7. TÜRKİYE ŞEHİRCİLİK KONGRESİ:HERKES İÇİN KENT, HERKES İÇİN PLANLAMA: AKILLICA, ADALETLE, YENİDEN/14-16 KASIM 2011/İSTANBUL

17.11.2011

7. Türkiye Şehircilik Kongresi
Herkes İçin Kent, Herkes İçin Planlama: Akıllıca, Adaletle, Yeniden
14-16 Kasım 2011 İSTANBUL

Birçok konuda olduğu gibi, 1980, Türkiye‘de planlama ve kentleşme açısından da önemli bir dönüşümün başlangıcını oluşturmuştur. Türkiye üreten bir ekonomi olmaktan çıkarılırken, rant ve borçlanma üzerinden işleyen bir ekonomik yapı oluşturulmuş, üretimden vazgeçilerek ülke toprakları dünyanın emlak/rant piyasası haline getirilmiştir. Tüm yer üstü ve yer altı varlıklarımızı talana açan neo-liberal politikalar AKP döneminde pekiştirilerek ülkenin her noktasına yayılmıştır. Bu küreselleşme/piyasa/rant temelli yaklaşımla ülke topraklarının tümü piyasa malına çevrilmiştir. Bu modelin geri planında ise kentler yer almaktadır. Yerel olan her şeyi bir ekonomik girdi olarak algılayan sermaye, yeni biçimleri ile kentlerimizin yapısını değiştirirken onları eşitsizliğin mekânları olarak tanımlamaktadır.

Bugün kentlerimiz, neoliberal politikalarla biçimlenen küreselleşme süreci ile birlikte, mekansal, ekonomik, siyasal ve sosyal olarak kökten bir değişimin aracı, bir parçası haline getirilmiştir.

Hükümetlerin de müdahil olduğu bu sürecin taraflarınca, kentlerimizin içinde yer aldığı değişim senaryosu ile altyapıdan yoksun, yalıtılmış siteleri ve rezidansları ile eşitsizlik mekana yansımakta yoksulluk, adaletsizlik derinleşerek artmaktadır.

Sosyal içerik, insan unsuru ve en temel hak olan barınma gereksinimi görmezden gelinerek, kentlerin içerisinde kalmış gecekondu alanları "kentsel dönüşüm" adı altında yıkılıp, yerlerine sermayenin yeni ihtiyaçlarına yanıt veren; kent bütünü, içinde yaşayan insan varlığı, sosyal çevre ve yaşanmışlıkları yok sayan "sözde çağdaş projeler" hayata geçirilmektedir. Tüm bu süreç kentlerimizi parçalayıp, dağıtmaktadır. Kamusal mekanlar giderek artan biçimde tahrip ve tasfiye edilmektedir.

Planlama, düzenleyici rolünden gün geçtikçe uzaklaştırılmış, planlamaya kentte derinleşen eşitsizliğin yaralarını sarmaktan öte, kentteki eşitsizliği derinleştiren bir işlev yüklenmiştir.

Bu süreç planlamanın bütüncüllüğünü yok etmiş, "proje" plan yerine kullanılmaya başlanmıştır. Kent planlama disiplini ise "kat-kot-imar hakkı yükseltme" sığlığına indirgenmiştir. TOKİ gibi kurumlar aracılığı ile mevcut iktidar kentleri şantiyeye çevirirken, yaptıkları plan değişiklikleri ile belediyeler rant dağıtım şirketlerine dönüşmüş bulunmaktadır.

