DÜNYA ÇEVRE GÜNÜ KUTLU OLSUN!
TMMOB Yönetim Kurulu Başkanı Mehmet Soğancı, 5 Haziran Dünya Çevre Günü dolayısıyla bir basın açıklaması yaptı.
DÜNYA ÇEVRE GÜNÜ KUTLU OLSUN!
1972 yılında Stockholm‘de toplanan "Birleşmiş Milletler İnsan Çevresi Konferansı"nda "..insanın, yaşamını onur ve huzur içinde geçirmesine izin verecek çevre kalitesi içinde özgürlük, eşitlik ve uygun yaşam koşullarına sahip olmanın ......temiz ve sağlıklı bir çevrede yaşamanın temel bir insan hakkı olduğu....." kararıyla birlikte 5 Haziran‘ın "Dünya Çevre Günü" olarak kabul edilişinin 40‘ıncı yılına;
Birleşmiş Milletler Genel Kurulu‘nun 1962 tarihli ve 1803 sayılı "Doğal Kaynaklar Üzerinde Daimi Egemenlik Kararı"nda "......halkların ve milletlerin doğal zenginlik ve kaynakları üzerinde egemenlik haklarının ihlal edilemeyeceği......" kararının 50‘nci yılına girerken;
• Sermayenin sınırsız, fütursuz, serbest dolaşımı ilkesinde temellenen DTÖ kurallarının sürdürülebilir kılındığı bir dünyada; Stockholm‘den Rio‘ya, Rio‘dan Daho‘ya neo-liberal politikaların gerekleri doğrultusunda dönüşüm yaşanmış "...Ticareti engelleyici nitelikte olduğu saptanan çevre önlemlerinin yerini serbest ticaret hükümlerinin alması..." kararıyla sermayenin dolaşımını/serbest ticaretin küreselleşmesini engelleyecek çevresel önlemlerin dikkate alınmayacağı ilan edilmiştir.
• Dünya, emperyalizm tarafından sınırsız ve engelsiz bir tek küresel pazar ve sömürü alanı olarak kurgulanmakta, bu politika içinde ülkemizin de içinde bulunduğu "kaynakları emperyalizmin sınırsız sömürüsüne açılan ülkelerin" zenginliklerine el konulmaktadır.
• Küreselleşme sürecinde, emperyalist çıkarlara göre yeniden yeniden biçimlendirilen sosyo-ekonomik politikaların doğal sonuçları; işsizlik, açlık ve yoksulluğun artışı, savaşlar, işgaller, katliamlar, kitlesel göçler ile karakterize olan çevre felaketleri yaşanmaktadır.
Bu süreç Türkiye‘ye, sosyo ekonomik yapı ve devlet yapısı itibariyle 1980 ekonomi kararları ve 12 Eylül darbesine paralel olarak yansımış, kamu işletmeleri, eğitim, sağlık ile devam eden kamu hizmetlerini piyasalaştırma-piyasa malına dönüştürme süreci doğal, tarihi ve kültürel varlıklara doğru genişletilmiştir. Tüm yer üstü ve yer altı varlıklarımızı talana açan neo-liberal politikalar AKP döneminde pekiştirilerek ülkenin her noktasına yansıtılmıştır.
Doğa tahribatını "çevre sorunu" olarak ele alan sığ politikaların yanı sıra "çevre sorunu" da "kirliliği önleme", "arıtma tesisi"ne indirgenmiştir.
Mühendislik, mimarlık ve şehir planlama disiplinlerinin teknik, bilimsel ve yasal ilkelerinin dışlandığı politikalarla;
• Sektörel yaklaşım benimsenerek kontrolsüz ve birbirinden bağımsız yapılara dönüştürülen planlama; tarım alanlarının, ormanların, meraların, kıyıların giderek yaylaların talanı şeklinde mekana yansımıştır.
• Tüm doğal kaynaklarımız; doğa koruma alanları, yani biyolojik çeşitlilik açısından önemli alanlar, biyogenetik rezerv alanları, nadir, endemik, tehlike altındaki türlerin yaşam alanları, orman alanları, kıyılar, meralar "sürdürülebilirlik" aldatmacasıyla piyasa malına dönüştürülerek uluslararası pazara sunulmaktadır.
• Orman talanını her durumda teşvik eden ve kamu malı gaspının "affı" anlamına gelen 2B halen bir seçenek olarak görülmektedir.
• Ülkenin doğal varlıklarını uluslararası sermayeye en kısa yoldan sunmanın yollarını arayan AKP, ÇED Yönetmeliği‘nde yaptığı son değişiklikle; termik güç santrallerini, nükleer güç santrallerini, nükleer atık bertaraf tesislerini, otoyolları, limanları, HES‘leri ve madencilik projelerini de kapsayan yatırımları örneği görülmemiş bir duyarsızlıkla ve aymazlıkla, adeta idari işleme dönüştürülen ÇED kapsamı dışına çıkarmıştır.
