ÇMO II. ÖĞRENCİ KURULTAYI SONUÇ BİLDİRGESİ

18.03.2007

Doğal varlıkların hızla ve acımasızca tüketildiği; bilim ve teknolojide insanlık tarihinin birikiminin insanlığın yararına kullanılmadığı ve bunun sonuçlarının acı bir şekilde yaşandığı; doğal olmayan afetlerle kıvranan; susuzluktan kırılan; dengeleri alt üst olan; sonunun ne zaman geleceğinin tartışılmaya başlandığı bir dünya...

Orman alanlarının, denizlerinin, kıyılarının, limanlarının, doğal varlıklarının peşkeş çekildiği; tehlikeli atık varillerinin denizlerden, yaşam alanlarından toplandığı; hava diye zehir soluyan, çöp dağlarının altında kalıp ölen, her yağmurda sele teslim olan insanların yaşadığı; toprakları siyanürle kirletilmiş bir ülke...

Böyle bir dünyada, böyle bir ülkede geleceğin çevre mühendislerine düşen sorumluluklar gün geçtikçe artmakta! Bu anlamda çevre mühendislerinin yaşama bakışı ve aldığı eğitim, ülkenin ve dünyanın geleceği açısından hayati önem taşımaktadır.

Giderek daha fazla kirlenen yerküremizde; bir avuç umudu yeşertip büyütebilmek için iki gün boyunca ÇMO II. Öğrenci Kurultayı‘nda biraradaydık. Kampüslerde yaşadığımız sorunlardan başlayıp; kirliliğin insan bedenine sıçramasına kadar yaşamlarımızdaki bir dizi sorunu dillendirip; çözümler aradık.

Üniversiteler, Öğrenci Sorunları, Yetkin Mühendislik

Çevre Mühendisliği öğrencileri olan bizler, yüzünü topluma değil sermayeye çevirmiş ve ticarethaneye dönüştürülmüş "YÖK tipi" üniversitelerde; varolan birçok eksiklik ve yetersizliklerle eğitim görmenin; mezun olduğunda işsizler ordusuna katılma korkusu yaşamanın yanında; "yetkinlik" sorgulamasından geçmek gibi sorunlarla boğuşuyoruz.

GATS (Genel Ticari Hizmet Anlaşması) ile kamusal hizmetlerin, özelleştirilmesi ya da devletin daha kısıtlı bütçe ayırması sonucunda paralılaşması karşımıza çıkmaktadır. Eğitim, herkesin yararlanabileceği bir hak olması gerekirken alınıp satılan bir metaya dönüştürülmüştür. Öğrencinin temel ihtiyaçları olan yemek, barınma, ulaşım gibi masraflara sürekli zam gelmekte ve bu alanlar parça parça sermayeye satılarak öğrencilerin bu ihtiyaçlarını karşılamaları zorlaşmaktadır.

Türkiye‘de neo-liberal dönüşümün önünü açan 1980 darbesi, üniversitelerde de eğitimin ticarileşmesi noktasında bir miladı ifade etmektedir. 12 Eylül‘ün üniversitelerdeki postal izi YÖK, 6 Kasım 1981‘de kurulmuştur. 1980 öncesinde kısmi bir özerkliğe sahip olan üniversiteler, YÖK ile birlikte tamamen denetim altına alınmıştır. Çünkü üniversiteler, darbeyle hedeflenen ekonomik ve kültürel dönüşümün önemli bir halkasıdır. Üniversitelerde ticarileşme adımları hızlandırılırken bir yandan da yoz kültürle cendere içine alınarak toplumsal bakış açısını kaybetmiş bireysel insan yaratılmaktadır. Eğitim süresi boyunca beynimize kazınan rekabetin ve bireysel kurtuluş çabalarının bizleri vardıracağı nokta etrafımıza örülen duvarların arasına sıkışıp kalmaktır.

Mühendislik fakültelerinde eğitim gören öğrencilerin diğer bir sorunu da AB‘ye uyum yasaları çerçevesinde yasalaştırılmaya çalışılan mesleki yeterliliklerin düzenlenmesi ve tanınması hakkındaki kanun tasarısının mühendislik alanındaki özgünleşmiş hali olan yetkin mühendislik saldırısıdır. Bu tasarının gerekçesi olarak, üniversitelerdeki eğitimin niteliksizliği gösterilip buna çözüm olarak üniversite eğitiminden sonra 5 yıllık bir çalışma, staj dönemi ve yeterlilik sınavları konulmaktadır. Böyle bir tasarı mimarlık mühendislik hizmetlerini daha üst bir kaliteye çekemeyeceği gibi yeni mezunlar ucuz işgücüne dönüştürülecektir. Ve bu da uzman-stajyer mühendis ayrımını ortaya çıkaracaktır.

Bizler, Herkesin eşit ve parasız yararlanabildiği, bilimsel yöntemlerle ve anadilde eğitim görebildiğimiz, sermayenin boyunduruğundan çıkmış, sermaye için değil toplum için bilim üreten; akademik ve bilimsel özerkliğe sahip, öğrencilerin özgürce düşünüp tartışabildiği, soruşturmalarla tecrit edilmediği, yaşanılan olaylar ve gelişmeler karşısında toplumsal sorumluluğunu unutmadan insanlığın çıkarlarını koruyan bir üniversite istiyoruz. Bu noktada, mühendislikte yetkinlik sorununun çözümü üniversitelerde aranmalı, diploma doğrudan yetkinliğin belgesi olarak kabul edilmelidir.

