TMMOB MADEN MÜHENDİSLERİ ODASI "DOĞU VE GÜNEYDOĞU ANADOLU MADEN KAYNAKLARININ DEĞERLENDİRİLMESİ SEMPOZYUMU"NU GERÇEKLEŞTİRDİ

25.04.2005

TMMOB Maden Mühendisleri Odası tarafından 21-23 Nisan 2005 tarihleri arasında Dicle Üniversitesi 75. Yıl Konferans Salonu'nda "Doğu ve Güneydoğu Anadolu Maden Kaynaklarının Değerlendirilmesi" Sempozyumu gerçekleştirildi.

TMMOB Maden Mühendisleri Odası tarafından 21-23 Nisan 2005 tarihleri arasında Dicle Üniversitesi 75. Yıl Konferans Salonu‘nda "Doğu ve Güneydoğu Anadolu Maden Kaynaklarının Değerlendirilmesi" Sempozyumu gerçekleştirildi.

Sempozyumun açılışında sırasıyla Maden Mühendisleri Odası Diyarbakır Temsilcisi Mustafa Ayhan, TMMOB Maden Mühendisleri Odası Başkanı Mehmet Torun, TMMOB Yönetim Kurulu Üyesi Serdar Ömer Kaynak ile TTK Genel Müdürü Rıfat Dağdelen ve Dicle Üniversitesi Rektörü Fikri Canoruç konuştular

TMMOB Yönetim Kurulu Üyesi Serdar Ö. Kaynak "Madenciliğin Sosyo - Ekonomik Yapıya Etkileri" Panelinde TMMOB adına konuşma yaptı.

Sempozyum sonucunda Sonuç Bildirgesi basına ve kamuoyuna duyuruldu.

DOĞU VE GÜNEYDOĞU ANADOLU MADEN KAYNAKLARININ DEĞERLENDİRİLMESİ SEMPOZYUMU SONUÇ BİLDİRGESİ

Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği‘ne bağlı Maden Mühendisleri Odası, 21-23 Nisan 2005 tarihlerinde, Diyarbakır‘da, Doğu ve Güneydoğu Anadolu Maden Kaynaklarının Değerlendirilmesi Sempozyumu‘nu gerçekleştirmiştir.

Oldukça geniş bir katılım ile yapılan Sempozyum süresince bölgenin madencilik potansiyeline ilişkin 26 tebliğ sunulmuş, ayrıca düzenlenen bir panel ile söz konusu potansiyelin harekete geçirilmesine ilişkin öneriler aktarılmıştır.

Yoksulluğun azaltılması ve bölgesel eşitsizliklerin giderilmesinde madencilik sektörünün önemi son derece belirgindir. Pek çok ülkede, madencilik sektörünün gelişimi ile madencilik faaliyetlerinin yapıldığı bölgenin ekonomik gelişimi arasındaki doğrudan ilişkinin somut örnekleri bulunmaktadır.

Madencilik sektörü, doğrudan gelir yaratmasının yanında, düşük maliyette girdi sağlaması bakımından da yapıldığı bölgedeki sanayinin gelişimine katkı sağlamakta, yapıldığı bölgelerde önemli bir istihdam yaratmakta, yöre insanının mesleki ve teknik yeteneklerini artırmaktadır.

Madencilik sektörü, fiziksel altyapının gelişimini de hızlandırmaktadır. Özellikle büyük ölçekli madencilik, yapıldığı bölgenin ekonomik gelişimine önemli yarar sağlamakta, eğitim ve sağlık hizmetleri yanında, temiz su, ulaşım, enerji ve diğer altyapı hizmetlerini de beraberinde getirmektedir.

Sempozyum ile, bölgenin maden potansiyelinin ortaya konularak, gerek ülke gerekse bölgenin gelişimine en yüksek yararı sağlayacak şekilde maden kaynaklarının kullanım olanaklarının saptanması amaçlanmış, bölgedeki mevcut madencilik faaliyetlerinin mühendislik kuralları çerçevesinde ve çevreye en az zararla sürdürülebilmesi bakımından uygun yöntemlerin incelenmesi ve tartışılması hedeflenmiştir.

Sempozyum süresince; Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgelerinin ekonomik maden rezervleri, bölgedeki sorunların madencilik sektörüne etkileri, madenlerde iş sağlığı ve güvenliği, madencilik ve çevre, madencilik sektörünün sanayileşmedeki rolü, madencilik politikaları ve maden mevzuatı, Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgesindeki yapı malzemeleri potansiyeli, bölgede yapılan yatırımlar değerlendirilmiş ve öneriler ortaya konulmuştur.

