26. ADALET VE DEMOKRASİ HAFTASI KAPSAMINDA "GÜNÜMÜZDE TOPLUMSAL MÜCADELE PANELİ"/26 Ocak 2019/ANKARA

26.01.2019

Değerli arkadaşlar,

Hepinizi Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği adına dostlukla selamlıyorum. Bu yıl 26.’sı düzenlenen Adalet ve Demokrasi Haftası etkinlikleri kapsamında gerçekleştirilen bu panelde sizinle olma fırsatını verdiği için Uğur Mumcu Araştırmacı Gazetecilik Vakfı’na çok teşekkür ediyorum.

24 Ocak 1993’te katledilen Uğur Mumcu ve 31 Ocak 1990 tarihinde katledilen Muammer Aksoy’un şahsında politik cinayetlerin hedefi olan tüm aydın, yazar ve gazetecilerimizi saygıyla anıyorum.

Değerli Arkadaşlar,

Panelimizin de parçası olduğu bu etkinliklerin temelinde, adalet ve demokrasinin, ancak, dayatmalara, baskılara, hoşgörüsüzlüğe, işkenceye, haksızlığa direnen yurttaşların çoğalmasıyla yerleşebileceği düşüncesi yatıyor. Bunun sağlanması da hepimizin bildiği gibi toplumsal mücadelenin gelişmesi ve yaygınlaşmasıyla mümkün.

En başından şunu açıkça söylemek gerekir ki toplumsal mücadelenin, toplumsal muhalefet hareketlerinin geriye düştüğü bir dönemden geçiyoruz.

2013 yılında yaşadığımız heyecan verici Gezi Direnişi’nin şiddetle bastırılmasından bu yana, toplumsal muhalefete yönelik sistematik devlet baskısı, geniş kitlelerin sokaklardan çekilmesine neden oldu.

Medya manipülasyonuyla desteklenen sistematik devlet şiddetinin kitleler üzerinde yarattığı tedirginlik, gücünü kitlelerden alan sendikaların, meslek örgütlerinin hatta siyasi partilerin etkinliklerinin azalmasına neden oldu.

Özellikle 2015 yılında gerçekleştirilen 7 Haziran seçimleri sonrasında Türkiye’nin içine girdiği kaos ve şiddet sarmalı, toplumun geniş kesimlerinde henüz telafi edemediğimiz bir özgüven ve cesaret kaybına neden oldu.

Mitinglerimizi, kent meydanlarını, turist kafilelerini, otobüsleri hatta düğünleri bile hedef alan ve yüzlerce yurttaşımızı aramızdan koparan canlı bomba saldırıları insanların sokağa çıkma ve kitlelerle birlikte davranma eğilimlerini bastırdı.

AKP’nin toplumsal ve siyasal gücünün en alt seviyeye düştüğü, tek başına iktidar olanağını kaybettiği 7 Haziran seçimlerinin hemen peşinden yaşanan bu süreç ve buna eklenen 15 Temmuz Darbe Girişimi, AKP’nin toplumu sürekli baskı ve tehdit altında tuttuğu bir istibdat rejiminin inşasıyla sonuçlandı.

Darbe Girişimi sonrasında 2 yıl süren OHAL Rejimi, darbeye katılan unsurların açığa çıkartılması ve kamudan arındırılması için değil, toplumsal muhalefetin bastırılması için kullanıldı. OHAL KHK’ları toplumun üzerinde Demokles’in Kılıcı gibi sallandı.

Bu süreçte hayatlarını cemaatlerle mücadeleyle geçiren pek çok kamu emekçisi, pek çok akademisyen hukuksuz biçimde mesleklerinden ihraç edildiler.

Sendikalı olmak, örgütlü mücadele etmek, sosyal medya muhalif paylaşımlar yapmak bu ihraçların gerekçesi olarak gösterildi.

Zaten siyasallaşmış olan yargı mekanizması tümüyle işlemez hale getirildi. Mahkemeler hukuksuzlukları cezalandırmak yerine, toplumu susturmanın, toplumsal muhalefeti hizaya getirmenin bir aracı olarak işlev gördü.

Sokağa çıkan her kesim zorbalıkla bastırıldı, sebepsiz yere insanlar göz altına alındı, binlerce kişi keyfi gerekçelerle cezaevlerine gönderildi.

Bu OHAL rejimi içinde, bu zorbalık altında hem anayasa değiştirildi hem de Cumhurbaşkanı seçimi yapıldı.

Antidemokratik ve şaibeli seçimlerle, YSK’nın akıllara zarar kararlarıyla seçimlerden istedikleri sonuçları aldılar ve istibdat rejimini Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi adıyla kalıcı hale getirdiler.

 Geçtiğimiz Temmuz ayında ismen OHAL kaldırılmış olsa da, OHAL yetkileri Valilikler ve kamu kurumları eliyle kullanılmaya devam ediyor.

