
METEOROLOJİMO: SU KİRLİLİĞİ KONTROLÜ YÖNETMELİĞİNDEKİ DEĞİŞİKLİKLER, DENİZ EKOSİSTEMLERİNİ TEHLİKEYE ATMAKTADIR
TMMOB Meteoroloji Mühendisleri Odası, 27 Ekim 2025 tarihinde "Su Kirliliği Kontrolü Yönetmeliğindeki Değişiklikler, Deniz Ekosistemlerini Tehlikeye Atmaktadır" başlıklı bir basın açıklaması yaptı.
Açıklama şöyle:
SU KİRLİLİĞİ KONTROLÜ YÖNETMELİĞİNDEKİ DEĞİŞİKLİKLER,
DENİZ EKOSİSTEMLERİNİ TEHLİKEYE ATMAKTADIR
23 Ekim 2025 tarih ve 33056 sayılı Resmi Gazetede yayımlanan “Su Kirliliği Kontrolü Yönetmeliğinde Değişiklik Yapılmasına Dair Yönetmelik” ile yönetmeliğin iki maddesinde ve Yönetmelik Eklerinden Tablo 1 tamamen ve Tablo 20.7 de kısmı değişiklikler yapılmıştır.
Su Kirliliği Yönetmeliği ilk olarak 4/9/1988 tarih ve 19919 sayılı Resmi Gazetede yayımlanmış ve 31.12.2004 tarih ve 25687 sayılı Resmi Gazetede yayımlanan yönetmelik ile yürürlükten kaldırılarak aynı adla yeniden yayımlanmıştır. Yeniden yayımlanan yönetmelikte, yayımlandığı tarihten günümüze kadar (13/2/2008, 30/3/2010, 24/4/2011, 25/3/2012, 10/1/2016, 14/2/2018, 14/1/2020, 17/12/2022, 12/5/2023, 23/10/2025 tarihlerinde yayımlanan Resmi Gazeteler ile) toplamda 10 kez değişiklik yapılmıştır.
Son değişiklik ile, yönetmeliğin 23 üncü maddesinin birinci fıkrasının (f) bendi “Ancak korunan alanlar hariç denizlerimizin doğal anoksik tabakasında (derinliğin 250 m’den daha fazla olduğu alanlarda) tehlikesiz inorganik atıklar deniz tabanına döşenecek boru hattıyla taşınarak bertaraf edilebilir, sera gazı emisyonlarının azaltımı amacıyla yutak alan ve/veya depolama alanı olarak karbon depolanabilir” şeklinde ek,
Yönetmeliğin 26 ncı maddesinin ikinci fıkrasının (d) bendine, “Ancak 23 üncü maddenin birinci fıkrasının (f) bendinde yer alan hususlar saklıdır” şeklinde ek yapılmıştır.
Aynı Yönetmeliğin ekinde yer alan Tablo 1 tamamen ve Tablo 20.7’ye “Deniz ortamına deşarjlarda klorür ve sülfat kısıtlaması aranmaz” dip notu eklenmiştir.
Yeni düzenlemeler ile, denizlerin 250 metre derinliğinden daha fazla olan alanlarda anoksik tabakalarında “tehlikesiz inorganik atıkların bertarafına” ve bu alanların “karbon depolama/yutak alanı” olarak kullanılmasına izin verilmektedir. Ayrıca, tablodan 20.7’ye deşarjlarında klorür ve sülfat limitleri kaldırılmış, bu da deniz ekosistemlerinin korunması konusunun tamamen gündemden çıkarılması anlamına gelmektedir.
Denizlerimiz Endüstriyel Atık Depo Alanı Değildir
“Korunan alanlar hariç” ibaresiyle getirilen bu düzenleme, koruma alanı dışında kalan geniş deniz alanlarını atık depolama ve karbon gömme faaliyetlerine açık hale getirmektedir. Denizin herhangi bir yerine yapılacak kirletici deşarjı koruma alanı diye belirtilen alanları da etkilemesi kaçınılmaz olabilir. Denizler dinamik yapıya sahiptir. Denizlerde belirlenen koruma alan sınırları deniz suyu hareketleri ile sürekli olarak geçilir. Bu durum, koruma alanı dışına salınan kirleticilerin koruma alanlarını tehdit etmesi de kaçınılmazdır.
Ülkemizin kıyı ve deniz alanları yalnızca ekonomik değil, aynı zamanda biyolojik çeşitlilik, gıda güvenliği ve iklim dengesi açısından da yaşamsal öneme sahiptir. Denizlerin doğal süreçleri bozulduğunda ekolojik yaşam güvenliği yok olarak tehlikeli hale gelmesi kaçınılmaz olmaktadır.