Maden potansiyeli bakımından büyük önem taşıyan bölgede, madencilik sektörünün akılcı planlamalar çerçevesinde canlandırılmasının, bölgenin ekonomik ve toplumsal yaşamı üzerinde son derece olumlu etkileri olacağı açıktır. Bu hususta gereken çalışmaların zaman kaybedilmeden yapılması büyük önem taşımaktadır. Kamuoyunun bilgisine sunarız.

TMMOB
MADEN MÜHENDİSLERİ ODASI
YÖNETİM KURULU
Diyarbakır, 23 Nisan 2005

TMMOB Yönetim Kurulu Üyesi Serdar Ömer Kaynak sempozyum açılışında şunları söyledi:

Sayın konuklar, yörenin değerli basın mensupları, meslektaşlarım, arkadaşlarım. Hepinizi Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği adına selamlarım.

50 yıllık deneyim ve bilgi birikimimiz ışığında, günümüzün yüklü gündemi ve sorunları değerlendirildiğinde, mesleki demokratik kitle örgütü olmanın sorumluluğuyla hareket ederek çağdaş, bağımsız, demokratik, sanayileşen ve bölgesel farklılıkların ortadan kalktığı; bir Türkiye‘yi görme özlemi içersindeyiz. Üyelerinin sorunlarının, toplumun sorunlarından ayrılmayacağın bilinciyle, halktan ve emekten yana tavır alan bu doğrultuda politikalar üreten ve mücadele veren TMMOB‘ne üyelerimizin ve halkımızın her geçen gün ihtiyacı artarak devam etmektedir. Bizler, ülkemizdeki mühendisleri, mesleki, ekonomik. Sosyal ve kültürel alanlarda ve onların içinde yer aldıkları bütün süreçlerde temsil eden bir örgütün mensuplarıyız. Bizler, ülkemizdeki mühendislerin sosyal ve kültürel gelişmelerini sağlarken, mesleki birikimlerini toplum yararına kullanmalarının zeminini yaratan bir örgütün mensuplarıyız. Bizler, bilimi insanlığa ulaştırmada köprü işlevi gören bir mesleğin mensuplarıyız. Bizler aynı zamanda "Tüm yer altı ve yerüstü doğal zenginlikler halkındır. Madenler halkındır. Kamu eliyle işletilmelidir." diyen bu şiarı ilke edinen bir örgütün de mensuplarıyız. Bu amaçlarla; mesleki alanlarıyla ilgili gelişmelerin ve politikaların sosyal, siyasal, ekonomik ve kültürel boyutlarını derinlemesine kavramak, yorumlamak, toplumu bilgilendirmek, öneriler geliştirmek ve bunların yaşama geçirilmesi için mücadele vermek zorundayız. Bunun için iddialıyız. Ve inanıyoruz ki iddiamızı da gerçekleştireceğiz.

Doğu ve Güneydoğu Anadolu‘nun yıllardan beri maden potansiyelinin varlığı bilinmesine rağmen ne yazık ki yıllarca hükümetler tarafından ihmal edilmiştir. Gereken ilgi gösterilmemiştir. İnanıyoruz ki, "Bu yörede tarihte 2000"yıl önce, en sert kayaçlardan biri olan Bazalt‘ı işleyerek bu surları yapanların nesilleri; ileriki süreçlerde de madencilik faaliyetlerini geliştirerek, güçlendirerek bu alanda hak eden yerlerini ülkemizde mutlaka alacaklardır. TMMOB olarak bu sempozyumun başta tüm madencilik camiasına ve yöre madenciliğine katkı sağlamasını diler ileriki süreçlerde de daha da geliştirilerek devam etmesini temenni ederim.

TMMOB Yönetim Kurulu Üyesi Serdar Ömer Kaynak panelde şunları söyledi:

Dün Sempozyumun ilk gününde duyduğumuz acı bir haberle sarsıldık. Gediz‘de 18 Madenci arkadaşımızı kaybettik. Acımızı içimize akıttık, Yaramıza tuz bastık. Hayat devam ettiği sürece Madencilikte devam edecektir. Buradan bütün madencilere baş sağlığı diliyorum.

