sosyal yanında ise kent yaşamı kadınlar için giderek daha güvensiz hale geliyor. Sokak biz kadınlar için her zamankinden daha tehlikeli artık.
Birliğimizin gerçekleştirdiği OHAL KHK’ları İle İhraç Edilen Mühendis, Mimar ve Şehir Plancılarının Sorunları Çalıştayı Sonuç Bildirgesi’nde yer verilen bilgilere göre, 2016-2018 yılları arasında 2 yıl boyunca yayınlanan 15 ayrı ihraç KHK’sı ile 130 bine yakın kamu çalışanı görevlerinden ihraç edildi. Bunlardan yaklaşık 7 bin 500’ü, KHK’larla ya da Komisyon Kararıyla işlerine geri döndü. Halen yaklaşık 122 bin kişi ihraç durumda bulunuyor. İhraç edilenler arasında 4543 KESK üyesi kamu çalışanı var. Bu salonda aramızda bulunan bazı kadın arkadaşlarım da dahil, çoğunluğu kayyum atanan belediyelerden olmak üzere 3 binin üzerinde mühendis, mimar ve şehir plancısı işlerinden edildi. Bununla da kalınmadı gerek Yasa ve Yönetmeliklerle gerekse de korku iklimi yaratılarak başka işlerde çalışmalarının da önü kesildi. Atılan tüm kadın meslektaşlarımızın bir an önce işe iadesi öncelikli çabamızdır.
Ülke genelindeki nüfus artışı da dikkate alındığında son 17 yıl içinde kamuda güvenceli istihdam % 15’ler oranında düşüş kaydetmiştir. Kamuda istisnai olarak çalıştırılması planlanan sözleşmeli kamu çalışanları giderek artan sayıları ile devlet memurlarının yerini almaktadır.
İşsizlik genç, kadın meslektaşlarımızın en can yakıcı sorunudur. Yeni mezun meslektaşlarımız işgücüne, çalışma yaşamına dâhil olamamaktadır. Daralan meslek alanları, neredeyse sıfır noktasına inen üretim ve buna bağlı azalan istihdam… Bu kriz durumuna bağlı olarak "Bugün ülkemizde eğitimli işsizlik oranı resmi rakamlara göre % 20‘ye yakındır. Mühendislik eğitimi alanların neredeyse dörtte biri meslek dışı işlerde çalışıyor ya da işsizdir. Meslek alanlarımızda işsizlik yaklaşık olarak % 25‘ler seviyesine ulaşmıştır. Çalışan üyelerimizin yaklaşık % 75‘i yoksulluk sınırının altında ücret almakta, önemli bir kesimi de meslek dışı alanlarda çalışmaktadır.
Kadın mühendis, mimar ve şehir plancıları ise mesleklerinin genel sorunları yanı sıra bir de cinsiyet ayrımcılığından kaynaklanan sorunlar ile uğraşmaktadır. İstihdam olanaklarının daralması kadınlarla erkekler arasındaki işsizlik uçurumunu daha da derinleştirmektedir. Ülkemizde iş piyasasında cinsiyet ayrımcılığı hayli yaygındır. Kadın mühendis, mimar ve şehir plancıları istihdam olanakları açısından iki kat daha sıkıntılıdır.
Ülkemizde son 18 yıldır ivmelenerek artan bir şiddet yaşanıyor. Kadın, çocuk olarak bireyleri dışlayıp aileyi ve ataerkiyi ön plana çıkaran sistematik uygulamalar; mirasyedi ekonomik politikalar sonucu hiç azalmayan, bitmeyen giderek kronikleşen krizin yarattığı çaresizlik duygusu ile birleşip, toplumun en güçsüz kesimlerine yani kadınlara, çocuklara ve hayvanlara yönelen şiddet, taciz, tecavüz, cinayet haberleri içimizi yakıyor. Hatta kocası Şükrü Şengül tarafından öldürülen Döndü’nün kocasından 8 yaşındaki kızını taciz ettiği için boşanmak istediği için öldürüldüğü bilgisi tacizin tecavüzün ve şiddetin ne kadar içiçe geçtiğini bir tokat gibi yüzümüze vuruyor. Gün geçmiyor ki bir kadın veya çocuk öldürülmesin, şiddete, tacize uğramasın; hayvanlara uygulanan şiddet ve tecavüz haber bile olmuyor. Üstelik öldürüldükten sonra da şiddet bitmiyor. Şule Çet’in ölümünün ardından genç kadından alınan numuneler Adli Tıp Kurumu’na geç gönderiliyor, şüpheliler adli kontrol şartıyla serbest bırakılıyor, delillerin karartılmasına göz yumuluyor, karalama kampanyaları ile kamuoyunda algı yönetimi yapılıyor kısaca şiddete savunma avukatları, adli tıp uzmanları, savcılar ve hakimler eliyle devam ediliyor.