1980 sonrasında yapılan düzenlemeler ile kapsamlı planlamadan vazgeçilmiş, planlamanın bütüncül özelliği göz ardı edilerek sektör odaklı anlayışın benimsenmesi sonucunda 30‘a yakın kuruma planlama yetkisi dağıtılmış ve planlama, kontrolsüz ve birbirinden bağımsız yapılara dönüştürülmüştür. Bunun sonuçları tarım alanlarının, ormanların, meraların, kıyıların giderek yaylaların talanı şeklinde mekâna yansırken, aynı zamanda sağlıksız, dayanıksız rant üzerinde temellenen yapılaşmaya göz yumulmuştur. 1940‘lı yıllardan başlayarak giderek artan kaçak yapılaşma gerek izlenen ekonomik ve siyasal politikalar gerekse çıkarılan yasalar ile adeta devlet politikası haline gelmiştir. Bu süreçte ülkemiz dünyanın sayılı risk havuzuna sahip ülkelerinden biri konumuna getirilmiştir.

Planlamanın dışlandığı bu süreçte gerçekte hepsi birer doğa olayı olan deprem, heyelan, çığ ve kaya düşmesi, su baskını vb. olaylar bilinçsizce verilmiş yer seçimi kararları, mühendislik verilerinden yoksun imar planları, düşük standartlarda ve mühendislik hizmeti görmemiş yapı üretimi, kısaca ranta dayalı, düşük nitelikli, tasarımsız ve plansız kentleşme ve sosyo-ekonomik politikalar sonucu afete, yani insani ve ekonomik yıkıma dönüşmektedir.

Teknik ve bilimsel ilkelerini dışlayan, hukuku hiçe sayan bu politikasızlığın belirlediği planlama, mimarlık-mühendislik, yapılaşma ve denetim sisteminin tüm çarpıklığının somut sonuçlarından biri olan, yüzyılın afeti olarak da belirtilen 99 depreminden hiçbir ders alınmadığı, 12 yıl sonra ne yazık ki Van depremi ile bir kez daha ortaya çıkmıştır.

Her geçen yıl risk taşıyan yapılaşma alanlarına yenileri eklenmekte, kentlerimizde var olan risk havuzları genişlemekte, fay hatları daraltılmakta, kaydırılmakta, başına gelecek olası bir felaketi "kader" olarak gören, sessizce bekleyen milyonlara yenileri eklenmektedir.

Hiç ders alınmadığı, ranttan vazgeçilmeyeceği 648 sayılı KHK ile yeniden ilan edilmiştir.

KHK‘ler ile ülkemizde "plansızlık" planlama politikasına dönüştürülmüştür.

Ülkemizin planlama, yapılaşma ve koruma temel kanunlarında değişikliklerin yapıldığı 648 sayılı KHK ile:

•·      "Hiç kimse ama hiç kimse artık elindeki tapuya güvenmesin. Tapu, ister kamu kurum ve kuruluşunun, ister özel kişinin, isterse devletin hüküm ve tasarrufu altında olsun bu tapu ve araziler üzerinde istediği tasarrufu yapma yetkisi yalnızca ve yalnızca Çevre ve Şehircilik Bakanlığı‘ndadır" denilmiştir.

•·      Kısaca "kentsel dönüşüm"e ilişkin planlama, yapılaşma ve "yapı ruhsatı,  acele kamulaştırma" dahil uygulamaya yönelik her türlü yetki Çevre ve Şehircilik Bakanlığı‘na verilmiştir.

•·      Planlama, enerji, kültürel varlıklar, bayındırlık, ulaşım; su, orman, mera, yaylak, kışlak, tarım alanları gibi doğal kaynaklar ve çevre gibi ülke topraklarının kullanım kararlarını doğrudan etkileyen alanlara ilişkin ilgili tüm yasal düzenlemeler etkisiz hale getirilmiştir.

•·      Anayasa‘ya ve Türkiye‘nin imzalayıp taraf olduğu Avrupa Yerel Yönetim Özerklik Şartnamesi‘ne  aykırı olarak Belediyelerin yetkileri gasp edilmiştir.