Yetmişli yılların ortalarında, dünya ekonomisi uluslar arası olmaktan çıkıp, global hale gelmiş ve ulusal devletlerin iç ekonomilerini büyük ölçüde artık kontrol ederek, egemen duruma gelmeye başlamıştır. Bu bağlamda işletmeler daha çok global pazarlara açılabildikleri ölçüde yaşama şansları bulabilmektedirler. Artık dünya pazarlarında ülkeler değil, işletmeler rekabet etmektedirler.

Temel sanayi girdilerine hammadde sağlaması yönüyle ön sırada yer alan madencilik sektörü, ülkemizin temel taşı olan sektörlerden biridir. Çeşitlilik ve rezerv açısından zengin olarak kabul edilen maden yataklarına sahip olan ülkemiz ne yazık ki GSMH içindeki payı sadece %1 dolayındadır. Makina Mühendisleri Odası‘nın 1999 yılında üretmiş olduğu GAP illeri sanayi envanterinde; GAP bölgesi yatırım Teşviklerinin Sektörel Dağılımına bakıldığında, Tarım, İmalat, Hizmetler‘den sonra %1‘lik pay ile dördüncü sıradadır.

Bu yöredeki madencilik Türkiye‘nin diğer yörelerindeki madencilikten ayrılamaz sorunları ortaktır. Diyarbakır‘da önemli bir maden işletmeciliği mermerdir. Dünyanın en zengin mermer yataklarının bulunduğu Alp kuşağında yer alan ülkemizde, 100‘den fazla çeşitte, zengin renk ve desende mermer çıkarılmaktadır. MTA raporlarına göre Toplam rezerv 14 milyar ton , 5.2 Milyon M3 ile dünya mermer rezervlerinin % 40‘ına sahip olunduğu bilinmektedir. Bu rezervlerin yoğunlaştığı yörelerin içinde Elazığ ve Diyarbakır illerininde olduğu hepinizce malumdur. Ülkemizde 80‘nin üzerinde değişik yapıda, 400‘ün üzerinde değişik renk ve dokuda mermer rezervi belirlenmiştir. Ülkemiz de bugün 800‘den fazla ocak, 1500‘ün üzerinde fabrika ve 7500 civarında atölye maliyet göstermektedir. Yılda yaklaşık 1.2 Milyon ton mermer işlemektedir. 80‘li yılların başında 4 milyon Dolar olan mermer ihracatımız, 2004 yılı sonunda 626 milyon dolar seviyesine çıkmıştır. Bu değerin 210 milyon doları işlenmiş mermere, 86 milyon doları blok mermer ihracatına, 330 milyon doları da granit ve diğer sert taşların ihracatına aittir. Önemli ihracat girdisi sağlayan doğal taş endüstrisi, diğer madencilik faaliyetlerine göre daha aktif ve gelecek vaat eder konuma gelmiştir.

"Maden Müh. Odası Diyarbakır il Tem. Mustafa Ayhan Global Enerji dergisinde Sadece Diyarbakır yöresinde; 2004 yılında, toplam 39 mermer ocağından 220 bin m3 blok üretimi gerçekleştirdiğini, Bu üretimin %60‘ı ham olarak özellikle Uzakdoğu ülkelerine, işlenmiş olan mermerlerin %70‘i yine yurt dışına ihraç edilmiş olduğunu ve yılda 100 milyon dolar ciro elde ettiğini belirtmektedir."

Dünyada ve Türkiye de nüfus artış hızına paralel olarak, yapılaşma oranında yaşanan artışlar , mimari alandaki gelişmeler ve tüketicilerin ürünlerinin standart, kalite, estetik ve dayanıklılığına ilişkin beklentilerinde görülen yükselmeler, bu talepleri karşılayabilme potansiyeli yüksek olan doğal taşların kullanım alanlarını artırmakta ve geçmiş yıllara oranla daha fazla önem kazanmasını sağlamaktadır. Türkiye de doğal taş üretimine bakıldığında, üretimin büyük bir kısmının özel sektör tarafından gerçekleştirildiği görülmektedir. Ancak , doğal taş sektöründe faaliyet gösteren işletmelerimizin büyük bir çoğunluğu küçük ve orta ölçekli işletme niteliğindedir. Ve dış pazarlara açılmada da önemli sorunlar yaşamaktadır.