Yasa değişiklikleri ile çocuk istismarcılarına af girişimi gündemden düşmüyor/düşürülmüyor.
Hatice Kaçmaz’ın katiline “tutku derecesinde sevgi” indirimi yapılırken, sistematik tecavüzden başka kurtuluş yolu bulamayıp, tecavüzcüyü öldürmek zorunda kalan Nevin’i indirimsiz müebbet hapisle cezalandırıyor erkek egemen yargı. Biz kadınlar böyle öldüren, öldüren sevgiler istemiyoruz ve “Eşitsiz Aşka Hayır” diyoruz.
Bu yılın başında kadınlar birlikte güçlü hareketinin İstanbul buluşmasında, ülkenin her kesiminden kadınların bir arada yarattığı enerjiye sevinirken, 15 Ocak’ta Sayın Erdoğan’ın 2013 yılında Kahire’de yapılan İslam Kalkınma Konferansında imzaladığı ve kadına yönelik birçok gerici İslami uygulamayı kapsayan anlaşma maddelerinin yasalaştırılması talimatıyla sarsıldık. Tabidir ki bu ülkenin aydınlık yüzü olan TMMOB, yasalaşma çalışmalarını takip edecek, gelişmeleri daha geniş kapsamda ele alıp değerlendirecek. İslami yaşam dayatmalarına karşı sözümüzü hep birlikte söyleyeceğiz.
Bu hafta bir başka gerici açıklama ise YÖK Başkanı Yekta Saraç’tan geldi. Hepimizin yüreğine acıyla kazınan Özgecan’dan sonra bir kadın akademisyen, Ceren Damar Şenel’in öldürülmesinin ardından üniversitelerde başlatılan Toplumsal Cinsiyet Eşitliği Projesini, “Toplumsal cinsiyet kavramı, toplumsal değerlerimize mütenasip olmadığı” gerekçesi ile Toplumsal Cinsiyet Eşitliği kavramının ders müfredatından çıkarılacağını belirtti.
Bu dönem Kadın Çalışma Grubu Çalışma Programına aldığımız Toplumsal Cinsiyet Eşitliği Eğitimleri ile ilgili çalışmalarımıza hız vereceğiz ve sizlerin de katkısıyla tüm TMMOB üyelerine yaygınlaştırmayı hedefliyoruz.
Gezi sonrasındaki birçok kurmacadan birinde “Kabataş’ta benim başörtülü bacıma şiddet uyguladılar” diyenler, TAYAD üyesi öğrenci bir kadın olan Merve Demirel’i gözaltına alırken başörtülü olmasına hiç aldırmadan açıkça taciz ettiler ve özür dilemek yerine kabahatlerinden daha büyük açıklamalarla örtbas etmeye çalıştılar.
Oysa ki, Gezi’de bu ülkenin ağacına parkına sahip çıkan, vatanseverliği ile memleketinin her değerine korumayı kendine ilke edinmiş bir Mimar, Sevgili Mücella Yapıcı, “TC hükümetini ortadan kaldırmaya teşebbüs” ile suçlanarak, ağırlaştırılmış müebbet hapisle yargılanıyor. Gerek örgütümüz TMMOB, gerekse biz TMMOB’ lu kadınlar Mücella’nın yanındayız, yanında olacağız.
Tıpkı, direnişleri 284 gündür devam eden Flormar çalışanı kadınlarla birlikte “Flormar değil direniş güzelleştirir” dediğimiz ve kadınlar olarak kadın çalışanlarına bunları yapan firmanın markalarını kullanmadığımız gibi...
Biz kadınların gündemi yoğun ve acılarla, baskıyla, şiddetle örülü ama diğer yandan söyleyecek sözümüz, değiştirecek gücümüz var!