Cumhurbaşkanlığı Kararnameleri adeta OHAL KHK’ları gibi insanların günlük yaşamını ve kamu idaresini şekillendirmeye devam ediyor.

Meclis tümüyle işlevsiz hale getirilmiş durumda.

Ülkemizdeki toplumsal muhalefetin bu dehşet verici devlet şiddetiyle baş edecek düzeyde olmaması, geniş halk kesimlerinin kendi kabuğuna çekilmesine neden oluyor.

Peki toplumsal muhalefetin bileşenleri olarak bizler bu süreçte ne yaptık, neler yapabiliyoruz? Öncelikle altını çizmem gerekiyor ki, bizler bu sürece asla boyun eğmedik, rıza göstermedik. İktidarın kuyrukçusu ve destekçisi olmadık.

Bu sürecin başında gerek TMMOB olarak tek başımıza yürüttüğümüz çalışmalarla, gerekse KESK, DİSK, TTB ve diğer kitle örgütleriyle birlikte yürüttüğümüz faaliyetleriyle demokrasinin özgürlüklerin sınırının geliştirilmesi için, adalet talebinin yükseltilmesi için elimizden gelen her çabayı gösterdik.

Ülkede yükseltilen şiddet iklimine karşı barışı ve kardeşçe bir arada yaşamı savunduk.

15 Temmuz Darbe Girişimi’ne nasıl karşı çıktıysak, AKP’nin darbe bahanesiyle yürürlüğe koyduğu sivil darbesine de aynı kararlılıkla karşı çıktık.

OHAL kaldırılsın, KHK’lar iptal edilsin kampanyaları düzenledik.

Kanun Hükmünde Kararnamelerle haksız ve hukuksuz biçimde işlerinden atılan mühendis, mimar ve şehir plancılarının işlerine geri dönmeleri için girişimlerde bulunduk.

Anayasa Referandumu sürecindeki “Hayır” kampanyasından Cumhurbaşkanlığı seçimlerindeki Anayasal Demokrasiden yana tavrımıza; Adalet yürüyüşünden barış talebine kadar her alanda sesimizi gür bir biçimde yükselttik.

Bir yandan özgürlük ve demokrasinin sınırlarının genişletilmesi için mücadele derken diğer yandan da kamunun çıkarlarının korunması için; ülke zenginliklerimizin yağmalanmaması için büyük mücadeleler verdik.

Yine bu dönem boyunca açtığımız davalar ve yürüttüğümüz hukuki mücadele ile şehirlerimizin, kıyılarımızın, madenlerimizin, tarihi eserlerimizin, kültürel mirasımızın yağmalanmasına karşı önemli davalar kazandık.

Birlik olarak açtığımız davaların en önemli özelliği, dava süreçlerinin bölgedeki toplumsal mücadele ile iç içe yürümedir. TMMOB İl Koordinasyon Kurullarımız ve bağlı Odalarımızın yöneticilerimiz, bu süreçte sadece dava tarafı değil, mücadelenin de parçasıdır.

 Bu mücadeleler nedeniyle Gezi Direnişinden Cerattepe Direnişine, AOÇ konusunda yapılan basın açıklamalarına kadar her yerde yönetici arkadaşlarımız yargılanmaktadır. İdari mahkemede davacısı olduğumuz hemen her davanın, sulh ceza mahkemesinde sanığı durumundayız.

Halen birliğimizin taraf olduğu 200’ün üzerinde dava hukuk birimimiz tarafından takip edilmektedir.

Enerjiden sanayileşmeye, kentsel planlamadan ulaşıma, tarımsal üretimden madenciliğe, imar aflarından, iş cinayetlerine, varana değin onlarca alanda yüzlerce etkinlik düzenledik. Sonuç Bildirgelerini ve bu alanlarda hazırladığımız raporları kamuoyu ile paylaştık.

Şehirlerimizde kent sempozyumları düzenledik.

Bu kararlı ve mücadeleci tutumumuz nedeniyle iktidarın çok yönlü saldırılarıyla karşı karşıya kalıyoruz.

Her fırsatta, birliğimizin kamusal statüsünü aşındırmak, mesleki etkinliklerimizi sınırlandırmak ve özerk yapımızı ortadan kaldırmak için farklı çabalar içine giriyorlar.

Kamusal denetim yetkilerimizi buduyorlar. Oda gelirlerimizi düşürüyorlar. Torba yasalar ile kuruluş kanunumuzda yapılmaya çalışılan değişikliklerle susturulmak, parçalanmak ve bertaraf edilmek isteniyoruz

Bunun yöntemi kimi zaman Cumhurbaşkanlığı Devlet Denetleme Kurulu Raporu oluyor, kimi zaman yönetmelik değişikliği, kimi zaman da bakanlıkların İdari ve Mali Denetlemesi oluyor.