KOBİ kapsamı ülkeden ülkeye, ayrıca bir ülke içinde de sektör ve bölgelere göre veya ilgili kurumların amaç ve gayelerine göre değiştiği görülmektedir. İstihdam edilen personel sayısı, satış hacmı, sermaye, makine parkı, kullanılan enerji, kapasite kullanım oranı kar marjı .v.s gibi Pazar payı unsurlar açısından da birbirine göre farklılıklar göstermektedirler. KOBİ‘ler istihdam ettikleri iş gücünden, gerçekleştirdikleri yatırımlarla ve yarattıkları katma değerden ödedikleri vergilere kadar pek çok yönleri ile bütün ekonomilerde önemli bir yer sahiptirler. Türkiye ekonomisi açısından incelendiğinde; KOBİ‘lerin Türkiye‘de tüm işletmeler içersindeki oranının yaklaşık %99 olduğu %77‘ler civarında istihdam kaynağı yarattıkları bilinmektedir. KOBİ‘lerin Türkiye ekonomisi için stratejik bir öneme sahip oldukları görülmektedir. Ayrıca aileleri ile birlikte Türkiye nüfusunun neredeyse %30‘unu aşan KOBİ‘lerin sosyal etkinliği de küçümsenmemelidir.
Globalleşme sürecinde yaşanan yoğun rekabet, işletmelerin ihracatta başarılı olabilmeleri için yeterli sayı ve kalitede mal üretebilmelerinin yanında, iyi bir organizasyon, bilgi, deneyim, sermaye ve kadroya sahip olmalarını ve modern pazarlama yöntem ve tekniklerinden yararlanmayı zorunlu hale getirmiştir. Bu olanaklara sahip olmayan KOBİ‘lerin uzun vade de yaşamaları söz konusu değildir. Çünkü bu sistemin temeli rekabet üzerine kurulmuştur.

Sosyal Darvinizm, Liberal ekonomilerin yarattığı bir olgudur. Çözüm işletmelerin bir araya gelerek örgütlenmeleridir. Bunun dünyada bir çok örneği mevcuttur. Ülkemiz doğal taşları; renk, desen ve kalite olarak benzerlerine oranla cazip fiyatları ile dünya pazarlarında kabul görmesine ve buna paralel olarak yaşanan ihracat artışlarına rağmen, sektör, başta örgütlenme, bürokrasi, finansman, hammaddelerin değerlendirilmesi, kalifiye eleman, teknoloji, standardizasyon, pazarlama, tanıtım, terminoloji, ve fiyat politikaları olmak üzere bir çok sorunlar yaşamaktadır. Sözü edilen bu sorunların aşılması KOBİ faaliyeti gösteren firmaların örgütlenmesidir. İhracat işlemlerinin tek bir elden yürütülmesi, ortaklarda bu yükü kaldıracak, her türlü mevzuatı kolaylaştıracaktır.

Gümrükleme , sigortalama, nakliye deki işlemlerde yaşanan güçlükler aşılabilecektir. Ve de işlemler kolaylaşabilecektir. Üretilen mermerlerin Avrupa standartlarına uygunluğunun belgelenmesi işlemleri çok hızlı ve ekonomik bir şekilde yapılabilecektir. Üretimde rasyonelleşme ve bunun sonucunda yeni ürün çeşitlerinde ihtisaslaşma olanağı sağlanacaktır. Böyle bir işbirliği ne gidilmesi, küçük ve orta ölçekli sektör işletmelerinin ihracata yönelmesini kolaylaştırarak, onlara iç piyasadaki ekonomik dalgalanmalardan, talep daralmalarından, enflasyonist baskılardan kurtulmaya yardımcı olacaktır.