•·      2873 sayılı Milli Parklar Kanunu ve 2863 sayılı Yasa‘nın değişikliği ile tabiat varlıkları diğer deyişle doğal sit alanları Çevre ve Şehircilik Bakanlığı‘na transfer edilerek bu alanların yok edilmesinin önü açılmıştır. Artık, milli parklar, tabiat parkları, tabiat anıtları, tabiatı koruma alanları, doğal sit alanları, sulak alanlar, özel çevre koruma bölgelerinin kullanma ve yapılaşmaya ilişkin kararları Çevre ve Şehircilik Bakanlığı‘nca verilecektir.

•·      Söz konusu Kararname ile Yapı Denetim Kanunu‘nda yapılan değişiklikle ülkemizdeki tüm köylerin yanı sıra, belediyelerin yaklaşık olarak % 70`ini oluşturan, nüfusu 5000 kişinin altındaki belediyelerin sınırları içinde ve mücavir alanlarındaki yapılaşmalar da yapı denetim sistemi dışına çıkarılmıştır. Kırsal alanda, köylerde plansız, ruhsatsız, mühendislik hizmeti almamış yapılaşmanın kapısı ardına kadar açılmıştır. Son yaşanan Van depremi ortada, başka yoruma gerek yok.

•·      Köylerde okul, sağlık, ibadet, güvenlik tesisi gibi toplu yararlanılan yerlerde imar planı zorunluluğu kaldırılmakta, böylece plansız yapılaşmanın önü açılmaktadır.

Başta belediyeler, TOKİ ve benzeri kamu kurumlarının bugün kentlerimizde ortaya çıkan olumsuzlukların ana sorumluları olduğu düşünüldüğünde, yaşanılır ve adil kentlerin yaratılmasına yönelik toplumcu bir yaklaşım ve modelin bu kurumlardan gelmesini beklemek gerçekçi olmayacaktır. Bugünkü siyasal ve toplumsal yapılar ve kurumlar ele alındığında, bu tür bir yaklaşımı geliştirebilecek bilimsel, entelektüel ve görgül bilgiye ve birikime sahip kurumsal yapılardan biri TMMOB‘dir.

5-16 Nisan 1968‘de yapılan TMMOB‘nin 15. Genel Kurulu‘nun bizim için önemli bir anlamı vardır. Genel Kurul Sonuç Bildirgeleri geleneğinin başladığı bir genel kuruldur. Şehir Plancıları açısından da önemlidir.

Bu kongrede konuşulacak, değerlendirilecek ve olabilirse sonuçlara varılacak "Herkes İçin Kent, Herkes İçin Planlama " üzerine 15. Genel Kurul‘un sonuç bildirgesinde şunlar söylenmiş:

•·      Genel Kurulumuz Türk Şehir ve Bölge Plancıları Odası‘nın kurulmasını kararlaştırarak, ülkemizin sanayileşme ve şehirleşme meselelerinin çözümünü sağlayacak temel unsurlardan birisini, teknik kadronun gelişme ve teşkilatlanmasını başlatmıştır.

•·      TMMOB‘ye üye odaları ilgilendiren tüm kamu yatırımlarının projelendirilmesi ve denetleme işlerinin uzmanlara tevdii bugün tam bir düzensizlik içindedir. Proje ve denetleme çalışmalarının oda üyesi uzmanlara tevdiinde ilgili meslek odasınca tatbiki ön görülen iş tevdi düzenleri uygulanacaktır. Devlet Proje Bürolarının, Serbest Müşavirlik, Mühendislik ve Mimarlık Bürolarının geliştirilmesi için ikinci beş yıllık planda yer alan kararların bir an evvel uygulanmasını istiyoruz.

•·      Geri kalmışlıktan kurtulma çabamızın, ekonomik, kültürel ve teknik bağımsızlığa kavuşmamızın başarısı buna bağlıdır.

•·      Hizmet arzına hazır Türk mühendisleri ve mimarları, en doğal çalışma haklarının ellerinden alınıp yabancılara verilmesine veya onlarla paylaşılmasına göz yummayacaklarını, yöneticilere ve kamuya duyurur.