Deniz tabanlarının “depolama alanı” olarak tanımlanması, ekosistem tabanlı yönetim ilkeleriyle açıkça çelişmektedir.
Neden “Tehlikesiz İnorganik Atık” Deniyor?
Bu ifade, genellikle endüstriyel üretim süreçlerinden çıkan ve tehlikeli madde limitlerinin altında kalan atıkları tanımlar. Ancak bu tanım anlaşılmaz bir ifadedir. Çünkü “tehlikesiz” olarak sınıflanan bir madde, bazı ortamda (deniz tabanı ve akarsu deltası gibi) birikirse, artık tehlikesiz olmaktan çıkabilir.
Bu yaklaşım, aslında kirliliğin görünür kısmını gizleme yöntemidir. Kısa vadede yüzeyde “temiz deniz” algısı yaratırken, uzun vadede geri dönüşü mümkün olmayan ekolojik tahribatlara neden olur.
Yani “tehlikesiz inorganik madde” ifadesi, bilimsel bir tanım değil, daha çok yönetimsel bir ifadedir.
“Karbonsuzlaşma” Söylemi Altında Yeni Bir Finansal Alan mı?
Denizler doğal karbon yutak alanlarıdır. Bu değişiklik, teknik olarak derin deniz bertarafı ve karbon depolama gibi alanlara yasal zemin hazırlamaktadır. Yönetmelikte “karbon depolama/yutak alanı” ifadesinin yer alması, Ülkemizin deniz tabanlarının karbon ticareti kapsamında değerlendirmeye açtığını göstermektedir. Bu durum, doğanın korunmasından çok doğanın finansallaştırılmasına yönelik yeni bir adım olarak değerlendirilmelidir.
Deniz ekosistemlerinin karbon yutak alanı olarak kullanılmasının, ekosistem dengesine müdahale olacağı ve bu durumunda telafisi mümkün olmayan tahribatları yaratacağı unutulmamalıdır.
Bu değişikliklerin, çevresel, sosyal ve yönetim boyutlarında ciddi sorunlar oluşturacağı açıktır. Denizler doğal karbon depolama alanlarıdır. Doğal depolama döngüsüne müdahale edilmesinin doğuracağı sonuçların ne olacağı çalışılmış mıdır? Bu alanları karbon ticareti amacıyla belli şirketlerin faydasına sunulması ileride toplumun karşılayamayacağı yükleri beraberinde getirecektir. Ayrıca bu depolama işlemi karşılığında, “karbon yakalama” işlemi için hangi oluşumlara tahsis edilecektir. Bu oluşumların ya da şirketlerin buradan elde edeceği gelir kimlerin hanesine yazılacaktır.
İklim Kanunu tasarı halindeyken, kanunun iklim değişimi üzerinden doğayı finansallaştırmayı hedeflediğini https://meteorolojimuh.org.tr/iklim-kanunu-tasarisi-dogayi-finansallastiriyor-ilk-hedef-ormanlarimiz-ve-su-kaynaklari/) belirtmiştik. Bu düzenleme ile denizlerin karbon ticareti için kullanılması sağlanacaktır. Bu açık beyandır. Bu durumun denizlerin doğal dengesini bozacağı açıktır.
Klorür ve Sülfat Kısıtlamasının Kaldırılması Çevre Kalitesini Düşürür
Deniz deşarjlarında klorür ve sülfat limitlerinin kaldırılması, özellikle kıyı bölgelerimizdeki tuzluluk oranlarını artırabilir, ağır metallerin çözünürlüğünü hızlandırabilir ve balıkçılık ile turizm faaliyetlerini olumsuz etkileyebilir. Ayrıca bu düzenlemenin deniz suyu kalitesinin standartlarını düşürmesi kaçınılmaz olacaktır. Bu düzenleme yapılırken, klorür ve sülfat birikimlerinin nasıl bir sonuç oluşturabileceği çalışılmış mıdır? Ülkemizde çok değişik boyutlarda ve özelliklerde körfezler ve koylar bulunmaktadır. Bu bölgeler için nasıl bir etki yapabileceği düşülmüş müdür?
Düzenleme Hangi Faaliyetlerin İhtiyacı için?