Bilindiği üzere; Türkiyede yaşanan 2001 Krizinde en fazla zarar görenler KOBİ‘ler olmuştur. Binlerce küçük ve orta ölçekli işletmenin kapanmasına neden olarak büyük kuruluşların rakipsiz kalmalarını sağlamıştır. Kısaca artık kendi dar yapı ve konumlarıyla uluslar arası pazarlarda yalnız başına KOBİ‘lerin yaşama şansı yok denecek kadar azdır. Papa 2.Jean Paul‘un bile İtalya‘daki 1 Mayıs kutlamalarında yaptığı konuşma dikkat çekici "Globalizasyon, günümüzde insan hayatının içine girmiş bir gerçektir. Fakat bu gerçeklik adilce yönetilmelidir. Dayanışma da adilce yönetilmelidir. Dayanışma da globalleştirilmelidir."diyor. Evet tüm kesimler için ayakta kalabilmenin şartı Dayanışmadır. Peki, KOBİ‘ler için durum böyle ise, Emekçiler için ne söylemeli dayanışma nasıl olmalı, "Makina Mühendisleri Odasının 1999 yılında; GAP bölgesinde Yaptığı sanayi envanterinde, 2017 Firma‘dan sadece 31 Firmada sendika var. Diğer firmalarda Emekçiler Asgari ücretli yada Pazarlık usulü çalışmakta; TMMOB‘nin temsil edildiği ulusal kuruluşlardan biri de "Küçük ve Orta Ölçekli Sanayiyi Geliştirme ve Destekleme İdaresi Başkanlığı- KOSGEB"dir. Amacı ülkenin ekonomik ve sosyal ihtiyaçlarının karşılanmasında küçük ve orta ölçekli sanayi işletmelerinin payını ve etkinliğini artırmak, rekabet güçlerini ve düzeylerini yükseltmek sanayide entegrasyonu ekonomik gelişmelere uygun biçimde gerçekleştirmektir. Kuruluşu, Sanayi ve Ticaret Bakanlığı ile ilgili bir Kamu Kuruluşu olup, tüzel kişiliğe haiz ve bütün işlemlerinde özel hukuk hükümlerine tabidir Bu yasanın 6. Maddesine göre Kuruluşun genel kurulunda TMMOB başkanı, Makine, Elektrik. Kimya, Metalurji, İnşaat, ve Mimar Odalarının Başkanları genel kurulun delegeleridir.

Mermer sektöründe faaliyet gösteren çoğu KOBİ niteliğindeki işletmeler finansal yetersizlikten dolayı mevcut teknolojilerini geliştirememektedirler ve dünya piyasasında rekabet edememektedirler. KOBİ‘lerin örgütlenmesi mevcut potansiyellerinin harekete geçirtilmesi bu ilerlemeleri ulusal boyuttan global boyuta taşımada büyük faydalar sağlayacaktır. G. ve Doğu Anadolu‘nun önemli cevherlerinden birisi de demirdir. Türkiye dünya demir cevheri rezervlerinin yaklaşık %0.2‘sine sahiptir.

Türkiye‘de doğrudan kullanılabilir demir cevheri ihtiva eden zuhur sayısı 22 Adet dolayındadır. Bu zuhurlar işletilebilir rezerv olarak, toplam 137.5 milyon ton, %37-60 Fe tenör aralığında demir cevheri ihtiva etmektedir. MTA verilerine göre ülkemiz demir madenleri küçük madenler tarifi içine girebilecek yataklardır. 100 Milyon ton üzerinde rezervi olan sadece Divriği yatağı mevcuttur. Bu alanın sorunlarından biri ise demir cevheri üretiminde yüksek tenörlü doğrudan yüksek fırın şarjına uygun işletilebilir demir cevheri rezervinin sınırlı olmasıdır.

Demir cevheri arama çalışmaları devlet politikası olarak ele alınmalıdır. Bu çerçevede MTA G. Müdürlüğü yeniden yapılandırılarak verilecek yasal ve finansal destekle diğer maden aramacılığı yanı sıra demir cevheri aramacılığı hızla başlamalıdır. Dünkü konuşmalarda Sn. Kavak‘ın "Kömür potansiyeline genel bir bakış" bildirisinde Ayrıca Sn. Kösebalaban‘ın "Bingöl - Karlıovadaki Linyit potansiyeli" bildirgelerinden anlaşıldığı üzere yörenin kömür potansiyelinin hiç de küçümsenmemesi gerektiği ortaya çıkmıştır. Ülkemizde en zengin Linyit yatakları Elbistan ve Sivas-Kangal‘daki linyit sahaları olduğu bilinmektedir.