Bu süreçte hakkımızda çok sayıda dava ve soruşturma açıldı. Seçim yasaklarına uymadığımız gerekçesiyle idari para cezalarına çarptırıldık. Geçtiğimiz yıl bu zamanlarda yaptığımız “yurtta ve dünyada barış” açıklamamız ve TTB Merkez Konseyi üyelerine verdiğimiz destek nedeniyle hakkımızda hala soruşturma yürütülüyor. Bundan tam 6 yıl önceki Gezi Direnişi’nin örgütleyicisi oldukları gerekçesiyle İstanbul’daki TMMOB yöneticisi arkadaşlarımıza davalar açılıyor.

Sevgili Arkadaşlar,

Bugün ülkemizde yaşadığımız sorunun bir yüzü baskıcı ve antidemokratik bir tek adam rejimi iken diğer yüzü de derin ekonomik kriz.

Ülkemiz uzun zamandır ekonomik durgunluk, yüksek enflasyon ve işsizlik gibi sonuçlar yaratan çok boyutlu bir ekonomik kriz yaşıyor.

Medya manipülasyonu ve TÜİK’in şaibeli istatistikleriyle gerçek boyutu gizleniyor olsa da gündelik yaşamımızda ekonomik göstergelerden çok daha derin bir kriz yaşadığımızı hissediyoruz.

Kapanan işletmeler, boş kalan dükkanlar, ödenemeyen borçlar, hacizler, konkordato ilanları, toplu işten çıkarmalar gibi şeyler gündelik hayatımızın parçası oldu.

Siyasal iktidar krizi seçim sonuna kadar sürdürülebilir boyutlarda tutmaktan başka bir çözüm getirmiyor.

Kamunun tüm kaynakları piyasaları canlı tutabilmek, sermaye kesimlerinin acil ihtiyaçlarını çözmek için seferber ediliyor. Krizin tüm yükü emekçilere ödetilmek isteniyor.

Bizler bu ülkenin emek ve meslek örgütleri olarak en başından itibaren Krizin faturasını emekçilerin değil, krizi yaratanların ödemesi için mücadele birlikteliği içine girdik.

DİSK, KESK, TTB ile birlikte ortak bir anlayışla ama kendi örgütsel dinamiklerimiz üzerinden kriz karşı geniş çaplı kampanyalar örgütledik.

Bizler de TMMOB olarak taleplerimizi kamuoyuyla paylaşabilmek için 19 Kasım tarihinde yaptığımız basın toplantısıyla bir kampanya sürecinin içine girdik. Bu doğrultuda ilk olarak Odalarımız aracılığıyla tüm üyelerimize mektup göndererek yaşadığımız sorunlar karşısında dayanışma ve mücadele çağrısında bulunduk. İ

l Koordinasyon Kurullarımız aracılığıyla basın açıklamaları gerçekleştirdik. Kampanya taleplerimizi içeren broşür ve görseller hazırlayarak sosyal medya platformlarında yaygınlaştırdık.

24 Kasım tarihli Yönetim Kurulu toplantımızda 2019 yılı Mühendis, Mimar, Şehir Plancısı asgari ücretinin 4500 TL olarak karar altına aldık. Bu kararın ardından SGK tarafından geçtiğimiz yıl tek taraflı olarak feshedilen işbirliği protokolünün yeniden uygulanması için SBK’ya toplu faks gönderme eylemi gerçekleştirdik.

Ve nihayet mecliste başlayan Bütçe Görüşmeleri öncesinde kamuda çalışan meslektaşlarımıza ilişkin taleplerimizi içeren mektubumuzu milletvekillerine gönderdik.

Kamuda çalışan, Ücretli çalışan, İşsiz ve OHAL KHK’larıyla ihraç edilen meslektaşlarımızın sorunlarına yönelik üç ayrı çalıştay düzenledik.

Bütün bunları anlatmamın nedeni verdiğimiz mücadeleyi göklere çıkartmak, kendimize bir başarı öyküsü yaratmak değil.

Bilakis verdiğimiz mücadelede başarılı olabilmiş olsaydık toplumsal muhalefet çok daha iyi durumda olur, Türkiye için bugün daha faklı şeylerden konuşuyor olurduk.

Bunları anlatma sebebim, ne kadar direngen olursak olalım, içinden geçtiğimiz dönemde alışageldiğimiz mücadele biçimleriyle devletin bu olağanüstü baskı ve otoritesine karşı başarıya ulaşmakta yaşadığımız güçlüğün altını çizmek.

Geçmişte yüzbinlerce insanı meydanlara taşıyabilen toplumsal muhalefet örgütlerinin bunca çabasına rağmen kendi üyelerini bile harekete geçirmekte yaşadığı zorluğu vurgulamak.