•·      Şehirlerimizin, yurdumuza en yararlı bir düzen içinde büyümesi, gelişmenin disiplin altında yürütülmesi ile mümkün olacaktır. Bu disiplin, değerli ziraat ve orman sahalarını, tarih, sanat, yapı ve yapılar gruplarını koruyacaktır. Şehirler içinde veya civarında olduğu gibi bütün ülke sathında doğal ve kültürel, kamuya ait olan değerlerimizi, her türlü tahribata karşı korumayı bir ihtisas sorumluluğu sayıyoruz ve bu amaçla en kısa bir zamanda bilhassa kültür değerlerinin tescilini sağlayacak bir çalışmanın başlatılmasını istiyoruz.

•·      En büyük şehrimizin, tabiat ve kültür değerlerinin korunmasını, şehir ekonomik ve sosyal yapısının düzenli bir şekilde gelişmesini sağlamak için, ilk iş olarak, bu plan çalışmasının, meslek kuruluşlarımızın ve bilimsel kurulların tatbik ve tenkidine sunulmasını istiyoruz. Ancak böyle bir tahkikat yapılmadan İstanbul köprüsü gibi tesisler için alınacak kararların bilimsel mesnetten yoksun kalacağı aşikârdır.

•·      Ülkemizde yalnız şehirleşme nedeni ile 20 yıl içinde 400 MİLYAR TL‘lik bir arsa değer artışı olacağı bilimsel olarak hesaplanmıştır. Bu birikmiş emeğin ve kamu hizmetlerinin yarattığı bir değer artışıdır ve bu değerin kamuya döndürülmesi zorunludur.

•·      Memleketimizde kıt olan, devlete ve özel kesime ait kaynakların en uygun şekilde kullanılmasının sağlanması temel sorunlarımızdan birisidir. Bu nedenle, çeşitli sektör hizmetleri sırasında ortaya çıkan Toprak-Devlet-Vatandaş ilişkilerinin Anayasa‘nın temel ilkelerine ve Türkiye gerçeklerine uygun olarak düzenlenmesi gerekir.

•·      Şehirsel ve kırsal alanlarda arsa ve arazi spekülasyonlarının, şehirleşmeyi ve tarım arazisinden yararlanmayı zedeleyici, sanayileşmeyi yavaşlatıcı, devlet kaynaklarının etkisini azaltıcı etkilerin ortadan kaldırılması için tedbirler geliştirilmelidir.

•·      Arsa Ofisi‘nin bu gayeleri başaracak yapılara sahip olarak kurulması, devletin arazi kullanma kararlarında etkili hale getirilmesi zorunludur. Kalkınma planlarının ve bir an önce ele alınması yararlı olacak fiziki planlama çalışmalarının geliştirilmesinde ve uygulanmasında altlık teşkil edecek olan, Türkiye‘nin doğal, kültürel ve ekonomik imkânlarını ve kaynaklarını kapsayan Türkiye potansiyel güç haritalarının düzenlenmesi öncelikle planlanmalıdır. Mevcut hizmetler bu amaca yöneltilmelidir. Bu haritalar resmi ve serbest mühendislik ve müşavirlik bürolarının kullanılmasına açık olmalıdır.

Sonra aradan 30 yıl geçer, 21 Mayıs 1998‘te TMMOB Demokrasi Kurultayı yapılır. Kurultay sonucunda bugünkü konumuz ile ilgili olarak şunlar söylenmektedir:

•·      "Kent korumacılığında kavramsal çerçeve, uygulamada sorun çözücü olmalı, koruma alanları siyasal iktidarlardan özerk bir yapıya kavuşturulmalıdır. Kentleşme ve çevre ilişkisinin doğru kurulması ve kent korumacılığı, bölgesel planlama ve nazım plan kararlarında, sosyal içerikli bir bakışla olanaklıdır. Çünkü kentin sosyolojik gözlemine dayandırılmayan plan süreçleri başarısız olmaktadır.