Ancak; yakın süreçte Linyite dayalı Termik santrallarını (bu tehlike Doğal gaz çevrim santrallarını da beklemekte) bekleyen de bir tehlike mevcuttur. Bilindiği üzere; 1980‘li yılların sonlarından başlayarak insanın iklim sistemi üzerindeki olumsuz etki ve baskısını azaltmak için Birleşmiş Milletler (BM) öncülüğünde uluslar arası seviyede çeşitli çalışmalar yapılmaktadır. Bu çalışmalar sonucunda BM tarafından geniş bir katılımla hazırlanan "İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi"(İDÇS) 1992 yılında Rio‘da düzenlenen Çevre ve Kalkınma Konferansı‘nda üye ülkelerin imzasına açılmış olup bu sözleşme ile gelişmiş ülkelere 2000 yılında sera gazı emisyonlarını 1990 yılı düzeylerine indirme yükümlülüğü getirilmiştir. 1997 yılında, İDÇS çerçevesinde Kyoto‘da yapılan taraflar konferansında hazırlanan Kyoto Protokolu ile de imza sahibi ülkelere 2008-2012 yılları arasındaki dönem için sera gazı salınımlarını 1990 yılı seviyelerine göre en az %5 azaltma yükümlülüğü getirilmiştir. Bu doğrultuda AB hem birlik olarak hem de üye ülkeler açısından %8‘lik bir azaltma sağlayacağını kabul etmiştir. Konu ülkemiz açısından ele alındığında; söz konusu İDÇS‘ne katılmamız TBMM‘nde 16 Ekim 2003 tarihinde kabul edilerek 21 Ekim 2003 tarihli ve 25266 sayılı Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe girmiştir. AB müktesabatın için de ülkemizinde Kyoto protokolüne imza atması kaçınılmazdır. Avrupa Enerji planlamasındaki hedefleri genel enerji tüketimi içinde Yenilebilir enerji oranının, 2010 yılına kadar iki katına çıkarılarak %12‘ye ulaşması öngörülmektedir. Orta dönemde yenilebilir enerji üretiminde bu hedefe ulaşılmasını sağlamak için AB komisyonu iç elektrik piyasasında yenilebilir enerji kaynaklarından elektrik üretimini teşvik eden 2001/77/EC sayılı Direktifi yayınlamıştır. Söz konusu direktif, 2010 yılına kadar topluluğun tamamında yenilebilir enerji kaynaklarından üretilen elektriğin toplam elektrik tüketiminin %22.1‘ine ulaşmasını hedeflemektedir. Hal böyle iken ülkemizde ithal kömüre dayalı termik santralların inşa edilmesini anlamak mümkün değil. (cilve gözü 1540 MW Oyak- Alman konsorsiyomu) Tufanbeyli‘de yapılması planlanan termik santralle akıl erdirmek mümkün değil. İster istemez insanın aklına Doğal Gaz‘a dayalı enerji planlamasında yaşanan kamu elindeki santralların atıl kapasitedeki çalıştırılmaları gibi; bu konuda da kabak yine Kamu elindeki Santrallere patlayacağa benziyor.

Madencilik; A‘sından, Z‘sine kadar, doğa ile mücadele edilerek kazanılan bir sektördür. Bu çalışma hiçbir sektörde olmadığı kadar bir kollektiviteyi gerektirir. Ve bu sektörde istihdam edilenlerin yerleşikliği, madenin bulunduğu yörede olmak zorundadır. Bulunduğu yöreye Ekonomik sosyal birçok katkı sağlar. Kendi işletmesindeki araç ve gereçler ağır iş makinalarını kapsar ki diğer sektörlerde bu durum o kadar söz konusu değildir. Ve bu makinalar gerektiğinde zor anlarda yörede yaşayan insanların hizmetine sunulur. Yangın olduğunda itfaiyesi iş başındadır. Deprem olduğunda kurtarma teşkilatı iş başındadır. Heyelan olduğunda loderi, dozeri iş başındadır. (Hele hele 5286 Sayılı Yasayla Köy hizmetlerinin kapatılmasından sonra; bu hizmetlerin aksaması ile kırsal kesimde yaşayanların ne kadar acı ve yakıcı olaylarla karşılaşacağını ileriki süreç gösterecektir.)

Madende çalışanlar kendi işletmesine yabancılaşmaz. İş hayatındaki mesai süresi ile mesai dışındaki yaşam süresi bütünlük teşkil eder. Madencilik faaliyetinin en önemli faktörlerinden biride bulunduğu yöreden insanların Göç etmesini önlemeye dönük olmasıdır. Ülkemizde kırdan kente göç, 1950‘li yıllardan itibaren başlayıp, 1960‘lı yıllarda giderek hız kazanmıştır. 1950 sayımında %25 olan kent nüfusu; 1980‘de %44‘e 1990 sayımında ise %59‘a yükselmiştir.