Zaman fikir ayrılıklarına takılıp oyalanma zamanı değil, enerjimizi hedeflerimiz doğrulusunda birleştirerek, evde, okulda, ofiste, şantiyede, sokakta biz kadınlara yönelik her türlü baskı, şiddet, mobbing ve ayrımcılıkla mücadele etme zamanı.
Katıldığınız için tekrar teşekkür ediyor ve bugünün akşamında iyi bir sempozyum yaşadık duygusuyla ayrılmanızı diliyorum.
Arsızlıkla damgalanan
boş kinayelere gülen bendim
kendi varlığımın sesi olayım istedim
yazık ki “kadındım”
şimdi Örgütümüzde yeni bir teamülün başlangıcı olması dileğiyle şimdi TMMOB Yönetim Kurulu adına açılış konuşması yapmak üzere Kadın çalışmalarından sorumlu Yönetim Kurulu üyesi Peyzaj Mimarı Sn. Ayşegül İbici Oruçkaptan’ı kürsüye davet ediyorum.
Sempozyumda TMMOB Yönetim Kurulu adına konuşan Yönetim Kurulu üyesi Ayşegül İbici Oruçkaptan'ın konuşması:
TMMOB’nin aydınlık yüzlü, güzel kadınları,
Hepinizi TMMOB Yönetim Kurulu adına saygıyla selamlıyorum. 3. Kadın Sempozyumumuza hoş geldiniz. TMMOB Yönetim Kurulu Başkanı Emin Koramaz’ın selamını sizlere iletiyorum.
Öncelikle, TMMOB Yürütme Kurulu üyesi bir kadın arkadaşınız olarak şu an sizlerin karşısında olmaktan onur duyduğumu ifade etmeliyim.
Değerli arkadaşlarım,
An itibariyle ülke gündeminde oldukça önemli bir yer işgal eden ekonomik kriz ve yerel yönetimler gibi iki önemli konu başlığını kadınlar cephesinden irdeleyerek örgütümüz çalışmalarına katkıda bulunacak bu Sempozyumu düzenleyen Kadın Çalışma Grubumuza, etkinliğimize emeği ve katkısı bulunan tüm dostlara, etkinlik konuşmacılarına, siz katılımcılara yürekten teşekkür ediyorum.
Bu vesileyle KHK ile işten atılarak neredeyse yaşam hakları ellerinden alınan tüm mühendis, mimar şehir plancısı kadınları, aylardır yağmur yaş, soğuk sıcak dinlemeden direnen Flormar işçisi kadın emekçileri ve direnen tüm kadınları selamlıyor, her zaman yanlarında olacağımızı ifade etmek istiyorum.
Evet Sevgili Arkadaşlar,
Sarsıcı bir kriz döneminden geçiyoruz. Yıkıcı etkilerini 24 Haziran seçimlerinden sonrasında hissetmeye başladığımız ekonomik kriz tüm hayatımızı olumsuz etkilerken medya manipülasyonlarıyla görünmez kılınmaya çalışılıyor.
Son açıklanan verilere göre Türkiye’de sanayi üretimi yüzde 5,7 oranında azalırken işsizlik ise yüzde 11,4’e çıktı. Toplam işsiz sayısı ise bir önceki yılın aynı dönemine göre 330 bin kişi artarak 3 milyon 749 bin kişiye ulaştı.
Halkın yaşamını sürdürmesini güçleştiren bu ekonomik krizin nedeni, bu ülkenin mühendis, mimar ve şehir plancıları olarak her vesileyle söylediğimiz üzere yıllardır uygulanan, üretim yerine ranta, sanayileşme yerine inşaata, teknoloji yerine betona dayalı ekonomi politikalarıdır. Ekonomi yönetiminin yanlış politikaları ülkemizde düzenli ve giderek daha sık aralıklarla krizlere neden olmakta, yaşanan her kriz, halkın daha fazla yoksullaşmasına, ülke varlıklarının değersizleşmesine yol açmaktadır. Emeğiyle geçinen kesimlerin krizler karşısında dayanma gücü azalmakta, krizlerin toplumsal maliyeti artmaktadır.
Ülkemiz bu denli büyük bir krizle boğuşurken, AKP’li yöneticiler Osmanlının son dönemi olan dağılma ve yıkılma döneminde olduğu gibi şaşaalı ve savurgan bir yaşam sürmektedir.