•·      Planlama süreçleri kent ve demokrasi meclislerince denetlenebilir olmalıdır. Metropollerimizin çoğu için acil planlama yapılmalıdır. Ekolojik onarım paketli bu planlamalar ile bu kentlerin soluk alması sağlanabilecektir. Yerel yönetimlerde tekil kişi belediyeciliğine son verilip, emeğe dayalı kadroların siyasi baskılardan arınmış kolektif üretimleri temel alınmalıdır. Halkın, merkezi ve yerel yönetimlerin tüm icraatlarına ilişkin doğrudan kaynağından bilgi edinme hakkı ve yolları açık tutulmalıdır.

•·      Metropol acil gelişme aksları, kıyılar, göl ve nehir kenarları, önemli tarihi ve doğal sit alanları ve çevrelerindeki belediyeler öncelikle birliklerini kurmaya zorlanmalı, imar ve gelişme planları ise ilgili üst kurulların onayından geçerek işlerlik kazanmalıdır. Bu bölgelerdeki yasadışı uygulamalarda yaptırımcı ceza yasalarında değişiklik yapılmalıdır.

•·      Mevzii imar uygulamaları kaldırılmalıdır. İmar ve orman afları yasaklanmalıdır. Kente karşı suç tanımı geliştirilerek yasal toplumsal yaptırımlara işlerlik kazandırılmalıdır.

•·      Bölgesel planlama birimleri oluşturularak bölgesel planlamalar yapılmalı, kent planlama birimleri oluşturularak kentsel gelişme alanlarına yönelik kamulaştırma ana planı hazırlanarak, hangi sınıf toprakların, imara açılacağı veya kamulaştırılacağı belirlenmelidir.

•·      Bölge planlama, şehir planlama ve imar yasasında rantlara ve yağmalamaya olanak tanıyan maddeler kaldırılmalıdır.

•·      Kentsel rehabilitasyon çalışmalarına öncelik verilmelidir.

•·      Yönetimlerin tüm icraatlarına ilişkin doğrudan kaynağından bilgi edinme hakkı ve yolları açık tutulmalıdır.

•·      Metropollerimiz için ve bölgesel acil durum planları yapılmalıdır.

Bugün de burada söyleneceklere dair TMMOB şunları söylüyor:

TMMOB, kentlerimizde var olan sorunların aşılması, sağlıklı kentsel çevrelerin oluşturulması ve kentsel yaşam kalitesinin iyileştirilmesi doğrultusunda, toplumun büyük bölümünü dışlayan, halkın katılım ve denetimine kapalı yerel yönetim biçiminin aşılmasını, kent halkının ve meslek örgütlerinin demokratik katılımı ve denetimini sağlayacak bir anlayışın geliştirilmesini, öncelikli ve temel gerek olarak görmektedir.

•·      Devletin anayasal görevlerinden birisi olan sağlıklı, güvenli ve yaşanabilir kentler kurmak için doğal varlıkları, ekolojik, tarihi, kültürel, toplumsal değerleri koruyan, yaşatan, geliştiren bir arazi kullanımı ve yerleşim politikası temelinde bütüncül planlama yaklaşımı benimsenmeli, kent halkının ve meslek örgütlerinin demokratik katılımı, etkin temsiliyeti ve denetimi sağlanmalı, gerekli finansal ve kurumsal yapı oluşturulmalıdır.

•·      "Güvenli, sağlıklı ve yaşanabilir bir çevre"nin her yurttaş için temel insan hakkı olduğu ana ilkesi temelinde yapı denetim sisteminde kamu denetimini dışlayan sistemden derhal vazgeçilmelidir.

•·      Onlarca af düzenlemesiyle adeta geçerli sistem haline getirilen, 1940‘lı yıllarda başlayarak Cumhuriyet tarihinin son 70 yılına damgasını vuran kaçak yapılaşmanın önlenmesi, özendirilmemesi kamu kaynaklarının daha fazla heba edilmemesi için "af" bir seçenek olmaktan çıkarılmalıdır. 