Göç insanların terk başına veya tüm aile bireyleri ile birlikte bir yerden başka bir yere gitmelerini ifade eder. Bu mekan değişikliğinin sebebi olarak; Kentin istihdam çekiciliğinde kaynaklanan nedenler kadar yerleşilen yerin imkansızlıklarından kaynaklanan topraksızlık gibi nedenler de bulunabilir. Burada göç eden aile üyelerinin kendi koşulları hakkında düşünme ve karar verme iradesi var gibi görünse de, bu olgunun ekonomik politikaların bir sonucu olduğu göz ardı edilmemelidir. Dolayısıyla göç eden açısından yaşanılan süreç gönüllü göç süreci gibi görünüyor olsa da dayatılan bir yaşam biçimidir. Göç edenler sadece maddesel olarak yer değiştirmekle kalmamış manevi olarak da değişimlere maruz kalmaktadırlar. Kişilik yapılarında ve ailelerindeki bu değişim, kendi öz yaşamlarının dışında eski ile yeni arası tanımlanamayacak ölçüde yıpratıcı olmaktadır. Daha fazla korunmasız ve içe dönük bir yaşamın parçaları haline gelmektedirler. Çocuk suç oranları her geçen gün artmaktadır. Sosyologlar göçün insanlar üzerinde bıraktığı etkinin izlerinin 40 yıl sonra bile görüleceğini dikkat çekmektedirler. Göçün olumsuz etkileri bunlarla sınırlı kalmamaktadır. Göçle birlikte; sağlık sorunları artmaktadır. Bunu yanında eğitim, İş, konut, temiz su, sosyal güvence, huzur, güven sorunları da katlanmaktadır. Eskiden göç edenleri kent soğurabiliyordu, mas edebiliyordu bu gün ise mümkün değil Yoksulluk gizlenemiyor, çıplak gözle artık görülebiliyor. Liberalizmin mantığı yalındır; her şey kar etmek için; bunu sağlamanın yolu, rakibini piyasadan silmek rekabeti artırmaktır , rekabetin üstünlüğüdür, rekabet edebilmek için, bilim ve teknoloji gereklidir. Ama asıl serbest piyasa ekonomisi ile mümkündür, Serbest piyasa ekonomisi ancak demokrasiyle sağlanabilir, Demokrasiyi ise Hukukun üstünlüğü sağlar. şimdi bu mantık silsilesi içinde her şeyi kar edebilmek için, ön görürsen ona endekslersen ve bu kar alanlarının daha da geliştirilmesi için; sosyal devlet anlayışını, ortadan kaldırmayı, özelleştirmenin nimetlerinden fayda edinmeyi ilke edinirsen; göç, işsizlik, yoksulluk,konut, sağlık, eğitim, çevre v.s. gibi toplumun, halkın sorunları; asıl amaç olan kar elde etmenin yanında solda sıfır kalır.
Türkiye yeni Liberal politikaların, dünyaya egemen olduğu bir süreçte 24 ocak 1980 kararları doğrultusunda özelleştirme uygulamalarına başladı
Bu politikalarla devlet, tüm toplumsal görevlerinden soyutlanmaya çalışılmakta ulaşım, sağlık, sosyal güvenlik, eğitim alanları yerli yabancı tekellere yeni bir yağma ve kar alanı olarak sunuldu. Yer altı ev yerüstü kaynaklarımız stratejik madenlerimiz uluslar arası tekellere peşkeş çekilmeye çalışıldı.

Sosyal devlet tasfiye edilmeye çalışılıyor. Son örnek Köy Hizmetleri Genel Müdürlüğü. Dün bir film gösterisi izledik, GAP Yerel Yönetimler yasa tasarısının bir ayağı olarak. Şimdi buda tasfiye edilme aşamasında DPT‘ye bağlı Kırsal Kalkınma ajansın ile ülke 26 bölgeye ayrılıyor. Ve bu 26 bölgeye 80 il bağlanıyor. Bunlardan biriside GAP. Kamusal alan ortadan kaldırılıyor. Kamu varlıkları özelleştirme politikalarıyla birlikte, yok pahasına sermaye sahiplerinin emrine tahsis ediliyor. Zenginlikler bir avuç sermaye gurubunda yoğunlaşıyor. Ve merkezileşiyor. Yoksulluk yaygınlaşıyor ve derinleşiyor. Hepinize gösterdiğiniz sabırdan dolayı teşekkür ediyor, saygılar sunuyorum.