Uzun bir süre boyunca ekonomik krizi yok sayan iktidar, nihayetinde “Yeni Ekonomik Program” adını verdiği bir tür IMF programı ile krize karşı mücadele edeceğini açıklamıştır. Oysa biz çok iyi biliyoruz ki, bu türden programlar “kemer sıkma” adı altında vatandaşın cebindeki üç kuruş parayı da gaspetmeye yöneliktir ve halkımızı daha da yoksullaştırmaktan öte bir anlam taşımamaktadır.
Nitekim siyasal iktidarın çözüm önerisi, ekonomiyi küçültülerek krizin bedelini emeğiyle geçinen yoksul kesimlere ödetmek olmuştur. Temel ihtiyaç maddelerinin fiyatları, vergiler ve kredi maliyetleri artırılmış, yoksul kesimlere sağlanan sosyal yardımlar, burslar ve sağlık yardımları azaltılmıştır. Kriz gerekçesiyle insanlar işsiz bırakılmakta, ücretler baskı altına alınmaktadır.
Hiç kuşkusuz bu kıyımdan en büyük pay kadınlara düşüyor. Olağan koşullarda dahi erkek meslektaşlarıyla eşit şartlarda çalışma hakkından yoksun olan kadınlar kriz dönemlerinde de işten ilk çıkarılanlar oluyor.
Sevgili Arkadaşlar,
Siyasetin gündeminde 31 Mart’ta gerçekleştirilecek yerel seçimler, halkın gündeminde ise varlığını her geçen gün daha fazla hissettiren ekonomik durgunluk var. 2018’in son çeyreğini sıfıra yakın büyüme ile kapatan ülke ekonomisinde 2019'un "kriz yılı" olacağı, büyümedeki gerilemenin yerini küçülmeye bırakacağı, buna bağlı olarak işsizliğin, hayat pahalılığının ve yoksulluğun artacağını görmek için kahin olmaya gerek yok.
Ekonomik büyümede sert düşüş, yüksek enflasyon, durma noktasına gelen yatırımlar, artan işsizlik… Türkiye yerel yönetim genel seçimlerine işte bu atmosferde giriyor.
Evet, yerel seçimlere kriz koşulları altında gidiyoruz. Fakat bu krizi sadece ekonomik krize indirgememek gerekiyor. Çünkü Türkiye aslında, derin bir siyasal kriz yaşıyor. Bu kriz ekonomik krizin patlak vermesinden çok önceleri başladı ve hala sürüyor.
2007 yılında toplumun siyasal İslam çerçevesinde biçimlendirmesine yönelik olarak Gülen Cemaatiyle kolkola yürütülen siyasi davalar;
2010 yılında yapılan anayasa değişikliğiyle yargının tümüyle siyasallaşması ve iktidarın güdümüne girmesi;
2013 yılında yaşanan Gezi Direnişinin şiddetle bastırılması;
7 Haziran 2015 seçimlerinde bozguna uğrayan AKP’nin iktidarı bırakmamak için ülke genelinde yarattığı kaos ve şiddet politikası;
15 Temmuz Başarısız darbe girişimi sonrasında ilan edilen ve 2 yıl süren OHAL ile ülkenin tümüyle baskıcı bir yönetim biçimine bürünmesi, yaşanan hukuksuzluklar, baskılar…
ve nihayetinde OHAL Koşulları altında yapılan Anayasa Değişikliği ve Cumhurbaşkanlığı sistemine geçiş;
Çoğulcu demokratik sistemin kuvvetler ayrılığı ve hesap verme ilkesi yerine tek adam rejimini inşa etmeyi hedefleyen AKP’nin baskıyla ve zorla inşa etmeye çalıştığı “ Yeni Türkiye” için yaşattığı siyasal krizin temel durakları olarak öne çıktı.
Kuruluş felsefesini siyasal islama dayandıran varoluşunu toplumu ayrıştırma ve kutuplaştırma ile sağlayan AKP bu süreçte yarattığı korku iklimiyle ülkenin tüm kurumlarını, tüm basın-yayın organlarını, toplumsal muhalefetin tüm örgütlü yapılarını baskı ve kontrol altına almaya çalışmıştır ve çalışmaya devam etmektedir.
İçinden geçtiğimiz derin kriz, 31 Mart 2019 tarihinde gerçekleştirilecek olan Yerel Seçimlerinin siyasal önemini de artırıyor. AKP, bu seçimlerin siyasal önemini bildiği için, yaşanan krizi derinleştirmek pahasına vergi indirimlerine, vergi aflarına devam ediyor. Bugüne kadar olduğu gibi bu seçimleri de yerel yönetim politikalarıyla değil, yürütmeyi elde tutmanın avantajlarıyla ve tehdidiyle kazanmak istiyor.