Çevre Sorunları Dünyamız ve ülkemiz pek çok çevre sorunuyla karşı karşıyadır. Sonuçları itibariyle bu sorunların en başında savaşlar gelmektedir. Savaşın çevresel sonuçlarını irdeleyen biz çevre mühendisliği öğrencileri aynı zamanda, insan olmanın bir gereği olarak, insanlık suçu olan savaşları ve nedenlerini bir bütün olarak lanetliyoruz.

Çevreci, risksiz, ucuz gibi yalanlarla önümüze ısıtılıp ısıtılıp konulan nükleer santrallerin bizi, bağımsızlığımızı, riskleri itibari ile çevreyi nasıl etkileyeceğini biliyoruz. Yenilenebilir enerji kaynakları açısından son derece zengin olan Türkiye‘nin enerji politikalarının öz kaynaklarla şekillendirilmesi gerektiğine inanıyoruz.

Türkiye‘nin önemli çevre sorunlarından birisi de altın madenciliğidir. Bergama tüm gerçekliği ile önümüzde durmaktadır. Başından bugüne kadar yaşanan olaylar Türkiye‘nin bir hukuk devleti olmadığını göstermektedir. Madenin yol açtığı çevre sorunları ve bugüne kadar alınmış yargı kararları itibari ile biran evvel kapatılması gerekmektedir. Geç kalınmış bu uygulama yerine getirilmeli ve açılması planlanan yeni madenlerde örnek karar teşkil etmelidir.

Türkiye‘nin pek çok bölgesinde yapılması planlanan mobil santraller insan ve çevre sağlığına olumsuz etkileri ve riskleri tüm dünyaca kabul edilmektedir. Ülkemizde mobil santrallerin yapımından vazgeçilmelidir.

Asbest yüklü gemi sökümünü rant olarak görenler bilmelidir ki bu ülke çöplük değildir. Birileri para kazanacak diye insanlarımızın ve çevrenin risk altında kalması bizler için kabul edilemez.

Kentsel dönüşüm, tartışılmaya bile fırsat bırakılmadan, "ötekileştirilerek" insanları yerlerinden yurtlarından etmektedir. İdeal kent sosyal donatılara sahip, temel haklara ulaşılabilirliği ve belli bir estetiği olan yaşam alanlarıdır. Ulaşım ve altyapı sorunları çözülmeyen, sanayi bölgeleri ile kentin iç içe geçmesi, çöp alanlarının yerleşim merkezlerine yakın olması gibi plansız kentleşmenin doğurduğu sorunlar o kente yaşayan insanlardan değil; o kenti yönettiğini iddia edip, yönetmeyi becerememiş siyasal iktidarların suçudur. "Parası olana satacak yerimiz çok" anlayışı ve uygulamaları, kente ve kentin kültürel ve tarihi değerlerine tecavüz etmek demektir.

Yaşadığımız çevre sorunları, Türkiye‘nin bir çevre politikasının olmadığının en açık göstergesidir. Günü birlik gelgeç uygulamalarla çevre yönetilemez. Yönetici erk, kamudan yana bir çevre politikası belirlemek zorundadır. Bu politika belirlenirken sermayenin değil, insan ve çevrenin baş tacı edilmesi gerekir. Kirlilik cezayla değil politik kararlılıkla, teknik yaklaşımlarla ve toplumsal duyarlılıkla önlenebilir. Bu nedenle "kirleten öder prensibi" tarihin tozlu sayfalarına bırakılmalı ve "kirlilik önleme" prensipleri uygulamaya konmalı ve denetlenmelidir.

Felsefi olarak irdelendiğinde mesleğimiz politikayla iç içedir. Bu nedenle bizler mesleğimizi yaparken sadece temel mühendislik bilgilerini kullanacak kişiler olamayız. Her şeyin para ile ifade edildiği günümüz neoliberal dünyasında, bizler her şeye rağmen hesap makinelerimizi kullanmadan önce politik kararlılığımızı göstermeli ve bilimin halktan yana kullanılması gerekliliği bilincini taşımalıyız.

ÇMO 2. Öğrenci Kurultayı hazırlanışı, gündemleri ve katılımıyla hem çevre mühendisliği öğrencilerinin mesleklerini ve meslek odalarını sahiplenişini hem de "İnsanca Bir Yaşam, Yaşanabilir, Sağlıklı Bir Çevre" umudunun sahipsiz olmadığını göstermiştir.

Bizler çevre mühendisliği öğrencileri olarak biliyoruz ki "Kapitalizm kirletir!" ve yine biliyoruz ki "Başka Bir Dünya Mümkün" !

Yaşanılabilir bir dünya için son sözü insanlığın söyleyeceğine inanıyoruz ve kampüslerimizden bir kez daha haykırıyoruz:

Yaşasın Demokratik ve Özgür Üniversite! Yaşasın ÇMO Öğrenci Üye Örgütlülüğü!