•·      Deprem ülkesi gerçeği görmezden gelinerek, "yapı denetimi", "risk-afet-sakınım planlaması"nın içi boş popülist yaklaşımlarla siyasi malzemeye dönüştürüldüğü "Bayram Otel" örneği ile bir kez daha acı bir şekilde görülmüştür.

•·      Sosyal devletten ve toplum yararı ilkesinden vazgeçilmesinin ağır sonuçlarını yaşadığımız gerçeği kabul edilmelidir. 

•·      Yerel kentsel yenileme projelerinin sağlıksız ve riskli yaşam çevrelerinin dönüştürülmesi için bir fırsat olarak değerlendirilmesini kayda değer buluyoruz. Ancak "Deprem açısından risk taşıyan" bölgelerde uygulamak yerine "kentsel dönüşüm"ü "rantsal dönüşüm" olarak gören anlayışı reddediyoruz. Kentsel dönüşümü salt bir fiziksel düzenleme projesi gibi öngören, sonuçları itibariyle uygulama bölgelerinde yaşayanları tasfiye eden bir sürecin, toplumun ekonomik, sosyal ve kültürel gerçeklikleriyle çelişen bir biçimde ele alınmasını doğru bulmuyoruz.

•·      Planlama, mimarlık ve kentleşmenin bir kültür olgusu olduğundan hareketle, doğal ve kültürel varlıkların/mirasın korunması için bütüncül bir "ülke koruma ve kültür politikası" belirlenmelidir.

•·      Yaşanabilir bir kent için, birbirinin kopyası halinde niteliksiz, kişiliksiz, kimliksiz kentlerde yaşamamak, yerleşimleri rant temelli "imar" kıskacından kurtarmak için her düzey ve kapsamdaki planlamada, doğal ve kültürel varlıkların "kaynak" ya da "kullanım değeri"nden önce, "varlık değeri" olarak ele alındığı bir yaklaşım benimsenmelidir.

•·      Kentsel mekân kullanım standartlarını doğrudan etkileyen, yoksulluk, göç ve nüfus yığılması sorunlarının çözümü için acil olarak "istihdam odaklı yerel kalkınma modelleri" geliştirilmelidir.

•·      Bütünleşik bir konut politikası geliştirilmelidir. Konut, anayasal olarak "barınma hakkı" olarak ele alınmalı, dar ve orta gelirlilerin nitelikli konut edinmelerine olanak sağlayacak politikalar devletin temel politikalarından birisi olmalıdır.

•·      Kamuya ait arazi ve yapıların satışı ya da özelleştirilmesi yöntemleri ile elden çıkarılmasına son verilmelidir.

•·      Kente karşı suç tanımı geliştirilerek, imar konularında uzmanlaşmış bir yargı sistemi geliştirilmelidir.

Yeniden yapılanmanın dayattığı başıboş kentleşme sistemi karşısında, biz şehir plancılarının rollerini yeniden vurgulayacağız. Kentlerde yaşadığımız çatışma ortamında Akıllıca, Adaletle, Yeniden "Herkes İçin Kent, Herkes İçin Planlama"ya yönelik bu arayışta, daha iyi kentler ve daha iyi bir toplumu evrensel düşünceye, bilime ve hukuka dayanan ilerici fikirlerimiz ile gerçekleştireceğiz.

Hiç eğilip bükülmeden, karanlığa karşı aydınlığı, sömürüye karşı emeği, eşitsizliğe karşı adaleti, linç kültürüne karşı bir arada yaşamayı, savaşa karşı barışı, baskı ve zora karşı özgürlük ve demokrasiyi savunmaya devam edeceğiz. Biz "Bir meslek örgütüne bu ülkede bu dönem düşen görev budur" diye düşünüyoruz.

Mehmet Soğancı
TMMOB Yönetim Kurulu Başkanı