Oysa yerel yönetim politikaları, halkın gündelik yaşamının en önemli belirleyicisidir. Bu yanıyla da TMMOB ve bağlı odalar olarak üzerinde en fazla durduğumuz konuların başında yerel yönetimler gelmektedir.
Değerli Arkadaşlar,
Bugün kentlerimize baktığımızda, barınma, altyapı, ulaşım, enerji, sağlık, eğitim, kültür ve çevre, konularında sorunlar bulunmaktadır. Aynı zamanda, kentlerimiz, deprem, sel, heyelan ve yangın gibi afetlere de hazırlıklı değildir. Bu durum bugüne kadar izlenen, toplumsal çıkarları göz ardı eden ve insan yaşamını hiçe sayan yerel yönetim politikalarının yanlışlığının en açık göstergesidir.
Başta su, elektrik, doğalgaz ve ulaşım olmak üzere temel kentsel altyapı hizmetleri ile eğitim, kültür, sağlık, çevre vb. alanlarda sağlanan sosyal hizmetler özelleştirilerek, ticarileştirilerek, kentlerimiz emekçiler ve yoksullar için yaşanılamaz bir duruma getirilmiştir.
Yolsuzluk, yoksulluk ve yasakların kökünü kazıyacakları söylemini dillerinden düşürmeyen ve 17 yıldır iktidarda bulunan AKP döneminde her yerde kol gezen yolsuzluğun AKP’li belediyelere kadar uzandığı Sayıştay raporlarıyla tespitlidir. İcra takip dosyalarından, iflaslardan, intihar vakalarından da açıkça görüldüğü üzere yoksulluk ve yoksunluk had safhadadır.
Başta kent merkezlerinde kalan alanlar olmak üzere rant elde edilebileceği öngörülen tüm alanlar “Kentsel Dönüşüm” adı altında lüks konut alanlarına, alışveriş merkezlerine dönüştürülmektedir. Sadece arazi rantına endekslenmiş bu kent ekonomisi anlayışının ortaya çıkardığı sürekli ve plansız büyüme, teknik altyapı hizmetlerinin ve sosyal-kültürel olanakların yetersizliği gibi sorunları daha da büyütmektedir.
Sevgili Arkadaşlar,
Yerel Seçimlere ve yerel yönetimlere ilişkin olası ve önemli bir tehdide dikkatinizi çekmek isterim. Muhalefet partilerini ve emek-meslek örgütlerini dahi kendi istekleri doğrultusunda biçimlendirmek isteyen tek adam rejimi, yerel yönetimlerin demokratik yapısı önündeki en önemli tehdit durumundadır.
Birazdan bölgeden arkadaşlarımın da aktaracağı gibi Doğu ve Güneydoğu’da halen pek çok belediye kayyumlarla yönetilmektedir. Cumhurbaşkanı Erdoğan geçtiğimiz günlerde özellikle bölgedeki belediyeleri kastederek, 31 Mart seçimlerinde sandıktan çıkacak belediye başkanları yerine kayyum atayacaklarını açıkça ifade etmiştir.
Devlet organlarının tümüyle partileştiği, yerellerdeki AKP teşkilatlarının valiliklerle ve devlet kurumlarıyla iç içe geçtikleri göz önünde bulundurulduğunda, yerel yönetimlerin de tek adam-tek parti rejimine bağlanması çok da olasılık dışı değildir.
Oysa kentlerin sahibi o kentte yaşayan halktır ve yerel yöneticilerin demokratik biçimde seçilmesi esastır. Seçimler gibi, kente dair her türlü kararlar da kentlilerin katılımcısı olduğu demokratik süreçler işletilerek alınmalıdır.
Sevgili Kadınlar,
Zaten zor olan yaşamlarımız artan baskının, itaatkârlık dayatmasının, bahaneleri çeşitlendirilen şiddetin ve bunun getirdiği korkunun gölgesinde daha da zorlaşıyor, bir kapanın içine itmeye çalışıyorlar. Dikta rejimini kurumsallaştırma gayreti içindeki iktidar toplumun dokusunu tahrip ediyor, kadının giyimi, davranışları ve toplumsal varlığı üzerinden kutuplaştırma ve kindarlaştırma siyaseti yapıyor.