“Tehlikesiz inorganik maddelerin deniz ortamına bertarafı”, “karbon depolama/yutak alanı” ve “Deniz ortamına deşarjlarda klorür ve sülfat kısıtlaması aranmaz” gibi bir düzenlemenin, hangi bilimsel gerekçeyle, hangi çevresel etki değerlendirmesine ve hangi faaliyetlerin ihtiyacını karşılamak amacıyla yapıldığı açıkça ortaya konmalıdır.
Eğer söz konusu değişiklik, belirli endüstriyel veya madencilik faaliyetlerinin atık yönetimi ihtiyacını karşılamak için yapılmışsa, bu durum açıkça belirtilmelidir. Çevresel izleme/denetim mekanizmaları kamuoyuna şeffaf biçimde sunulmalıdır. Bu değişiklik, denizlerin atık bertaraf alanı haline getirilmesine zemin hazırlamaktadır.
“Denizlerimiz” İfadesinden Ne Anlamalıyız?
Bu ifade ile kastedilen denizlerin öncelikle Karadeniz, Marmara, Ege ve Akdeniz olduğu anlaşılmaktadır. Ülkemizde su kaynakları ile deniz alanlarının dağılımı bölgesel olarak homojen değildir. Bu düzenlemenin özellikle kıyı ve deniz ekosistemleri açısından getireceği etkiler sorgulanmalıdır.
Ancak bu denizlerden özellikle Karadeniz ve Marmara Denizi, kapalı veya yarı kapalı havza özellikleri nedeniyle, kirliliğin birikme eğiliminin en yüksek olduğu ekosistemlerdir. Aynı zamanda Marmara Denizinde yaşanan güncel sorunlar ve Karadeniz için yaşanacağı belirtilen sorunların nasıl bir süreç izleyeceğinin özellikle çalışılması gerekir. Karadeniz ve Marmara Denizi için yapılacak her düzenleme “derin deniz bertarafı” değil, “havza temelli kirlilik azaltımı” yaklaşımıyla ele alınmalıdır.
Van Gölü de 250 m derinliğini aşmaktadır. Bu düzenleme yaşama geçirildikten sonra, Denizler ifadesine ek olarak Van Gölünü de kapsayacak şekilde yeni bir düzenleme yapılacak mı?
Uluslararası Sorun Olma Durumu?
Ayrıca, bazı denizlere doğrudan deşarj uygulamaları uluslararası deniz hukuku açısından tartışmalı olabileceğinden, bu yönüyle konunun uluslararası hukuk boyutunun da dikkate alınması gerekmektedir.
Sonuç Olarak
23 Ekim 2025 tarih ve 33056 sayılı Resmî Gazetede yayımlanan “Su Kirliliği Kontrolü Yönetmeliğinde Değişiklik Yapılmasına Dair Yönetmelik”, suyun korunması ve ekosistem bütünlüğü açısından ciddi endişeler doğurmaktadır. Daha önce yapılan değişikliklerde de çevre için kötü olan durumlar yaşanmıştır. Ancak bu değişiklik çok daha tehlikeli bir durumu işaret etmektedir.
Su ve deniz alanları, yalnızca bir “atık bertarafı” veya “karbon depolama” alanı değil, yaşamın temelidir. Bu sistemlerin doğal dengesi bozulduğunda yeni sorunların geri dönüşümü mümkün olmayacak şekilde yaşanması kaçınılmaz olacaktır. Birçok çevresel faaliyette, özellikle su, toprak ve hava kirliliğinde olduğu gibi.
Bu yönetmelik değişikliği, su kaynaklarının korunmasından çok, bazı kesimlere fayda sağlamayı amaçlayan bir düzenleme niteliği taşımaktadır.
Bu değişiklik yaşanan sorunları katlayarak devam ettirecektir. Uygulama durdurulmadığı sürece telafisi mümkün olmayan sorunların yaşanması kaçınılmaz olacaktır.
Bu değişiklikler, denizler başta olmak üzere denizler ile ilişkili tüm ekosistemleri olumsuz olarak etkileyecektir. Çevre ile ilgili yaşanan sorunların gerçek nedenleri bu gibi uygulamalardır. Sorunlar geri dönüşümü olmayacak şekilde şiddetlenerek artmaya başlayınca, sorun olarak iklim değişimi gösterilecektir.
Meteoroloji Mühendisleri Odası olarak; Bilimsel gerçeklerden uzak, kamusal yararı gözetmeyen ve doğal yaşamı ekonomik bir metaya dönüştüren her türlü düzenlemenin karşısında olduğumuzu kamuoyuna saygıyla duyururuz.
TMMOB Meteoroloji Mühendisleri Odası