Toplumu teslim almış gibi görünen korku iklimine dağıtacak, insanlara umut ve cesaret aşılayacak yeni mücadele yöntemleri bulmamız, yeni birliktelik biçimleri yaratmamız gerekiyor.

İçinde yaşadığımız bu büyük baskı ortamının bunaltıcılığına rağmen, kimi yerlerde birdenbire ortaya çıkan örgütlü direnişler toplumda hızla umut dalgası yaratabiliyor. 3. Havalimanı işçilerinin eyleminde gördük bunu, Flormar Direnişinde gördük, birkaç gün önce İstanbul Başakşehir’deki Şehir Hastanesi’ndeki iş bırakma eyleminde gördük.

Emekçilerin canına tak ettiği anda yapabileceklerini tahmin etmemiz mümkün değil.

15-16 Haziran 1970 işçi direnişi, 1973 sonrasının kitleselliği, 12 Eylül faşizminin büyük tahribatına karşın 1988/89 baharı olarak anılan öğrenci ve işçi hareketleri, 1991 madenci eylemleri, 1995 kamu çalışanlarının eylemlilikleri, 1998 işçi eylemleri, Kürt halkının demokratik muhalefeti, kadın hareketleri, kamusal üretim mekân ve varlıkların elden çıkarılmasına yönelik tepkiler, laiklik düşmanı gerici eğitim politikalarına karşı tepkiler, yanlış termik santral projelerine, yaşam ve üretim alanları ile çevre tahribatına karşı irili ufaklı yüzlerce eylem bunun en iyi örnekleri.

Önemli olan küçük bir kıvılcım gibi parlayan bu direnişleri var olduğu alanın sınırlarını aşan bir toplumsal eylem haline dönüştürmek.

Bunu biz Tekel Direnişi’den yaşamıştık, Gezi Direnişi’nde yaşamıştık.

Tekel Direnişi fabrikası özelleştirilen işçilerin statü sorununun aşan bir anlam kazanmıştı ve Türkiye’nin her yerine umut olmuştu.

Gezi Direnişi Gezi Parkı’nın korunmasını aşan bir anlam kazanmıştı ve milyonlarca insanı günlerce meydanlara taşıyan bir kitlesel mobilizasyon yaratmıştı.

Bizim bugün yapmamız gereken belki de bu eylemlerden öğrendiklerimizi bir kez daha gözden geçirmek.

Bu eylemlerin öğrettiği en önemli şey, insanların geleneksel temsil ilişkilerine dayalı siyasal sitemin dar kalıplarını aşan demokratik bir araya gelişlere olan hevesi ve yatkınlığıydı. Kararların hep birlikte alındığı, katılımcılığa ve doğrudan demokrasiye dayalı örgütlere olan güveni ve sempatisiydi.

AKP’nin devlet şiddeti ve medya manipülasyonuyla sindirmek istediği bu doğrudan demokrasi örneklerini toplumsal muhalefetin öznesi haline getirmek gerekiyor.

2015 Haziran’ında ülkemize ışık gibi doğan meclisleşme fikrini bulunduğumuz her kurumda, tüm mahallelerde, işyerlerinde yeniden tartışmak ve fiiliyata dökmemiz gerekiyor. Bizler kendi kafamızdaki toplumsal muhalefet fikrini böylesi bir anlayışla demokratikleştirmeden, toplumu demokratikleştiremeyiz.

AKP’nin her geçen gün derinleşen krizine karşı, piyasacı politikalar karşısında kamucu politikaları savunmak, dinsel gericiliğe karşı bilimsel laik eğitim ve çağdaş yaşam biçimlerini savunmak, şiddete ve savaşa dayalı politikalar karşısında barışı ve bir arada yaşamı merkezine alan politikaları savunmak, sermayenin bencil çıkarları yerine toplumun genel çıkarlarını savunmak, emperyalizme karşı bağımsızlığı savunmak, doğamızı ve çevremizi ranta kurban eden uygulamalara karşı yaşam alanlarımıza sahip çıkmak bizi bu demokratik meclislerde bir araya getirecek en önemli önceliklerdir.

Bizler bir araya gelmeye başladıkça toplumun kendine olan güveni ve cesareti artacaktır. Toplum bir kez kendine güvendiğinde ve yaratıcı girişkenliğiyle meydanlara çıktığında, aşılmaz sanılan barikatlar aşılır, yıkılmaz sanılan saraylar yıkılır.

Bunu yapacak olan bilincin ve cesaretin, köklerini 1960’lardan bugüne uzanan güçlü bir gelenekten alan toplumsal muhalefetimizde olduğuna inanıyorum.

Hepimize bu mücadelede başarılar diliyorum.

 

EMİN KORAMAZ
TMMOB Yönetim Kurulu Başkanı