AKP iktidarının en göze çarpan icraatları, şüphesiz ki kesintisiz, planlı ve sistemli bir şekilde yürüttüğü gericilik odaklı hamleleri oldu. Durmaksızın devam eden dinselleşme özendiriciliği ve gericileşme operasyonundan en çok yara alanlar ise kadınlar oldu. Son yıllarda kadına yönelik şiddet vakalarındaki artış ve bu vakalardaki ayrıntılar bu faşist söylem ve politikaların toplumda yarattığı tahribata, çürümeye ayna tutuyor.
Daha üç gün önce Akademide Kadın Çalışmaları ve Sorunları Komisyonu’nca 2015 yılında hazırlanan ve Yükseköğretim Kurulu (YÖK) tarafından, “Tutum Belgesi” adıyla üniversitelere gönderilen Yükseköğretim Kurumları Toplumsal Cinsiyet Eşitliği Projesi YÖK Başkanının “Projenin, toplumsal değerlerimiz ve kabullerimizle mütenasip olmadığı ve toplumca kabul görmediği” gibi absürt bir açıklamasıyla durduruldu.
16 Şubat'ta Tutuklu ve Hükümlü Aileleri ile Dayanışma Derneğinin düzenlediği bir eylemde pankart açanlara polis tarafından müdahale edilip gözaltına alınırken, üniversite öğrencisi bir kadının bir polis tarafından taciz edildiğini an be an çekilen fotoğraflardan açıkça gördük. Bu görüntüleri suç duyurusu olarak görüp kovuşturma açması gereken İçişleri Bakanı ise utanmadan sosyal medya üzerinden yapılan tacizi destekler nitelikte açıklamalar yaptı.
Yine bu hafta, topluma tekil davranışlar, yanlış anlamalar, istisnai durumlar olarak aksettirilmeye çalışılan ve her geçen gün bir yenisi ile karşılaştığımız kadına yönelik ayrımcılığın sistematikleştirilmesi için atılan adımlara bir yenisi daha eklendiğini öğrendik.
Türkiye Cumhuriyeti adına 4 Şubat 2013 tarihinde Kahire’de imzalanan içeriğinde “Müslüman aleminde, hızla değişen ve modernleşen bir dünyada kadınların, erkeklerin saygı duyulan eşleri olarak yetiştirilmesi, eğitim, öğretim ve durumlarının iyileştirilmesinin rolünün önemi teyit ederek…” gibi ayrımcı ifadeler bulunan ve toplumsal yaşamın islami değerler çerçevesinde şekillendirilmesine yönelik çalışmalara dayanak teşkil edecek olan İslam Konferansı Örgütü Kadının İlerlemesi Teşkilatı Tüzüğü’nün Kanun teklifi olarak TBMM Meclis Başkanlığına iletilmiş, 18 Ocak’ta ise TBMM Başkanı tarafından “Kadın Erkek Fırsat Eşitliği Komisyonuna havale edilmişti.
Evet, Sevgili dostlar,
Görünen gerçek şu ki bizi kamusal alandan koparıp eve hapsetmeye yönelik bu baskılar ve sindirme politikası giderek daha da artacak. İşte tam da bu nedenle iktidarını kadınlar üzerinden pekiştirmeye çalışan bu anlayış yerle yeksan olana dek birlik ve dayanışma ruhu ile mücadele etmeye, örgütlenmeye, örgüt içindeki varlığımızı çoğalmaya her zamankinden daha çok ihtiyacımız var. İşte tam da bu nedenle farklılıklarımızı zenginlikler olarak görmeye ihtiyacımız var.
Şimdi bugünün yönetemeyen hükümetine seslenmenin zamanı…
16 yıldır adım adım uygulamaya konulan ve açık bir faşizme dönüşen bu tekçi, cinsiyetçi, militarist rejiminizi biz kadınlar değiştireceğiz. Geleceğimizi savunmak için, hayatlarımıza sahip çıkmak için, savaş ve işgal politikalarına geçit vermemek, erkek egemen sistem ve siyaseti değiştirmek için her zaman olduğu gibi bugün de tüm gücümüz ve örgütlülüğümüzle alanlarda, meydanlarda ve sandık başlarında olacağız. Kalplerimizin kolektif birlikteliğiyle başaracağız…
Sevgi, saygı ve dayanışmayla…