• Getirilen "af" ile kaçak tesisler çevreyi resmi olarak kirletmeye devam etmektedirler.
• Her türlü yapılaşma ile maden, turizm gibi sektörlerin kullanımını istisna haline getiren, doğa koruma açısından sistematik bir gerilemeye karşılık gelen "Tabiatı ve Biyolojik Çeşitliliği Koruma Kanunu Tasarısı"nda, "koruma yaklaşımı"nın "yatırım" adı altında sürdürülen ve itiraz dinlemeyen "talan" anlayışına terk edilmesi öngörülmektedir.
• İklim Değişikliği Sözleşmesiyle kazanım olarak görülen "önleyici düzenlemeler", Kyoto Protokolü ile havayı, suyu piyasa malına çevirerek "temiz enerji" borsası ile yeni bir sömürü aracı haline getirilmiştir. "Emisyon ticareti" ülkemize de HES garabeti olarak yansımıştır.
• Madencilik geliştiriliyor aldatmacasıyla, yabancılara imtiyaz tanıyan bir anlayışla, ülkenin hemen her yeri, tarım alanları, orman alanları, sulak alanlar, arkeolojik sit alanları, milli parklar ayrımı gözetmeksizin "açık işletmeye" dönüştürülmüştür.
• Yenilenebilir enerji kisvesi altında HES‘lere teslim edilen akarsular; plansız, politikasız, çevreyle ve toplumla uyumsuz kısa ömürlü barajlar; rant uğruna Zeugma, Allianoi, Hasankeyf, Munzur ve Fırtına Vadisi‘nde somutlanan bilim dışı uygulamalarla tarihi-kültürel miras ve doğal çevre istikrarlı bir şekilde yok edilmektedir.
• HES ya da baraj yapılamayan kıyı ovalarında da nükleer enerji santralleri için yer beğenilmektedir.
• 1940‘lı yıllarda başlayarak Cumhuriyet tarihinin son 70 yılına damgasını vuran, hazine arazilerinin işgalinden sonra kıyı alanlarına, en son olarak da orman, yaylak ve kışlaklara yayılan kaçak yapılaşmayı özendiren "af" bir seçenek olarak geçerliliğini sürdürmektedir.
• Kentsel dönüşüm adı altında ya da TOKİ uygulamalarında istisnasız olarak ülke topraklarının tamamı "arsa" olarak değerlendirilmektedir.
• Kentler, yayaların, yaşlıların, çocuk ve engellilerin unutulduğu altyapı ve üstyapıdan yoksun bina yığınlarına dönüştürülmüştür.
• Deprem ülkesi gerçeği görmezden gelinerek "yapı denetimi", "risk-afet-sakınım planlaması" içi boş popülist yaklaşımlarla siyasi malzeme olarak kullanılmaktadır.
Biz biliyoruz ki ranta dayalı neo-liberal politikalarla temellenen;
• Mühendisliğin sanayi, tarım, kent ve toplum yaşamına yönelik, bilimsel teknik temellerdeki kamusal, toplumsal hizmet niteliğini reddeden anlayışın,
• Bugün Kütahya Gümüşköy‘de yaşanan, yarın Akkuyu‘da yaşanacak olan çevre felaketini görmeyi reddeden anlayışın,
• Karadeniz, Akdeniz, Sinop-Gerze, Bergama, Uşak Eşme, Loç Vadisi, Munzur, Hasankeyf, HES‘lere, barajlara karşı yürütülen mücadelede ölümü hiçe sayan anlayışın,
• Dereleri kanalizasyon hattı, gölleri sivrisinek yatağı, vadi tabanlarını, açık yeşil alanları, bozkırları boş arsa olarak gören anlayışın,
• Akılcı, çevreye uyumlu projeler yerine, uluslararası tekellere peşkeş çeken, arazi rantı üzerine ekonomiyi inşa eden anlayışın
bir sonucu olarak seller, toprak kaymaları, kıyı daralmaları gibi "çevre sorunları" "doğal afet" olarak adlandırılarak günlük hayatın olağan bir parçası olmaya devam edecek, deprem gibi "doğal afetler" de kader olarak tariflenecektir.
Yaşam alanlarımızın yok olmaması için, gelecek nesillere yaşayabilecekleri bir dünya bırakabilmek için, bugün ekolojik bir krize dönüşen çevre sorunlarının çözümünde, bütüncül politikaların, hukuksal ve kurumsal düzenlemelerin geliştirilmesi ve uygulanması gereği açıktır.
TMMOB, çevre politikalarının; sanayi, tarım, enerji, ulaşım ve kentleşme politikalarıyla bütüncül olarak ele alınmasını zorunlu görmektedir.
Dünya çevre günü kutlu olsun!
Mehmet Soğancı
TMMOB Yönetim Kurulu Başkanı